AÇIKLANAN resmi rakam 274; yerin iki bin metre derinliğinde şehit verdiğimiz madenci kardeşimiz bu kadar.
Ama aşağıda kaç kişi vardı, o hâlâ bilinmiyor…
Cumhuriyet Savcılığı’nın başlattığı soruşturmayla ocakta kalan olup olmadığı da herhalde ortaya çıkar.
Soma’da değişik kuruluşların elindeki işletme sayısı beş; en büyük ve en modern donanımlı olan bu işletmeymiş…
En modern donanımlısında bakımsızlıktan trafo patlarsa diğerlerinde neler olmaz ki…
………………………..
Hem sonra trafonun yerin altında ne işi var?
Yer üstünde olabilir ve elektrik enerjisini güvenli yollarla ve malzemelerle içeriye aktarabilirdi. Bir patlama halinde de ocak yangın yerine dönmezdi.
İşletmede mühendislik hatası olduğu kesin; nitekim ekranlara çıkan uzmanlar, mühendislik açısından zayıf işletmelerden birinin bu olduğunu iddia ettiler…
Misal verdiler, “Dumanı dağıtmak için içeriye oksijen verilmesi yangının sürmesine neden oldu” dediler…
Anlaşılan, bu yönden de ciddi bir soruşturma yapmak gerekecek.
………………………… .
Bu feci kaza birçok gizli kalmış gerçeği, yanlışı ve siyasal edepsizliği de ortaya çıkardı…
Başbakanın özel kalem müdür yardımcısının, ocakta yitirdiği yakını için gözyaşı döken yurttaşı tekmelemesi vandallık, gaddarlık, duygusuzluk, hamakat ve iğrenç bir tavır olarak dikkatleri çekti…
Cürete bakınız…
AKP iktidarını sarmış olan bu tipler, yurttaşı tekmeleyecek cesareti nereden ve kimden alıyor!
Milli irade dedikleri toplumun varlığına bu denli düşmanlık beslemeleri, mutlaka irdelenmesi gereken bir ruh hali içinde olduklarını ortaya koyuyor…
Bu halleri irdelenmeli, hatta tıbben de -psikolojik- tedavileri yapılmalı…
Toplumun bu saatten sonra delilerle, vandallarla, öfkesini zaptedemeyen şeker hastalarıyla uğraşacak
zamanı da, mecali de yok!
………………………..
-Bu kaza kader efendim kader…
-Maden kazasının literatürde yeri var
–1866’da İngiltere’de olmuştu da 361 işçi ölmüştü…
-Fransa’da 1906’da benzer kazada 99 kişi yitirilmişti…
-1907’de Amerika’da maden patlamış 362 kişi canvermişti…
-1913’te İngiltere Galler’de madende göçük olmuş 439 madenci hayatını kaybetmişti…
Başbakan sıralıyordu…
Metot aynıydı; kaza literatüründen (!) bahsederek yüreği yanan, içi kan ağlayan halkın tepkisini dağıtmak ve bu usulü terapik blokaj yolu haline getirerek insanları sindirmek…
Halk hesap sormasın diye her zaman bu tür uygulamalar yapılmıyor mu!?
Bir yeni usulü de buna eklediler; Başbakan’ın kullandığı aracın kırmızı plakasını sökerek dikkatleri başka yöne çekmeye çalıştılar…
Yaşanan acı sürerken sergilenen değişik siyasal oyunların halkın gözünden kaçtığını sanıyorlarsa yanılıyorlar…
………………………… .
Değerli okurlar; geçen yazımda da söyledim, Hükûmet şehit işçilerin ailelerine gerekli her türlü maddi yardımı yapmak zorunda. Evi olmayanlara ev vermeli, çocuklarını okutmalı, hastalarını ücretsiz tedavi ettirmeli, çalışacak durumda olan işçi yakınlarına iş sağlamalı…
“Sosyal güvenlik mevzuatına göre, iş kazası veya meslek hastalığına bağlı nedenlerden dolayı ölen sigortalının hak sahiplerine, aylık kazancının yüzde 70’i, ölüm geliri olarak zaten bağlanıyor” diyerek yardım yapmaktan kaçınmamalı…
Çalışırken bin 300 ile bin 600 lira arasında ücret alan yine de geçinemeyen işçi ailesi, bin lirayla nasıl yaşayacak; çocuğunu okutmayacak mı, hastasını tedavi ettirmeyecek mi, ev kirası vermeyecek mi,
aç ve çıplak mı gezecek, yemeyecek mi, giyinmeyecek mi!
Gözümüz hükûmetin üzerinde; bakalım işletmeleri masaya yatıracaklar mı ve hayatını kaybeden işçi kardeşlerimizin geride bıraktığı yakınlarını ellerinden tutacaklar mı!
* * *
KİLO fazlam var; ağırlığım boyumla denk değil…
O nedenle şişman değil fakat toplu erkek sınıfına giriyorum…
Fazla kilolarımdan kurtulmam lâzım; “Yakışıklı olmak için değil sağlıklı olmak için” dedim ve yola çıktım.
O diyetisyen senin, bu diyetisyen benim…
Kapısını çalmadığım beslenme uzmanı da kalmadı…
Hepsi birbirinden farklı beslenme listesi verdi; günde kaç kalori almam ve ne kadarını yakmam gerektiğini söylediler; jimnastik hareketleri verdiler, yürümeyi ve yüzmeyi önerdiler…
Zayıflamak için yapmam gereken ne varsa birinin önerdiği diğerinin önerdiğiyle örtüşmedi…
Şaşırdım…
Dinlemediğim ya da kitabını okumadığım diyetisyen ve beslenme uzmanı kalmadı, ziraatçı Prof. İbrahim Saraçoğlu‘undan bile yararlanmaya çalıştım…
Prof. Canan Karatay‘a kulak verdim, kitabını okudum, fayda etmedi…
Kilo vermedim değil ama verirken kendi yöntemime sığındım…
Bu araştırmalarım sırasında da çok önemli bir şey öğrendim; onu da söyleyim, herkesin metabolizması ayrı özellikler taşıyor…
İnsan kendisine özgü metabolizmayı nasıl besleyeceğini keşfedebilirse ona göre yiyor ve yediklerini de ufak hareketlerle yakıyor, kilo almıyor…
Bana bunu emekli öğretmen olan aile dostumuz Birsen Hanımefendi anlattı. Hanımefendi yaşıtım, ince bir bedeni var, yağ yok, kilosu da boyuyla orantılı… Rahmetli eşi hekimmiş, uzun araştırmalardan sonra bu durumu saptamış. Mekânı cennet olsun…
………………………..
Dünkü bir gazetede ünlü bir profesör doktor, diyet yapanları uyarıyor ve “Yüksek proteinli diyetler zarar verir”diyor…
Prof. Canan Karatay da aksini söylüyor, insanın zayıflamak için bol protein ve yağ yemesini öneriyor.
Hem de kırmızı et ve tereyağı…
Bol bol da sızma zeytinyağı…
Bu durumda hangisine inanacaksınız?
Proteini zararlı ilan edene mi, “Yeyin” diye teşvik edene mi!?
Bu ülkede siyasetçilere güven olmuyordu, şimdi de bilim adamlarına güvenimizi yitiriyoruz…
………………………..
KİLO fazlam var; ağırlığım boyumla denk değil…
O nedenle şişman değil fakat toplu erkek sınıfına giriyorum…
Fazla kilolarımdan kurtulmam lâzım; “Yakışıklı olmak için değil sağlıklı olmak için” dedim ve yola çıktım.
O diyetisyen senin, bu diyetisyen benim…
Kapısını çalmadığım beslenme uzmanı da kalmadı…
Hepsi birbirinden farklı beslenme listesi verdi; günde kaç kalori almam ve ne kadarını yakmam gerektiğini söylediler; jimnastik hareketleri verdiler, yürümeyi ve yüzmeyi önerdiler…
Zayıflamak için yapmam gereken ne varsa birinin önerdiği diğerinin önerdiğiyle örtüşmedi…
Şaşırdım…
Dinlemediğim ya da kitabını okumadığım diyetisyen ve beslenme uzmanı kalmadı, ziraatçı Prof. İbrahim Saraçoğlu‘undan bile yararlanmaya çalıştım…
Prof. Canan Karatay‘a kulak verdim, kitabını okudum, fayda etmedi…
Kilo vermedim değil ama verirken kendi yöntemime sığındım…
Bu araştırmalarım sırasında da çok önemli bir şey öğrendim; onu da söyleyim, herkesin metabolizması ayrı özellikler taşıyor…
İnsan kendisine özgü metabolizmayı nasıl besleyeceğini keşfedebilirse ona göre yiyor ve yediklerini de ufak hareketlerle yakıyor, kilo almıyor…
Bana bunu emekli öğretmen olan aile dostumuz Birsen Hanımefendi anlattı. Hanımefendi yaşıtım, ince bir bedeni var, yağ yok, kilosu da boyuyla orantılı… Rahmetli eşi hekimmiş, uzun araştırmalardan sonra bu durumu saptamış. Mekânı cennet olsun…
………………………..
Dünkü bir gazetede ünlü bir profesör doktor, diyet yapanları uyarıyor ve “Yüksek proteinli diyetler zarar verir”diyor…
Prof. Canan Karatay da aksini söylüyor, insanın zayıflamak için bol protein ve yağ yemesini öneriyor.
Hem de kırmızı et ve tereyağı…
Bol bol da sızma zeytinyağı…
Bu durumda hangisine inanacaksınız?
Proteini zararlı ilan edene mi, “Yeyin” diye teşvik edene mi!?
Bu ülkede siyasetçilere güven olmuyordu, şimdi de bilim adamlarına güvenimizi yitiriyoruz…
………………………..
Dediğim gibi metabolizmanızı tanıyın ve ona göre beslenin. Bu tanımayı bir hekim vasıtasıyla sağlayabilir, diyetisyen yardımıyla da beslenmenizi düzenleyebilirsiniz!