Biz milliyetçiler her nedense eskiden beri okumayı sevmiyoruz. Yazılarımızın okuyucuları ve kitaplarımızın meraklıları 2000 trajı aşmıyor, aşıramıyoruz! Hâlbuki şu bir sayfalık yazının ne kadar zamanda yazıldığını tahmin edebiliyor musunuz? Ya kitaplar bazen yılı ve yılları alıyor. Bakıyorsun magazin türü kitaplar bile yüzbinler satıyor. Bu sebeble yayınevleri kazanamıyorlar diye kitaplarımızı yayınlamaya da yaklaşmıyorlar; çünkü netice itibariyle onlar da ticaret yapıyorlar.
Yazarlar hiçbir zaman kazanç peşinde değildir; kitaplarının yayımı onlar için itici güç oluyor. Hele okuyucudan bir mesaj aldık mı dünya bizim oluyor. Ne yapalım biraz maddi desteği de olmuyor dersek yalan söylemiş oluruz. İşte şöyle böyle 10 kitabınız varsa bir emekli maaşı da oradan geliyor diye düşünür, kendinizi teselli edersiniz. Masrafsız, insansanız bu para size yeter. Yalnız bir konu çalışırken kaynak sıkıntısı çektiğimiz zaman tefeciye düşen müflis tüccar gibi “Sahaflar”a dünyanın parasını yatırıyoruz, belimizi kıran bu! Akademisyenler kütüphanelerde çalışırken biz ”Alaylılar” hep kullandığımız kaynaklara sahip olmak isteriz.
Görüyorsunuz ya bir şey yazmak ne kadar zor. Buna karşılık okumak çok kolay; tatildesiniz içki ve eğlence huyunuz yoksa günde en az 100 sayfa okuyabilirsiniz! Bu ayda 3000 sayfa yapar ki, okumak eksersizi konuşmalarını düzene koyduğu gibi, kelime hazinenizi artırır ve bir aydın olarak 200 kelime ile konuşmak gibi bir zilletten kurtulursunuz. Yazımınız da gelişir; bugün yükseköğrenim görüp de hala hatasız bir mektup yazan insanımız parmakla gösterecek kadar azdır. İnsanımızın yüzde yüzünün okur-yazar olması neyi ifade eder? Eskiden okuma-yazma oranımız düşükmüş ama dünyanın âlimi yetişmiş! Bir de mahalle mektebi, idadi, medrese diye küçümseriz. Lâkin şimdi modern eğitimden daha eğitici bir sistemmiş ki şaşırmamak mümkün değildir.
Bizim gençliğimizde okuyacak şeyleri zor bulurduk; şimdi internetten indirilen çalışmaları bile günlerce okusanız bitiremezsiniz! Sosyal medya, internet medyası, yazılı basın, tv., radyo gibi araçlar sürekli emrinizdedir. Peki neden okumuyoruz? Daha donanımlı ve daha bilgili olsak kötü mü olur? Görüyorsunuz ki politikacılar bomboş insanlar; şöyle yarım saat irticalen konuşamadıkları gibi, hatasız iki paragraf yazamazlar! Çoğu hocanın tezi bir daha okunsa sınıfta kalır. İhtisas yapmış görünüyor ama ne konuşabilir ne de bugüne kadar bir şey üretmiştir.
Kitap yazma, özellikle şiir yazma bizde gelenek olduğu için küçük yaşlarda başlar. Şimdi yayın ve basım teknolojileri de bir hayli gelişmiş. Dizgi denen şey artık yok; yazdığınız şeyler düzenli ve hele dijital ortamda ise aynı zamanda baskı kalıbıdır. Yazılan herşey, eğer çok teknik konular ve düzenleme gerektirmiyorsa bir günde kitaplaşabiliyor. Hatta bazı yayıncılar işin kolayını bulmuş; yazarlardan katkı payı adı altında ve bir miktar kitap karşılığında işin maliyetinin iki katı kadar para alıp işi tam soygunculuğa dökmüşlerdir ki bu işte meselenin diğer yüzü. Yıllarca uğraşıp bir eser ortaya koyuyorsunuz, emeğinizin üç-beş kuruş karşılığını almak gerekirken cebinizdekini de veriyorsunuz.
En çok şikâyet edilen hususlardan biri de kitapların pahalı oluşu. Fakat kesinlikle pahalı kitaplar kalitelidir ve okumak için katlandığınız zahmete değer. Normal şartlarda yayınevleri maloluş bedelinin üç katını alarak fiyatlandırma yapıyorlar. Çünkü bayiler en az %40-50 iskonto ile alıyorlar. Dolayısiyle hasılatın yarısı gitmiş oluyor ki geriye 1,5 hisse kalıyor. Bunun da bir hissesi maliyet olduğuna göre yayınevleri ancak %10-15 arası kazanıyorlar ki bunun içinden gelir veya kurumlar vergisi de ödenecektir
Velhasıl yazanın da yayınlayanın da işi pek zor. O zaman en kolay iş okumak olarak görülüyor, ama neden okumuyoruz?