Ali BADEMCİ
Muhalefet partileri üçü bir ağızdan AKP’nin koalisyon tekliflerine “Hayır” diyorlar. Elbette Cumhurbaşkanı’nın seçim ortamında bütün siyasî partileri kucaklaması gerekirken ille de AKP için 400 vekillik istemesi ve tam kraliyet rejimlerinde görülen bir edâ ile “Başkanlık Sistemi” diye tutturup ülke idarî düzenini kökten değiştirmek arzuları, muhalefet partileri kadroları ve Genel Başkanları’na pervasızca saldırması şimdi siyaseti kilitlemiş bulunmaktadır. Elbette pirincin taşını ayıklamak şimdi yine makama düşmektedir, lâkin taşlar arasında pirinç görülmez hâle gelmiştir. Anlaşılan taşları değil önce pirinci ayıklamaya çalışacak fakat bu pirinç bir avucu doldurmayacaktır. Muhalefet partilerinin koalisyon için şartları ağır olabilir; fakat bu durumu başta Sayın Cumhurbaşkanı yaratmıştır, bırakın görüşmeyi muhalefet “Aksaray önünden bile geçmeyiz” diyor.
Ah şu Tayyip Bey milletin devlet düzeninin başına neler açtı! Kendi ruhunda ve manevî dünyasında halledemediği beynelmilel İslâmcı dayatmalar ile işe başladı. Elbette Türk Milleti Müslümandır; başörtüsü gibi basit meselelerle çıktığı serüveni maalesef “Siyasî İslâm”a dayadı. Hâlbuki halk arasında bu düşüncelerin taraftarı yoktu. Yanıldığını anlayınca son seçimlerde bir taraftan zatı alileri diğer taraftan Başbakan, bu söylemlerden vazgeçerek milliyetçi duygulara sarıldılar. Tabiî olarak bunun samimiyetine kimse inanmadı. Milliyetçilik için dünyaya kafa tutan ve ipe giden insanlarla milliyetçilik yarışını bir türlü rayına koyamadı ve 15 puanlık kayıpla Hükümet kuramayacak rakamlara düştü. Türkiye’yi tamamen bir Arap ülkesi veya Afganistan sandı. Başbakan Tayyip Bey’in “Mezhep” gözlüğü ile Suriye’yi “Stratejik Derinlik”ten rezalete çevirdi. Maalesef Suriye’de dökülen kanlardan Türkiye’nin sorumlu olduğu görüşlerinde haklıdır. Fakat AKP bu görüşlerinin doğruluğunu ileri sürenleri bile “Casus” olmakla itham etti! Bakınız şimdi ülke tam bir iltica ve “Mülteciler” memleketi hâline geldi. Son mülteci akını vazgeçilmez düşman ilân edilen Esad’ın önünden kaçanlar değil maalesef telâffuzuna bile tahammül edemedikleri “İslâmcı Terör”den kaçanlardır. Bu durumda bütün Suriye boşalacaktır.
Cumhuriyet devrinde Türkiye büyük zorluklar geçirdi; elbette bu zorluklarda herşeyden evvel coğrafî olarak Doğu ve Güneydoğu insanı daha çok eziyete uğradı. Ülkenin her tarafına yayılan ve büyük şehirlerde “Varoş” oluşturan “Doğudan Batıya “ göçleri sosyolojik olarak ancak bu şekilde izah edebiliriz. Bütün bunların üstünden “12 Eylül Darbesi” bir silindir gibi geçti . Elbette askerî kuvvetlere dayanan baskıcı rejim en fazla “Doğu Bölgesi”ne zarar verdi; fakat genel olarak ülke insanı derin zulme tabi tutuldu. Ülkücüler ve Marksistlerin çektikleri işkenceler üzerine yeteri kadar yayın vardır. Bu sebeble 20 yıl kadar süren bu ağır baskıların Doğu ve Güneydoğu’da sadece Kürt oldukları için Kürtler’e uygulandığı görüşleri doğru değildir. Kürt olmadığı halde dünya kadar insan hücrelerde aynı Kürtler gibi hayvan pisliği yemiş ve birçok günahsız insan da “Sağcı-Solcu” diye asılmışlardır. Bunlar arasında bir tane Kürt yoktur. Hatta meseleyi 1968’e kadar indirseniz 12 Mart’ın da aynı şekilde olduğunu kabul etmek zorunda kalırsanız. Ne Deniz Gezmiş, ne de Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Kürt değildi.
Teşhisi doğru koymak lâzımdır: Bu ülkede Amerikancı sömürgecilere en evvel Türk Marksistlari kazan kaldırdı. İstihbarat karşı hareket olarak milliyetçileri ve ülkücüleri kullanmak istedi ise de bunu başaramadı ve “Sağ-Sol” kamplaşmalar oluştuğu halde Ülkücüler “Ne Amerika Ne Rusya Bağımsız Milliyetçi Türkiye” diye haykırdı. Bizler sokaklarda bu filmin oyuncuları idik. Fakat cezaevlerinde birbirimizi tanıdık ve aynı kökten geldiğimizi pekâla anladık. 12 Eylül öncesi olaylar “Babailik” den çok farklı değildir. O günlerdeki başkaldırılarda Kürtler ya yok yahut da tek tük idi; dolayısiyle bu mücadeleye sonradan iştirak ettiler. Tıpkı daha evvel Anadolu’da meydana gelen hareketler gibi.
12 Eylül’ün İslâmcılar’a hiç zararı olmadı; aksine tam Amerikan siyaset mühendislerinin çalışmaları istikametinde önce Özal sonra da Tayyip Bey ile önleri açıldı. Bu ülkede 12 Eylül mağduru bir İslâmcı gösteremezsiniz. Çünkü onlar daha “Cihad” zamanı gelmediğine inanıyorlardı ve insanları “Allah İle Aldatarak” işlerine güçlerine bakyorlardı; bir karı yerine dörde kadar evlenerek, keyf üzerine keyif yaptılar. Bugün İslâmcı’nın ve İmam Hatipli’nin fukarasını bulamazsınız. Fakat ülkücüler ve Marksistler, sonra dahil olan Kürtler açtır. Yıllarca cezaevinde yatıp işkence gördükten sonra 45’li yaşlarda evlenen bu mağdurlar cezaevinin hastalıklarından tek tek göçmeye başladılar. Sağ- Sol ayırımı yapılması da doğru değildir; bunun zamanı da değildir ve bir ABD adlandırmasıdır, hepsi bizim milletimizin insanlarıdır.
Şunu da ilâve etmek isteriz k Marksist ve ülkücülerin ezilmişlikleri elbette unutulması mümkün değilken, Kürtler bu işi terör önderliğinde milli duygulara tahvil ettiler. İşte çarpıklık ve yanlışlık buradadır; eğer diğer mağdurlar da böyle yapsaydı ülkenin hâli daha kötü olurdu. Bu sebeble son seçimlere kadar aynı kökenden gelmelerine rağmen Marksistler Kürtçülüğe ilgi göstermediler. Çünkü şartlar ne olursa olsun bir zamanlar birbirimizi boğazlamamıza karşılık Türk Marksistleri vatansever insanlardır; sözüm ona İslâmcılar gibi vatansız ve milliyetsiz değildir. Şimdi mi aklınız başınıza geldi, diyemezsiniz! Çünkü milliyetçileri marksistler anlamadı! Elbette bizler tarihi materyalizmi reddediyoruz; fakat şimdiki düzgün “Türk Solu”na fazla söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Ülke içinde her türlü görüşü elbette tartışabiliriz, netice alırız veya almayız, sonuç olarak biz bir milletiz.
Son seçimlerde Türk Marksistler’in oyunu almayı başaran silâhlı Kürt hareketi inşaallah durumunu muhafaza eder ve yanlışlık yapmaz. İslâmcılar’ın reçetesi ayrıcalığa ve ayrılıkçılığa yöneliktir Onların “Çözüm Süreci” gibi söylemleri katiyen samimi değildir ve eninde sonunda Kürtler’i bir yerlere yamayacaktır. Bizler Türk Milliyetçileri olarak Kürtler’in bir yerlere yama olmasını istemiyoruz. En az biz de onlar kadar hatta misli ile eziyet çektik. Elbet bir Kürt mağduriyeti varsa bu onların kimlikleri ile ilgili değildir; hatta işi bu düzeye indirirseniz ben başta ülkenin bir “Türk Sorunu” vardır. Siyasi İslam beynelmileldir, bir yerlerin direktifleri ile yürümektedir. Ülke insanları olarak biz kendi aramızda meselelerimizi, daha kolay hallederiz. Ülkede “Anasır ve Ekonomik” düşünceler sebebiyle görüş ayrılığı varsa da çatışma ortamının yaratılması katiyetle mümkün değildir. Siyaseten hata da yapılsa biz bu ülkenin hangi inançtan ve hangi kimlikten olursa olsun her ferdini kendimizden biliyoruz ve seviyoruz. Elbet ülke unsuları bize Türk Dünyası’ndan daha yakındır.