
Ergun KAFTANCI
–BURAYA cami yapın…
-O yeşil alanı imara açın…
-Ağaçları kesin, kestiğiniz alanı yol yapın…
-Buradan oraya, 30 km uzunluğunda metro inşa edin…
-Şurayı görüyor musunuz, işte o güzergâha duble yol yapın…
-Denizin dibine kadar yolunuz var, inin tüp geçit inşa edin…
-Üç çocuk istiyorum, lâfımı dinleyin…
–Çankaya Köşkü‘nü Ahmet’e verin, o kullansın…
–Huber Köşkü ile Vahdettin’in Köşkü’nü benim için hazırlayın…
-Başbakanlığın emrindeki helikopterle uçağı, külliye envanterine aktarın…
-Kurşun geçirmez son model lüks aracı Diyanet İşleri Başkanımıza verin…
-O ihaleyi iptal edin…
-Kupon arazileri bana sormadan kimseye vermeyin…
-Meclis Başkanlığı’nı bizden birine verin…
-Aday yapacaklarınızı bana sorun…
–Milletin a…. koyacağız diyen müteahhite göz kulak olun…
-17-25 operasyonuna bulaşan polisleri ve savcıları sanık sandalyesine oturtun…
-Ağzına TÜRGEV sözcüğünü alan ve Bilal’i diline persenk edenler hakkında “Hakaret” davası açın…
-Şaibeli polisleri meslekten atın…
-Paralelci yargı mensuplarını derdest edip deliğe tıkın…
-AKM’yi yıkın, yerine otopark yapın…
-Geziye kışlayı kondurun, Taksim’i beton meydanına çevirin…
-Meydanı mitinglere kapatın…
-Trafiği düzenlerken beni dinleyin…
-Faizleri indirin…
-Zamları bindirin…
-Halkı bezdirin…
………………………… ……
Bunlar ve benzeri talimatlar hep aynı ağızdan çıkıyor…
Peki bu ülkede, çeşitli alanlarda ilerlemeyi, yenilenmeyi, düzgün hale gelmeyi sağlayacak mekanizmalar, yasalar, kararnameler, kurumlar yok mu?
Varsa neden onlar çalışmaz da muhteremin ağzı çalışır!?
Gerçek demokratik ülkelerde bir kişi konuşup, ona buna talimat yağdıramaz. İnsanlar bilir ki mekanizmalar konuşur, yapılacak her iş ilgili mekanizmalarda ele alınır ve hayata geçirilir.
Bunun yapılmadığı yerlerde tek kişinin sultası egemendir; o kişiye de bal gibi diktatör denir!
* * *
BİR ülkeyi yönetenler onu geri mi götürmekle yükümlüdür, yoksa ileri götürmekle mi!?
Elbet de ileri götürmekle…
Bizi yönetenler aynı kafada değil…
Geriye götürerek günümüzle geçmişimiz arasında köprü kurduklarını sanıyorlar. Cumhurbaşkanlığı sarayına isim üstüne isim koydular olmadı. Şimdi Osmanlı’yı hortlatmak için “Külliye” demeye başladılar. Bunu demek için de Melih Gökçek‘in Atatürk Orman Çiftliği arazisinden ayırıp verdiği o muazam alana cami yapıldı, rezidans yapıldı, kütüphane yapıldı, mini hara bile yapıldı…
İyi güzel de neden külliye?
Osmanlı döneminde Arap vilâyetlerinde medreselere külliye denirdi…
Ona, o günlere mi özeniyoruz!?
Oysa “Cumhurbaşkanlığı kampüsü” ya da “Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi” denilemez miydi?
Saray lâfı ağır bulundu da külliye lâfı cuk mu oturdu?
Bilemiyorum…
Tek bildiğim, ileri değil geri götürülmekte olduğumuz!
* * *
KATAR emirinin Tayyip Bey‘e hediye ettiği 53 Arap atını Cumhurbaşkanlığı kadrolarında çalışan at bakıcıları Eskişehir’de teslim almış…
Atlar karantina altında, daha sonra Beştepe’ye getirilecekler ve onlar da külliyenin mensubu olacak…
Neden bu kadar çok at hediye edildi?
Meğer Tayyip Bey at binmeyi öğrensin ve düşmesin diye en seçkin atlar gönderilmiş. Biri olmazsa belki öteki olur, sırtından Erdoğan’ı atmaz…
At, akıllı, uysal ve fedakâr bir hayvandır…
İnsanın kendisine beslediği sevgiyi anlar ve iyi dost olur.
Yeter ki at binmesini ve sevmesini bilelim!