
Ali BADEMCİ
Ülke çapında IŞİD-PKK-DHKPC ve diğer küçük terör unsurlarına karşı operasyonların devam ettiği en yetkili kişilerce ifâde ediliyor. Bu operasyonların sonucu olarak terörün demokratik ortamda “silâha karşı silâh” düsturu ile çözüleceği bilhassa vurgulanmaktadır. 1000’in üzerinde gözaltı gerçekleştirilmiş fakat ilk sorguları sonucu 26 civarında tutuklama yapıldığı açıklanmıştır. Elbette mahkemeler titiz olarak çalışmaktadır; bunlara saygı göstermek gerekmektedir. IŞİD ve DHKPC hergün konuşulmuyor; fakat PKK kalleşçe güvenlik görevlisi öldürmeye devam ediyor ve analar kan ağlıyor. TV’lere gelen açıklamaların verdiği mesajlardan tahrik olmamak ve ağlamamak mümkün değildir. Evet ve mutlaka, 2000 öncesine dönülmüş bulunmaktadır. PKK’nin sivil görünen kanadının da akıllanması mümkün değildir; geçen gün bir köpek “PKK tükürse Türkiye’yi boğar” gibi abuk subuk lâflar ediyor ve tam bir “Halk düşmanı” ağzı ile konuşuyor. Tabii bunun doğrusu millet tükürse bir avuç tükrük ile PKK boğulur! “Vur-kaç” eylemleri dünyanın hiçbir haklı mücadelesinde mazur görülmeyeceği gibi bunun adı da “Gerilla-Komitacılık” değildir; nihayet bu işin de tartışılacak yanları vardır! Fakat kalleşliğin; uyuyan insanları, askeri şahısları eşlerinin gözü önünde öldürmek savaşlarda bile görülmez! Sivil PKK’nin bu işin adını “Savaş” koyması da yanlıştır; bu işin adı bellidir: Kahbelik ! Dünya savaş tarihleri de bu deyimi aynı manada kullanır.
Şartlar ne olursa olsun Cumhurbaşkanı ve Hükümet’in önceki tutumlarına bakan kamuoyu nedense operasyonları inandırıcı bulmayan bir kanaate sahiptir. Elbette operasyonlarda öldürülen insanlarla övünmek düzenli orduları örgüt seviyesine düşürür. Fakat bu operasyonlar yol kesmeyi, haraç toplamayı, insanları dağa kaldırmayı engelleyebiliyor mu? Güneydoğu’da Orta ve Batı Anadolu olduğu gibi halk sokaklarda serbestçe gezebiliyor mu, eğlenebiliyor mu, ertesi gün rahatlıkla işine gidebiliyor mu? İşte esas mesele budur ve bu sorulara maalesef operasyonların kaçıncı gününde müsbet cevap vermek mümkün değildir! Sebebleri nelerdir hiç düşündünüz mü?
Elbette Devlet “İç ve Dış Mutabakat” derken belli anlaşmalar ve çalışmalar yapmıştır. Herkes biliyor ki Güneydoğu’daki feci durumun müsebbibi İmralı ve Kandil’dir. Aydınlarımız bu komuta merkezlerini; yani İmralı’yı Teoriasyen ve Kandil’i de sempatik bir Pratik olarak görsünler; durum hiç de böyle değildir. Gördük ki İmralı için söylenen Önder sözlerine çoğu zaman Kandil itibar etmemekte ve ülke içindeki 1500 civarındaki silâhlı güç de Kandil’i dinlemektedir. Netice itibarı ile İmralı devletin elindedir ve eli-kolu bağlıdır; müsaade edin Öcalan burada “Marksist Gerilla” hakkında bilgilerini artırsın.
Şartlar ne olursa olsun HDP hareketi en az seçim ortamından gelen demokratik bir hareket olması gereklidir. Gerçi Güneydoğu’da oylar silah zoru ile toplanmıştır, ama ülkenin diğer yerleri için aynı şey söylenemez. Hatta bizim gibi düşünenler bu harekete rey verip içinde yer alan Marksist ve Alevi unsurların onlara çeki-düzen verebileceğini bile düşünmüştür. Bu konuda Kandil denen merkez kimseyi dinlememekte ve HDP’ye bile iyi gözle bakmamaktadır; anlaşılıyor ki daha kana doymamışlardır. Elbette kaç zamandan beri olduğu şekilde, Güneydoğu böyle bırakılamazdı; ne derseniz deyin herşeyden evvel Operasyonlar söylem ve kamuoyuna takdim itibariyle doğrudur, ki başka çaresi de kalmamış veya çare bırakılmamıştır.
Görülüyor ki bataklığın kendisi ve ilk ve son müsebbibi İmralı değil, Kandil’dir. Elbette Önder diye hitap edilen İmralı üzerinde baskılar yoğunlaşacaktır; bu baskılar daha evvel hakkı olmadığı hakları kullanma alışkanlığı çevresinde cereyan etmektedir. Bu şartlar altında Devlet İmralı’dan verilen mesajlarla yönetilen karşı güçlere mutlaka vasıta olmayacaktır. İmralı bir mahkuma tanınan hakları kullanmaktadır; buna kimsenin diyeceği yoktur. Fakat hâlâ silâhlı unsurların ülkeyi terketmemesi herhalde yapılan istihbarat görüşmelerine uymamaktadır. Bu şartlar altında çok iyi bilmediğimiz Barış Süreci Kandil tarafından yapılan ayaklanmalar ve güvenlik kuvvetlerine saldırılar ile rafa kaldırılmıştır.
Şu Kandil, Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’ni de geçmiş tam bir devlet görünümündedir. İç ve dış bağlantılar derken artık Kandil’in ortadan kaldırılması bir mecburiyettir; çünkü XIII. asırda yaşamıyoruz, devlet ve askeri teknolojilerin ne durumda olduğunu biliyoruz. Yeterse yeter Kandil ne zaman ortadan kalkacaktır? Kalkarsa ancak millet bu operasyonların ciddiyetine tam olarak inanacaktır. Hükümet de ancak böylece gerekli veya gereksiz şüphelerden kurtulabilecektir.
Hoşçakalın.