
Ali BADEMCİ
Son birkaç yıldan beri dünya gündemine oturmuş olan Uygur Dramı bütün dehşetiyle devam ediyor. Dünyanın en büyük nüfusa sahip devasa bir ülkesi tıpkı ilk ve orta çağlarda olduğu gibi devlet silâhlı gücünü kullanarak bir avuç insanın sırtına çullanmış bulunuyor. Türk ırkı uzun İslâmi yıllarda dünyanın her tarafına dağıldığı için artık geleneksel Türk-Çin efsanelerini de XXI. yüzyılda çoktan aşmamız gerekiyor. Çin Seddi’nin ne için yapıldığını sorgulamamıza da gerek kalmamıştır. Fakat dünyaca ünlü Sinolog W.Eberhard’ın “Çin tarihini Türkler başlatmıştır” şeklindeki[1] tesbitlerini hatırlatmaktan geçemiyoruz. Bu kadar acı-tatlı hatıraların yaşandığı iki milletten sayıca az olanın üzerine kalabalık olanların bu derece ve vahşice yüklenmesini çağımızın modern görüşleri ile de izah etmek mümkün değildir. Elbette klâsik Pan-Türkizm gayretleri içerisinde değiliz; artık siyasi görüşler yerini kültür milliyetçiğine bırakmış, hatta insanlığın müşterek meselesi haline gelmiştir. Bu yazıda evvelki dönemlere girmeden XIX. yüzyıl sonundan günümüze Uygur Türkleri’nin siyasi ve kültür durumlarını birkaç yazı bir parça ile incelemeye ve kamuoyuna daha net mesajlar vermeye çalışacağız.
Bir kere şunu peşinen göz önünde bulundurmamız gereklidir ki, bugünkü dünya Türklüğünün hem Oğuz, hem de Karluk menşei Uygur soyu ve ülkesine dayanmaktadır. Karahanlılar’dan başlayarak Türk Moğolları’nın Çağatay Devleti Fergana – Karabalasun – Ordukent bölgesidir ve bugün Sincan Uygur Özerk Bölgesi ile anılan Kaşgar-Urumçi’dir. Bu sebeble bu bölgede Türk varlığı günümüzde öne çıkan basit bir etnik ayaklanma değildir. Bu topraklar bin yıllardan beri üzerinde yaşayan insanların öz vatanıdır. Bir asırdan beri bu bölgeye yerleştirilen Düngen adlı Çin Müslümanları’nın da nüfusları Uygurlar’dan çok fazla olmasına rağmen gerçeği değiştirememiştir. Çin siyaseti bu bölgeye “Sonradan Kazanılmış Toprak” anlamında Sinkiang demesine karşılık dünya siyaset literatüründe Doğu Türkistan diye adlandırılmakta olup yüz ölçümü Türkiye’nin iki katından fazla 1.828.418 kilometrekaredir.
Doğu Türkistan 1760 yılına kadar müstakil yaşamıştır ve Hunlar – Göktürkler – Karahanlılar – Uygurlar gibi devletlerle tarihimiz tamamen müşterektir. Ancak zikredilen tarihten itibaren geleneksel Türk-Çin mücadelesi başlamış ve Türkler’in batıya yönelmesiyle nüfusları bir hayli artan Çinliler azınlık durumunda kalmış olan Uygurlar’ın başına çökmüştür. Uzun süren bu mücadelelerde Uygur yönetimine hâkim, İslâmi sanılan Hocalar Decvri’nin çok büyük ihanetleri sözkonusur.[2] 1755-1865 yılları arasında iç muhalefet ve delâleti arkasında kalan Çin zulmüne karşılık Hocalar, Üç Turfan, Ziyavdin, Cihangir Hoca, Yusuf Hoca, Yedihoca, Veli Han Töre, Kuçar-Döngen çok büyük isyanlar olmuştur.[3]
1865’den sonra Doğu Türkistan tarihinde üç büyük dönem ve son durum özellikle dikkatimizi çekmektedir. Bu yıllardan başlamak üzere asrın sonuna kadar Rusya Batı Türkistan’ın tamamı ile Doğu- Batı Türkistan arasındaki stratejik Fergana Vadisini kanlı mücadeleler sonucu ele geçirmiştir. İşte Hokand veya Fergana Hanlığı adı verilen Türk Devleti’nin muktedir Komutanı Yakup, Rus Çar Generali Kropatkin’e kan kusturarak ömrü ancak 14 sene sürebilen Atalak Gazi adlı bir devlet kurmuştur.[4] Ne yazık ki İngilizler’den umduğu yardımı alamayan Yakup Han 1870 tarihinde devletini Osmanlı İmparatorluğu’na bağladığını ilân etmiş; Sultan Abdulaziz tarafından bu biat kabul edilmiş, kendisine “Sure-i Feth’in fetvası ile müzeyyen bir Sancak ve üzeri Tuğray-ı Hümayuna işlenmiş bir saat ve yakası murassa ve sırma ile mamul bir Hil’at ve 500 Mushaf-ı Şerif” [5]gönderilmiştir.
Atalak Gazi Devleti ve Yakup Han’ın hem Rus hem de Çin istilâcılarına karşı kahramance mücadelesi herşeyden evvel Uygurlar’ı XX. yüzyıla taşıyabilmiş; ancak hür dünyanın ilgisizliği ve devam eden mücadeleler cumhuriyet isteklerini kamçılamıştır. Bu dönemde II. Mançu İstilâsı (1876-1911) Çin’i de güçsüz bırakmış, hiç olmazsa bunlar karşısında Uygurlar nefes alarak, ağırlıklı olarak Rus ve Çin milliyetçileri ile 1933’e kadar yoğun mücadeleler vermiştir. II. Dünya Savaşı ortamında 10 yıl Doğu Türkistan’da Rus hakimiyeti sözkonusudur; ancak bu mezalim biter bitmez belirsiz savaş sonuçlarından faydalanan Uygurlar 1944’de Şarki Türkistan Cumhuriyeti [6] adı ile yeni bir olşum meydana getirmeyi başarmışlardır. Fakt 1949’da bu sefer Kızıl Çin zülmü başlamıştır. Daha sonra Türkiye’ye yerleşip İstanbul’da 17 Aralık 1995’de Hakk’ın rahmetine kavuşan, İsa Yusuf Alptekin du edevletin genel sekreteri ve dünya Uygur Diasporası’nın ilk lideridir. Bugün Uygur bağımsızlık mücadelesinin bayrağını bizim kuşağımızdan Rabia Kadir 1990’lı yıllardan beri taşımaktadır. Şüphesiz ki Türkiye’deki Doğu Türkistanlılar’ın çalışmaları da pek önemlidir ve Sürgün Hükümeti Başbakanı İsmail Cengiz’in sesini de duymalıyız; o bizim elimizde büyümüştür.
Muhabbetle.
Dipnotlar:
[1] Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, TTK, Ankara 1947, s.30-35.
[2] İklul Kurban, Doğu Türkistan İçin Savaş, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1995, s. 43-64.
[3] A.g.e.,71-80.
[4] İsa Alptekin, Doğu Türkistan Dâvâsı, Otağ Yayınları, İstanbul 1973,s.124-125.
[5] A.g.e.,s.127.
[6] İklul Kurban, Şarki Türkistan Cumhuriyeti ( 1944-1949), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1992, s. 17.

Doğu Türkistan’ın Çin Ülkesi’ndeki Konumu

Gerçek Doğu Türkistan Haritası

Yakup Han ve Şarki Türkistan Cumhurbaşkanı Hoca Niyaz(Solda)

Efsanevi Kahraman Osman Batur ve İsa Yusuf Alptekin(Urumçi-1948)

Uygur Diyasporası Lideri Rabia Kadir

İsa Yusuf Bey’in Bu Satırların Yazarına Küçük Bir Hatırası

İşte Bir Katliam Örneği