
H. Nurcan YAZICI
Kafes’e yorum yazmak için sadece iyi bir sinema eleştirmeni ya da izleyicisi olmanın yetmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ülkücü mücadelesini, o dönemle ilgili bilmemiz gerekenleri bilmeden, hatta filmi hiç izlemeden yapılan yorumları, hem emeğe, hem yitip gidenlerimize haksızlık olarak gördüğümü ifade edeyim.
Daha filme gitmeden evvel, hafızamı biraz yokladım.(Gerçi ben o döneme ait hiçbir şeyi, hiçbir anımı, hiç ama hiç unutmayanlardanım. İsimler hariç)
Sonra da, yaşanmışlıklara ve yaşan(a)mamışlara, hatıralara şöyle bir göz attım… İhtiyacımız olan, gönül gözümüzün ne gördüğü, yüreğimizin ne hissettiğiydi çünkü… En son olarak, bir şehit ailesini telefonla arayarak “Kafes filimi” hakkında ki yorumlarını aldım.
Film hakkında ki düşüncelerimi yazarken; Hassasiyetim şehitlerimize, o günlerden bugünlere, maddi dünyadan hiçbir şey beklemeksizin, ülküsünü kendisine dava edinmiş, “dava” adamlarımızaydı. Maddi ve nefsi duygularımın kalemime dolaşmasına izin vermeden dilimi, bazı değerlerimize olan sorumluluğumuzu göz önüne alarak kullanmalıydım. İşin teknik yönüne girmeden, kimseyi gereğinden fazla öne çıkarmadan, ya da yok saymadan. Hissettiklerimizi paylaşmaya çalışacaktım. Ülkücü benliğim bunu gerektiriyordu…
*****
“…biz vardık yaşadık. Gerek Tanrı gerek insanlar gerekse kanunlar karşısında suçlu veya suçsuz olabiliriz, ancak hiçbir menfaat gözetmeden bir gayeler zinciri uğruna doğru ya da yanlış, düşe kalka mücadele verdik; ‘sevdik, nefret ettik, yaşadık, öldük’… Bizi kanatlandıran hislerimizi, safiyetimizi hiç kimse inkâr edemez. Kısacası bizi inkâr etmek, yok saymak imkânsız. Yarınki nesiller bizi nasıl yâd edeceklerdir bilinmez ama bildiğim şudur ki; tarihe adımızı kazıdık ve bizi sevenler de oldu. Gönlümüzdeki sevgi kaynağı var oldukça onu bulabileceklerdir, geç de olsa…
Oh Tanrım!..
Ne dünyalar kurmuştuk. Şahitsin senin için değil miydi doğrularımız ve yanlışlarımız. Günahlarımız…Anlıyorum şimdi…Ama onları yaparken hep sen vardın gönüllerde…. Ne acılar yaşadık. Ama onlarla anlıyorduk hayatı ve onlarla bir manası oluyordu yaşamanın. Hiç olmazsa farkına varıyorduk çağın, dünyanın yaşamının…” (Kafes-Lütfü Şahsuvaroğlu)
Yorumuma başlamadan, filme kaynak olan ‘Kafes’ romanından bazı alıntıları sizinle paylaşmak istedim.Her cümlesi bir kapı açıyor önünüze, anılar içinde kayboluyor, çıkmak için yine o günlerden yardım alıyorsunuz… Tıpkı romandaki gibi, filmi izlerken de, her karesine kendinizden bir şeyler ekliyor, hikâyelerinizi gömüldüğü yerden ayağa kaldırıyorsunuz… Cümle hazır, sahne kurulmuş. Yapacağınız tek şey, filme kendi hikâyelerimizi eklemek.
*****
Açıkçası ilk duyduğumda, böyle bir çalışmanın sonlanacağına dair pek inancım yoktu. Bir aşktan yola çıkılarak, bir davanın yüreklerde nasıl devleştiği anlatılacaktı. Konunun ele alınış biçimi beni fazlasıyla memnun etmişti.Ülkücünün yüreğine inmeden, gencecik yaşta, inandıkları için nelerden vazgeçtiklerini ortaya koymadan, o günlerin ve yaşanılanların ve de ülkücü olmanın anlamını vermek mümkün müdür?
Filme giderken heyecanlı, mutluydum. Zaman zaman kendimle yaptığım dertleşmelerime bir muhatap bulacağım düşüncesiyle… Karanlık bir ortam. Birileri size sizi anlatıyor. Ağlıyorsunuz gören yok. Konuşuyorsunuz duyan yok.
“Birden bire bir tokat yemişçesine sarsıldım yatsı ezanını duyunca. Yıllar var ki, yaban ellerde kalmış bir insan gibi bu sese irkildim. Hem ürküttü, hem sevgiliye karşılaşmışçasına mutlandırdı beni. Yeniden yakalayıverir miydim kaybettiklerimi? Bir zamanlar elimde olan şeylerim. Şimdi, öyle uzakta, erişilmez görünüyorlar ki!.. Beni ben yapan vazgeçilmez olması gereken esaslarımdan yaşama biçimlerinden, ibadetlerimden uzaklaşmanın sancısını duyuyorum şimdi…”(Kafes)
“Orada ne gördün?” diye soranlara; bütün şehitlerimizi, dava arkadaşlarımı, yiğit Sivaslıyı, inançla yola çıkılan bir davanın büyüklüğünü ve Başbuğumu gördüm.
Bu nokta da, öz eleştirimi yapmadan geçemeyeceğim. Beyaz perdede izlediklerimiz, yani o günler, mücadele adamları ve gül yüzlüler, oradan bizi seyretselerdi, onlar bu tarafta ne görürlerdi acaba?
*****
Bunun cevabını, (1977-1980) tarihlerinde, iki kardeşini birden şehit vermiş ülkücü bir ablamız verdi.
“Nurcan Hanım, bizler, birçok şehit ailesi, uzun zaman, ‘bir arayan soran olur mu’ diye çok yollara baktık. Birçok aile, bir vefa, bir evlatlık beklediler. Davanın yaşaması, insani değerlerimizin yaşatılmasıydı; lakin vefasızlık da yaşatıldı… Hatıralar unutuldu. Kimse emanetin büyüklüğü altında ezilmedi. Dursun Önkuzu’ya benzemeliydik… Bakın yaptıklarımıza, gidişatımıza, hangimiz onlara, o gül yüzlülere benziyoruz. Onların rızasını kazanmak için kaçımız davamızın sorumluluğunu tam anlamıyla kucakladık. Davaya sahip çıkacaklarını umduğumuz insanların nefisleri bile kendilerinden on adım önden gidiyor… Şehitlerin evlerini ziyaret ediyor muyuz? Adreslerini biliyor muyuz?
Vefanın hizmetin ilk basamağı olduğunu, çoktan unuttuk. Bakın o şehitlere hangimiz onlara benziyoruz?..
80 öncesi, kardeşim tehditler almaya başladığında, evden abdestsiz çıkmamaya çalışırdı. Öldüğünde ağzı oruçlu gitti. Bütün isteği Allah’ın rızasını kazanmaktı. O şehitlerin hiç birinin, partide bir yerlere nasıl gelirim, vekil, danışman, başkan nasıl olurum gibi hesapları yoktu. Onların tek dertleri ‘din, devlet, bayrak…’ Yaptıkları mücadele’nin hakkını vermek, Allah’a kulluk etmekti.
Nefis nefse bulaşırmış. Nefsinin peşinde olanlar maalesef zamanla bu hırslarını davamıza bulaştırdı. Birilerine dünyalık, makam mevki hoş geldi. ‘Dava adamlığı nasıl olur?’ unutuldu. Daha doğrusu unutturuldu. Şimdi soruyorum size, ideallerinizde, şehitlerimizin inancını görebiliyor musunuz? Filmi izlerken, şehitlerimizi yanınızda hissedebildiniz mi? Biz imtihanımızı vefasızlığımız yüzünden veremiyoruz.
Şehit ailelerinin gözleri hala kapıda… Onları kendimize komşu yapamadık… Onlara evlat, bacı, kardeş olamadık…Allah Resulü(S.A.V) diyor k, “seven sevdiğini özlermiş”… Onların seveni olup, özlemlerini gideremedik.
Bu sohbet ve dertleşmeden sonra daha ne yazılabilirdim ki?..
“Bir of çekişe sığabilen duygularımızı, çektiklerimizi kitaplar dolusu ifade etmek mümkündür. Yaşanılan hiç bir anın unutulması kabil değildir. Er geç neslimizin eserini yazacak biri çıkacaktır. Bekliyorum onu.”(Kafes)
Bizim gönül dünyamıza ‘Kafes’ böyle vurdu…
Emeği geçen herkese, ışıkçısından oyuncusuna, yönetmenine, filmi sahiplenerek destek verenlere, özellikle değerli yazar, sanatkâr dava adamı Lütfü Şahsuvaroğlu’na çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.
Son olarak,
Kafes, Ülkücünün nefes aldığı, ülkü yüreklerin tazelendiği bir filim…
“Filmin tamamı Başbuğ!”; Böyle gördük, böyle yazdık…
Kim ne niyetle yaparsa yapsın.
Kim hangi gözle bakarsa baksın.
Sahip çıkışımız bu noktada…
Şehitlerimizin ruhu şad olsun. Helal etsinler haklarını, hala onların itibarıyla geçinen bizlere…
“Onlar hem şehitlerimiz, hem de şahitlerimizdir. Yarın huzur-ı ilahide de bana şahitlik edecek olanlar, onlardır…” Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ