
Ergun KAFTANCI
KENDİ işine bakacağına ona buna lâf yetiştiriyor…
Türkiye’nin tartışılmaz sorunu sistemsizlikmiş…
Sistem olsaymış, ülke çift başlı bir yönetim anlayışından kurtulurmuş…
Açıkça “Başkanlık sistemi şart” diyemiyor, lâfı döndürüp dolaştırıp oraya getirmeye çalışıyor…
Ne şiş yansın, ne kebap kafasında…
Anlayana…
………………………… ………………..
“Çift başlı olduğumuz için işler tıkır tıkır yürümüyor” görüşünde..
Tayyip Bey de aynı görüşte, Burhan Kuzu da, bilcümle yandaş da…
Adam, bakanlığına ilişkin sorunlara eğileceğine başkanlık isteğine, hem de iki büklüm olarak eğiliyor…
Tabasbus ehlinden olmalı!
Başkanlık konusunu, kafasında şekillendirmekle görevlendirilecek en son kişi olan muhteremin durumdan vazife çıkararak öne fırlamasını, bir parmağın burnu delik çoraptan fırlamasına benzetiyorum…
İkisi de fırlamalığı gösteriyor ya…
………………………… ………………..
Yanlış şeyler söylüyor…
Dünyada yığınla ülkenin çift başlı yönetim tarzını benimsemiş olduğunu göremiyor. Oysa o ülkelerin başarılarını ve gelişmişliğini görebilse…
Dönecek…
Aklı sıra tepeye yaranacak ya, güzel ve doğru olanları o nedenle görmek istemediği anlaşılıyor.
Bir de korku var içinde…
Dönse “Döneklik” ile suçlanacak…
……………………. ………………………
Çoğu ülkede, demokratik parlamenter sistemin gereği, devlet ve hükümet başkanlıkları ayrı ellerdedir değerli okurlar…
O ülkeler yıllardır sorunlarını bu sistemle çözüyor…
Biz çözemiyorsak demek ki kusur sistemde değil, ülkeyi yönetenlerde. Sistemin değişmesiyle o insanların değişeceğini sanmak da tipik safdillik…
………………………… ………………….
Tekrarlayalım…
Türkiye’de sorunlar siyasetçiden kaynaklanıyor, sistemden değil.
O nedenle başkanlık sisteminin ülkemize bir katkısı olacağı kanısında değilim. Sistem olsa olsa kişiye, partiye, iktidarda olana katkı sağlar.
Şunu da hatırlatalım; katılımcı demokrasilerde tek başlılık da olmaz…
……………………. ………………………… ..
Başkanlık sistemine geçmeden önce evrensel demokrasiyi, özgürlükleri, hukuku ve adaleti toplum olarak iyice özümsememiz lâzım; evvel emirde bunları baş tacı etmeyi becermeliyiz….
Bir diğer önemli husus da şu; ülkeyi ve toplumu, kutuplaştırma sürecine sokmamak, ayrıştırma yoluna ve ötekileştirme eylemlerine bulaştırmamak gerekiyor; öncelikle de, bunlara tevessül edenlere fırsat vermemeyi öğrenmeliyiz.
Başkanlık sistemi belki o zaman!
* * *
RAKI Festivali olur mu?
Burası Türkiye, her nanenin, her haltın festivali olur…
Rakı festivali, ayranın milli içecek olarak ilan edilmesinden sonra yerini “Kebap ve Şalgam Festivali”ne bıraktı. Adana’da artık bu isim altında festival düzenleniyor…
Bu arada “Milli içkimiz hangisi” tartışması da başladı. Tayyip Bey ayran demişti ya, bazı çevreler milli içki olarak ayrana sarıldı.
Oysa ne rakı, ne ayran milli içkimiz; milli içkimiz kımız, yani mayalandırılmış -Fermante edilmiş-kısrak sütü…
Osmanlı’ya kadar kımız içildi; Osmanlı döneminde ise mey, yani şarap milli içki düzeyine çıkarıldı.
Padişahlar içer miydi?
İçenler oldu; II. Mahmut, Yavuz Sultan Selim , 4. Murat, Fatih Sultan Mehmet, hangi birini sayayım…
………………………… ……………………
Adana’daki festivali silahlı saldırganlar basmış…
Neden de içki…
Toplumu yönlendirme politikasının sonucu işte bu…
İnsanların özel hayatına, sigara ve içki içme yasağı koyarak karışma modası, taa yıllarca öncesine dayanıyor. Ailelere önerilen “Üç çocuk yapın” kampanyası başlangıç noktası….
Önce çocuk sayısına ilişkin öneri, ardından alkol ve sigara kısıtlaması geldi…
Hani kimsenin özel hayatına karışmayacaklardı; uçkuru çözmeye de, sigara içmeye de, alkol tüketmeye de karıştılar…
Kebap ve Şalgam Festivali‘ni basanlara bakın; ya AKP’lidir, ya dinci…
Bu tür kısıtlama kampanyaları nelere yol açıyor görsünler…
……………………. ………………………..
Ayrıca…
Ahali, bu baskını yapanların her türlü bok yemelerine karışıyor mu ki onlar ahalinin içkisine filan karışıyor…
Laikliğe karşı çıkmak suretiyle dinciliği tahrik edenler, alkole de karşı çıkarak aynı mihrakları harekete geçirdiklerini görsünler…
Ülke bu tür zıtlaşmalarla nereye gider onu da düşünsünler.
* * *
YANLIŞ bilmiyorsam Sur ilçesi Diyarbakır’ın merkez ilçesi…
Teröristin cirit attığı alanlardan biri…
Burada durmadan sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Yasak bir konuyor, bir kaldırılıyor. Halk, başka yerlere gidip yerleşme çabasında…
Televizyonda gördük, binalar delik deşik, dükkânlar kapalı, hayatın tükendiği yer haline getirmişler Sur‘u…
Sadece Sur değil ki, birçok ilçe de Sur gibi, ya yangın yeri görüntüsü veriyor, ya savaş alanı görüntüsü…
Geçen gün teröristlerin ellerindeki silah ve mühimmata ilişkin bir yazı okudum.
Hayret ki hayret…
Canilerin ellerinde Rus yapısı silahlar da var, ABD yapısı silahlar da. Alman ve Fransız silahlarıyla mühimmatını da kullanıyorlar…
Bu ülkeler de -Rusya’yı geçin- sözde dostumuz ve müttefikimiz…
Bu silahları ve mühümmatı elbet de silah tüccarları sağlıyor ama dost ülkeler o tüccarları tanımıyor mu?
Neden heriflerin silah ticareti yapmalarına imkan sağlıyorlar…
………………………… ………………….
Terörle ha deyince başa çıkamayışımızın bir nedeni de bu, hem de kahredici neden…
Atılan dost kazıkları!