
Babür Hüseyin ÖZBEK
Küçük teknelerin dümen başlarına takılan ve dümeni istenilen tarafa basmaya (çevirmeye) yarayan ağaç veya demir manivelalara yeke denir. Normal (adi) ve boyunduruk yeke (1) olarak iki şekilde adlandırılırlar. Biz, denizcisi bile denizden uzak, öyle bir toplumuz ki yazan-çizenleri bile mesleğinin dışında sadece lâf üretiyor, dağarcığından bir şey çıkarıp ortaya koyamıyor.
Düşünüyorum: Beştepe’de oturan, ülkeyi yöneten R.T.Erdoğan’ın kullandığı yeke normal bir yeke mi, boyunduruk yeke mi? Daha düne kadar has dostlarımız bugün bize uzak, bize ters, ayrı telden, ayrı politikalarla karşımıza çıkıyorlar.
Ellerindeki yeke ile tekneyi, yani bu büyük ülkeyi yönetenler, istikrarlı sulara, güvenli rotalara doğru yelken açamıyorlar, baştan – pruvadan bizi silkeletiyor, sarsıyor, güven duygumuzu zedeletiyorlar.
Kara bulutlar Anadolu semalarını kaplamış, acaba yarın ne olacak korkusu ister istemez kafalara takılıyor. Ülkenin kalbi Ankara’nın göbeğinde en güvenli olması gereken yerde askeri servis araçlarının arasına dalan bomba yüklü özel araç patlatılıyor. 28 şehit, 61 yaralı. Diyarbakır, Lice ve İdil’ de de 8 şehit ve yaralılar var. Sanki ne kadar şer kuvvet varsa üzerimize yürümeye, çullanmaya hazırlanıyor.
***
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığından Beştepe’ye gelen adam yekeyi eline aldı. O günlerden beri çizdiği rotada ilerliyor. Hey, Sayın R.T.Erdoğan! Çevren, idare ettiğin toplum huzursuz, güven duygusu kayboldu, sosyal yapı sarsılıyor.
Has, özü tuzlu suya sevdalılar Silivri’de hapishanelere girerken birilerine rüzgâr pupadan tam destekle esti.Barbaros’un Ankara’daki koltuğuna oturdu. İşte şans buna derim ben! T.Bülent Bostanoğlu, “Orada otururken birazda hoşgörülü, alçak gönüllü ol!” diyeceğim, ama nerede! Hep söylerim, “oldum olası adalete inanmam.”
“Bay 28” hangi dümeni kullanıyorsun, normal mi, boyunduruk yeke mi?
RÜZGÂRLAR PRUVADAN SERT ESİYOR
İlkokul yılları idi, belki 2’inci veya 3’üncü sınıfta idim (1952 – 53). Köyümdeki yaşlı insanlar konuşurken o günlerde Kore’ye giden Türk Tugayı’ndan, İstiklâl Harbi’nden ve 70 – 75 sene önceki 93 Harbi’ni (1877 – 78) her andıklarında üzüntü, korku, Rus nefreti ve acaba yarınlar nasıl olacak sıkıntısının sardığını anlardım. J.V.Stalin Boğazlar, Kars ve Ardahan’ı istemişti, hem de yeni (1945). O insanların, o çocukların dedeleri, babaları, amcaları o cephelere gitmiş, ama çoğu dönmemiş, dönenler de gazi. Onların da elleri, kolları veya gözlerindeki aksaklıklar çalışmalarına mani idi.
Yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik hat safhadaydı. Uzun süre, gıdada bile karne ile yaşanan, sıraya geçilen günler oldu. O günlerdeki yaşamın çekilmez olmasındaki asıl sebeplerin başında savaşlar ilk sırayı tutuyordu.
Acaba, gene Türk – Rus savaşı mı çıkacak? Ufuk kararıyor da! Zira haber kanalları şehit törenleri ile beraber derdine çare arayan ana – babaların çığlıkları ile kaplı.
Halk sıkıntılı, çoğumuz fırtınaya tutulmuş gibi (Akdeniz çanağındaki kısa seyirlere benzemeyen fırtınalar) geminin baştan gelen çok sert fırtınaların etkisi ile güvertelerden ta köprüüstüne kadar sular altında kalması; acımasız, soğuk ve sert rüzgarların baskısı ve o da yetmiyormuş gibi sancak ve iskele güvertelerden hücuma geçmesi, hastalanmış yaşlı bir insan gibi inim inim inleyen, karinadan ana direğin tepesine kadar; titreyen, kurtar beni dercesine sulara girip çıkan yaşlı bir teknenin kurtulmak istemesi. Pasifik’te sanki Mindanao – Osaka seferini yapıyor. Tekne yüklü olmasa daha çok yıpranır, personeli yorar ve hatta acaba batacak mıyız gibi bir korkuya da itebilir. Bugün ise yolda, işte, evde ülkenin hemen her yerinde böyle bir endişe var.
Türk halkının o zamanlar yaşadığı korkulu, endişeli günler bugün sanki gene geri geldi. Dost, düşman, güneyden, güneybatıdan ve bütün Suriye hududu boyunca cephe genişleterek, hızlanarak geliyor. Bizde toplum olarak bir çaresizliğin olduğuna inanmıyorum. Ama Murphy Kanunları gibi her şey de tersine gidiyor, iktidar yetersiz, dost, dost değil yılan, düşman azılı dişlerini gösteriyor, ama Türk milleti bu güçlüğü yenecek, çünkü omurgası sağlam. Sığlıkta topuk atlar gibi, zedelense de hasar büyümez.
DOST – DÜŞMAN NASIL DA BÖYLE BİRLEŞEBİLDİ?
Yetkili yetkisiz, sorumlu sorumsuz herkes konuşuyor, herkes üzgün. 17 Şubat 2016 akşamüzeri saat 18:31’de Ankara da Askeri Yüksek İdari Mahkemesinin bulunduğu Merasim Sokaktaki cinayeti, alçak pusuyu takip eden 24 saat içinde küçük gibi görünen, ancak çok çok büyük birkaç dış gelişme oldu:
Rusya’nın Birleşmiş Milletler (BM) temsilcisi Vitaliy Çurkin Kommersant gazetesine verdiği demeçte; “Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyini topçu ateşine tutmaya devam etmesi halinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) Rusya’nın inisiyatifi ile tekrar toplanması, yazılı karar çıkarılmasını isteyecektir. Biz ABD ile Suriye konusunda hiç bu kadar yakın olmamıştık. Bu şans kaçırılmamalı.” diyor.
Çiçeği burnunda, etkili, yeni bir büroda oturan PKK’nın Suriye’deki siyasi kanadı PYD (Demokratik Birlik Partisi’nin)Moskova temsilcisi Rodi Osman: Rusya yönetiminin federasyon amaçları için kendilerine destek olma sözü verdiğini, buna güvenerek PYD’nin silahlı gücü YPG’nin (Halk Savunma Birlikleri’nin) Kuzey Suriye’de ilerlemeyi sürdüreceğini söylüyor, demeçler veriyor. Bizim 910 km. hududumuz ve geçmişi asırlara dayanan bir Türkmen varlığımız mevcut iken, emperyalist “Rusya’nın burada ne işi var?” diye siz sormaya devam edin.
Madalyonun diğer yüzünde ise sözde dostumuz, müttefikimiz Amerika ile Rusya arasında umulanın ötesinde canlı, görünür bir işbirliği oluştu... ABD yönetimi Rusya’ya Suriye deki özel kuvvetlerinin konumlarını (Bulundukları Mevkileri) ileterek Moskova yönetiminden bu bölgelere hava saldırısında bulunmamalarını istedi. ABD Hava Kuvvetleri Merkez Komutanı Başkanı Korgeneral Charles Brown 18 Şubat’ta Pentagon’da gazetecilere; “Onlardan (Rusya’dan demek istiyor ) koalisyon güçlerinin bulunduğu alanları vurmamalarını istedik. Bu hava ve karadaki kuvvetlerimizin güvenliğini sağlamak için…” dedi.
Aynı bölgede Ruslar Türkmenleri vuracak Amerikalıları kollayacak.
Tabii, 4 Temmuz 2003’te Amerikan askerlerinin Kuzey Irak Süleymaniye’de Türk Özel Kuvvetleri Karargahı’nı basıp 11 Türk askerinin başına çuval geçirilmesini, buna sebep olan sonra da ABD Genel Kurmay Başkanı olan Orgeneral Pace’in hareketini de unutmuyoruz, unutmayacağız. Daha sonra Ankara da,“Talihsiz bir olaydı keşke hiç yaşanmasaydı…” dese, günah çıkarsa da.
Ülke kan gölü, bi şekilde yönetiliyor. Dümende – yekede olan Beştepe sakini Sayın R.T. Erdoğan sizce başarılı mı? Hani şans eseri bir mevkiye gelmiş, “Uzatmalı Amir”, “Bay 28” R.Bülent Bostanoğlu gibi. Tekne (ülke) akıntılarla değil, dirayetli kaptanlarla (liderlerle) yönetilebilse idi herhalde bugünlerden farklı olurduk.
- – Gemici Dili- Lütfi Gürçay, T.C. Deniz Basımevi İst. 1962. İkinci baskı.