Necdet EKİCİ
Emin Can, On beşin üzerinde şiir kitabına imza atmış, hakkında bitirme tezleri hazırlanmış fakat ismi Hatay sınırlarının dışına çıkmamış Dörtyollu bir şairdir.
“Edebi kişiliği” ve “sanatı” üzerine elbette çok şey söylenebilir. Ve söylenmelidir de…
.Üslubundaki coşkulu ve yiğit eda; mısralarına taşıdığı motif ve desen zenginliği, belki de bu coğrafyada mayalanan kültürel bir imbikte damar ve hayat bulmasındandır. Zira Dadaloğlu ve Karacoğlan Çukurovalıdır ve kendilerinden sonraki birçok ozana da ses ve söz vermişlerdir. Dörtyollu Aşık Emin CAN, böyle bir çizginin sentezi ve folklorik bir zincirin belki de son halkasıdır.
Emin CAN,gerek sevda şiirlerinde olsun,gerek tabiat ve vatan eksenli şiirlerinde olsun, daima yerli ve millidir. O, gün olur gönlünün sultanını bir Karacoğlan yüreği ile severken ; gün olur Türk’ün şanlı geçmişini bir Dadaloğlu hançeresiyle haykırır:
“Tarihi açayım her sayfa sayfa,
Bizde gürül gürül Türklük kanı var!
Altaylardan, Sakarya’dan Tuna’dan
Dünyayı titreten Türklük sanı var.”
İslam hak dinimdir,şuheda benim
Anadolu’m son durağım yurt benim.
Öz Türkçe konuşur dilim Türk benim,
Kültiğin’den,Kaşgarlı’dan dilim var.”
Bu yiğit eda, tabiat şiirlerinde inanılmayacak şekilde zarifleşir,ebrulaşır ve narin bir gelinciğe dönüşür.Benim de çok sevdiğim ”Hüddüdüm”, duyuş ve imge zenginliği açısından böyle bir şiirdir.Şair bu yörelerde ‘hüddüdü’ adı verilen gelincik-gelineli çiçeği ile söyleşir,ona bakın nasıl gönlünü açar:
“ Ekinler içinde ne de güzelsin
Gelin boylum, kara gözlüm, hüddüdüm.
Gelip geçen yolcuları süzersin
Gelin boylum, kara gözlüm, hüddüdüm.
Önce kızarırsın,ala dönersin,
Sonra yaşlanırsın kola dönersin,
Eşin mi terk etti,yola dönersin,
Gelin boylum,kara gözlüm, hüddüdüm.
Böyle kırmızıyı gülden mi aldın?
Böyle narin boyu yardan mı aldın?
Böyle güzelliğin nurdan mı aldın?
Gelin boylum,kara gözlüm hüddüdüm.”
Kader ile çizilmiştir halimiz,
Hüddüdüye uğrak oldu yolumuz,
Konuşuruz,anlaşılmaz dilimiz,
Gelin boylum,kara gözlüm hüddüdüm.”
Onun gönlü bir renkl mevsim,bir kınalı türkü de olsa dili, “VİRANE GÖNLÜ” , “NAR ATEŞİ”yle korlu; “CAN EVİ” derinden yaralıdır.Çünkü onu ‘takatsiz’ bırakan ; ‘ağlamaktan Yusuf-u Kenan’ yapan’ ; ‘aşka yenik’ düşüren bir ‘şeyma ceylan yüreği’, ‘birYusuf rüyası’ vardır.
Bir ‘VEFASIZ’ vardır.
Bu sebeple o,kendisi gibi bir gözleri ahuya meftun;
“Ala gözlüm ben bu ilden gidersem,
Zülfü perişanım kal. Melul melul.
Kerem et aklından çıkarma beni,
Ağla göz yaşını sil melul melul.
diyen Karacoğlan’a daha yakın bir duruşu vardır.Zira Aşık Emin CAN’a “SİYAH GÜL” taktıran da uzun siyah saçlı bir “Mehlika Sultan” veya bir başka “Mihriban” dır.
Gün olur, o ‘vefasıza’ bir deli poyraz olur eser,nice ahlar gönderir. “Yıkılmam, bükülmem” de dese “DİKENLİ GÜL” karşısında yaslı, yaralı ve zayıftır. “Unuturum, kolay” sözü kendisini kandırmaktan başka bir şey değildir. Zira yaranın izi derindir ve “kanadıkça izi kalmaktadır.”
Ve “AHUZAR”,sadece yaralı bir yüreğin ‘sevda gurbeti’ değil, ‘AŞKIN’ müthiş bir felsefesinin yapıldığı trajik bir senfonidir:
“Dil lal olur, gönül uzak kalınca
Her aşığı bir ahuzar kocatır.
Hele ondan bir de ayrı kalınca
Bir ayrılık, bir od, bir har kocatır.
Kadere mi yansın kadersize mi?
Nedamet duymayan kedersize mi?
Onun bu halinden habersize mi?
Aşığı vefasız bir yar kocatır.
Ölüm Allah emri, emir haktır da,
Kimsenin şüphesi haşa yoktur da,
Aşık dokuz canlı, canı çoktur da,
Aşığı her seher bir hal kocatır.
İstemem hazine, yari verseler,
İster ağlatsalar, ister gülseler,
Dahası Fizan’a ,çöle sürseler,
Sultansız saraylar, bir şar kocatır.” (Emin CAN)