HAYATIN DEĞİŞMEZ GERÇEĞİ DEĞİŞİM
Doç. Dr. Fahri Maden
Yeniliğe karşı çıkan, yenik düşer (Ahmet Ulukaya).
Kâinatta değişmeyen tek hakikat değişimdir. Mevcudatı kendi varlığından var eden Cenab-ı Allah “O her an yaratma (şe’n) halindedir (Rahman, 29)” buyurarak, âlemleri ve galaksileri her an yeniden yaratmakta olduğunu, bu yaratışın sonsuz tecelliler şeklinde sürüp gitmekte bulunduğunu, ayrıca kâinatın devamlı genişletildiğini (Zariyat, 47) Kur’an’da haber vermektedir. Allah Resulü “İki günü eşit olan zarardadır” buyurarak kâinattaki bu her an devam eden yaratılışa ve değişime uyum sağlamayı öğütlemektedir. Bilim dünyasında değişim denilince akıllara ünlü filozof Heraklitos’un “Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir” sözü gelir. Müspet ilimler de kâinattaki bu değişme ve gelişmeye ışık tutmaktadır. İnsan vücudundaki hücrelerin sürekli yenilenmesi, insan kalbinin devamlı bir halden başka bir hale geçişi, ölüm gelip hayatın sona ermesine değin sürmektedir. Tüm bu işleyişe ve değişime insanın sosyal yaşamında ve günlük hayatında ayak uydurması gerekir. Keza “Her şeyin her an süratle değiştiği şu âlemde insanın değişmesi, değişken olması gayet tabiidir, fıtratın gereğidir.” (A. Ulukaya, Esintiler, 1996, s.19) Bu itibarla insanın vaktini en faydalı ve değerli amellerle değerlendirmesi ve kendini yenilemesi arzu edilen bir haslettir. Nasıl ki baharla birlikte tabiatta gözle görülür, harikulade bir değişim kendini göstermektedir, o halde bizler de üzerimizdeki bu atalet ve miskinliği bir kenara bırakıp yeni bir güne merhaba demeliyiz. İrfan ehlinin ifadeleriyle “Her son yeni bir başlangıçtır.” (A. Ulukaya, Esintiler, 1996, s.82) ve “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım”dır.
Oysa insan mevcudu korumak eğilimindedir. Çünkü insanı alışkanlıkları yönetir. “Değişim insanların güvenlik duygularını tehdit eder, çünkü her değişiklik belirsizlik içerir.” Ancak mevcudun korunması için ne kadar inatçı ve ısrarcı olunursa olunsun; zaman, yeniliği ve değişimi onaylamaktadır. Yani değişimden kaçış mümkün değildir. Kişisel gelişiminde değişim sağlayamayan insanlar mesleki tükenmişlik veya bunalıma girebilirler. Bu noktada insanın bir disipline bağlı olması ve o disiplin içerisinde belirli bir hedef doğrultusunda ilerleme kaydetmesi işini kolaylaştırır. Öte yandan insanın ön yargılarını ve şartlanmalarını değiştirmesi kolay değildir. Tolstoy’un ifadesiyle herkes dünyayı değiştirmek ister, fakat kimse kendini değiştirmeye yanaşmaz. Ahmet Hamdi Tanpınar bu durumu “Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın.” ifadesiyle bir başka açıdan ele alır. Durum böyle olunca okuduğumuz, konuştuğumuz her şey ön yargılarımızı yansıtır. Neticede ön yargılar insanın, insanlığın kültür mirasından istifade etmesini zorlaştırır. Dünyaya kendi at gözüyle bakar.
Değişime direnmenin faydası yoktur. Üstadımız Ahmet Ulukaya, “Hayat, senin için seyrini değiştirmez. Uyum zorluğun varsa kendini değiştireceksin“ demektedir. Siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, hâsılı hayatın her alanında değişim kaçınılmazdır. Bu sebeple insanın ve toplumun değişime açık olması ve kabullenmesi gereklidir. Ahlaki, milli ve manevi değerler dışında insanı ilgilendiren her hususta mutlaka yeniliğe ve değişime açık olmak lazımdır. Yoksa ilerleme kaydedemeyiz. Durağanlaşma ve çürüme başlar. Akışı olmayan, durağanlaşan madde bozulur, çürür ve kokar. Özellikle teknolojinin bu denli geliştiği günümüz toplumunda değişimin ne olduğu daha kolay anlaşılmaktadır. Değişimden korkmamak gerekir. Ancak toplum olarak her ne kadar göçebe yaşamdan ve kültürden geliyorsak da kolay kolay değişime adapte olamıyoruz. Alışkanlıklarımıza ve şartlanmalarımıza, bilhassa bağımlılıklarımıza sıkı sıkıya bağlıyız. Onları terk etmek adeta dünyanın sonuymuş gibi bir his meydana getiriyor. Evet insan bazı güzel alışkanlıklarını ve hasletlerini mutlaka korumalı ve geliştirmelidir. Ancak yeri ve zamanı geldiğinde de kendini değiştirmekten geri durmamalıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden biri kendini geliştirmesi ve değiştirmesidir. Burada ölçü ve denge nedir? Üstadımız Ahmet Ulukaya’nın ifadeleriyle bu dengeyi şu şekilde sağlamalıyız: “Yenilik adına eskiyi inkâr etmek, karalamak ne kadar yanlışsa, eskinin hatırına değişime ve yeniliğe karşı çıkmak da o kadar yanlıştır. Yenilik ve değişim toplumun değişmeyen yasasıdır. Yaşamak için ayak uydurmak mecburiyetindeyiz. Tabiî bizi biz yapan millî ve manevî değerlerimize sahip çıkarak.” (A. Ulukaya, Esintiler, 1996, s.21) Yine Üstadımız Ulukaya’nın 19 Mart 1995 tarihinde arkadaşlarıyla yaptığı sohbetindeki şu ifadeleri tarihi geçmişimiz açısından değişime ayak uydurmanın ne anlama geldiğini açıklamaktadır: “Osmanlı o günkü değişime, teknolojiye ayak uydurabilseydi çöker miydi? Çökmezdi. Demek ki biz Türkiye olarak insanımızı yedi yüz sene evvelki anlayış ile teknik ile yönetmeye kalkar isek bugün de bu değişime ayak uyduramaz, çökeriz. Allah korusun elimizdeki bu Türkiye Cumhuriyeti toprakları da gider. Değişime ayak uydurmak mecburiyetindeyiz. Teknolojiye ayak uydurmak mecburiyetindeyiz Müslümanlar.”
Dış dünyada sözünü ettiğimiz bu değişime İslam dünyası uyum sancısı yaşamaktadır. Adına ne dersek diyelim, ister Arap Baharı, ister Afrika Baharı, isterse Medeniyetler Çatışması, İslam dünyasında bir kabuk değiştirme durumu kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştır. Burada Batı etkisi ve itici gücü inkâr edilemez bir faktördür. Ancak değişmeyen ve çağın gereklerine ayak uydurmayan toplumların ayakta kalması ve yaşam şansları azalmaktadır. Medeniyet şairin dediği gibi “tek dişi kalmış canavar” olduğu gibi, bilgi çağı ve bilginin hızla yayılması ve değişmesi ister istemez toplumları ve toplumların inanç dünyalarını sarsmaktadır. Dünyadaki bu değişim olumlu ve müspet neticeler vermesi beklenirken, artan dünya nüfusu ve kaynakların hor kullanılması beraberinde dengelerin değişip iklim ve doğada olumsuz değişiklikleri de beraberinde getirmektedir. Bu noktada insanoğlu adeta bindiği dalı dibinden kesmekte, yaşam için en elzem olan su ve oksijeni hızla tüketmektedir.
Teknoloji son yirmi-otuz yıldır çok hızlı bir değişim ve ilerleme kaydetmiştir. Daha bugün uzayda bir kara deliğin resminin çekildiği haberi yayılmıştır. İnsanoğlunun bu merakı ve baş döndürücü bir şekilde gerçekleşen teknik ilerleme Allah’ın ezeli ve sonsuz ilmini düşündüğümüzde gayet normaldir. Keza Allah’ın iradesi de sürekli bir değişim yönündedir. İnsan her haliyle bu değişimi farkında olarak veya olmayarak yaşamaktadır. Üstadımız Ahmed-i Garibulllah doksanlı yıllara ait sohbetlerinden birinde “Siz her gelişinizde farklı bir Ahmetle karşılaşıyorsunuz, fakat farkında değilsiniz” buyurmuşlardı. Nitekim tasavvuf yoluna intisap eden salikin bir halde ve makamda takılıp kalması düşünülemez. Sürekli bir seyir hali ve terakki, seyri sülukun zorunluluğudur. Aksi takdirde yolcu aynı dairenin etrafında dönüp durmaya ve kendini tekrar etmeye başlar. “Her an bir yaratışta” olan Allah’ın sonsuz tecellilerini müşahede ettikçe insan “insan-ı kâmil” olma yolunda mesafe kat eder. Bu değişim ve dönüşüm seyri süluk makamlarında yukarı ve aşağı (rücu ve nüzul) şeklinde kendini gösterir. Böylece kemal gerçekleşir ve mürşid-i kâmil mertebesine erilir. Günümüz cumhuriyet tarihi mutasavvıflarından Üstadımız Ahmed-i Garibullah bir gönül insanı olarak bu değişim ve dönüşümü yaşamıştır. Tevhid mertebelerinde “Her an bir yaratıştadır” ayet-i celilelesinin tezahürü olarak ilerlemiş, daha sonra cem makamlarında farkı cemle güçlendirip, cemi farkla taçlandırmıştır. Dış dünyada yaşanan bunca değişime yöneldiğimiz gibi insanın iç dünyasındaki bu kemale erme ve terakkiye de, enfüste ve afakta Allah’ın delillerinin temaşa edilmesi noktasından değerlendirmek yerinde olsa gerektir. Günümüz tasavvuf ehli, Melamet Piri Üstadımız Ahmet Ulukaya kendisiyle yapılan bir röportajda “Tasavvuf, toplumsal değişim ve gelişmeye engel teşkil eder mi?” sorusuna: “Kesin olarak etmez… Tasavvuf değişim ve gelişime mani değildir. Değişim hayatın değişmeyen yasasıdır, zorunludur, gereklidir.” cevabını vermiştir. O halde hayatı okumasını bilen her şuurlu insan, her anı, her günü cihat anlayışıyla, yani hakikat yolunda bedeni, ilmi ve her türlü mücadele içerisinde yaşar. Gevşeklik, atalet ve tembellik göstermez. Her daim azim ve gayret içerisinde olmayı şiar edinir. Allah Resulü’nün “Günde yetmiş defa tövbe ederim” sözünün her dem yeni manevi yükseliş ve terakkisinden ileri geldiğini, geçtiği makamların gereği olduğunu kavrar. Bizler de başımızdaki mürşid-i kâmilin telkinlerine kulak verip her an bu değişime açık olmalı, kendi şartlanmalarımızı bir kenara bırakıp yeni irfani bilgilerle maneviyat yolunda adım atabilmeliyiz.
İnsanca Dergisi, Sayı 111, Mayıs-Haziran 2019, s.12-15.