Milliyetçilik Kutsal Bir Bencilliktir
Kenan EROĞLU
Yabancı kavramlarla ve şablonlarla Türklük izah edilemez. Türklük ancak Milli tarih şuuru ve bilgisi ile anlaşılabilir ve anlatılabilir. Prof. Dr. Osman Turan hocanın “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi” kitabında anlayıp anlattığı gibi.
Bilinmelidir ki; Milliyetçilik kılıcı, böler ve birleştirir.
Avrupa’da Milliyetçilik kişiliklere çocukluktan beri sindirilmiştir.
Biz de milliyetçilik ve milli-dini duygular kişiliklere sindirilememiştir. Milliyetçiyim diyen insanlar için de bu durum geçerlidir.
Avrupa’da milliyetçiliğin lafını etmezler ama insanlarının milliyetçi olması için anaokulundan beri bir takım kurallar yerleştirerek insanlarının milli olmasını sağlarlar. Mesela Fransa’da Komünistler de Fransız’dır, Milliyetçiler de Fransız’dır. Liberaller de Fransız’dır.
Bizde ise Komünistler ne Türk ne de Müslüman’dır, Türklüğü ve İslamiyet’i reddederler. Ayrıca sağda bulunan bazı guruplarda da böyle bir çarpık zihniyet vardır.
Bizde milliyetçiliğin çokça sözü edilir, millilikten, milliyetçilikten, Müslümanlıktan sıkça bahsedilir. Siyasiler vs. sıkıştıklarında “bizde milliyetçiyiz” diye başlayan nutuklar atarlar. Ama işin özünde insanlarımızın milli duygularla donatılması sağlanamamaktadır.
İsmail Gaspıralı’ya göre; Millet aynı dil ve aynı din mensuplarından meydana gelir.
Ziya Gökalp’a göre ise; Dini dinimden, dili dilimden olan benimdir, Müslüman’ın Türkçe konuşanı Türk’tür.
Gökalp’a göre Atlarda ırk aranır, insanda ırk aranmaz.
Bize göre milliyetçilik milli değerleri korur.
Bizim için öteki diye bir şey yoktur. Bize göre öteki “şeytandır” ve kötüdür.
Bu yüzden Türk’ün tarihi düşmanları yoktur. Düşman bildiği yoktur. Bizde düşmanlık şiiri yoktur.
Bizi yeryüzünde düşman görenler çoktur ama bizim düşmanlarımız fasa-fiso kabilindendir. (Rumlar ve Ermeniler gibi)
Bizde son zamanlarda gelişen bir takım düşmanlıklar, Türk milletinin öz yapısından gelmez. Bu düşmanlıklar daha çok tahsil yapmışlar arasında gelişen “Oryantalist” fikirlerin yansımasıdır.
Balkanlardan göçen, sürülen, katledilen insanlarımız İstanbul’a geldiklerinde orada bulunan azınlıklara saldırma gibi bir düşünce taşımamışlardır.
Batılı insan okuyunca daha çok milliyetçi oluyor ve kendi milletinin menfaatini gözetiyor.
Biz de okuyan ve yüksek tahsil gören milliyetçilikten ve milli değerlerin korunmasından uzaklaşıyor. Milliyetçiyim diyenlerin büyük çoğunluğu da bu guruba dahildir.
Genel olarak söyleyecek olursak Aydın; Kendi milletinin kıblesine doğrulmuş insandır.
Aydın; Milletinin aydınıdır.
Aydının evrenseli yoktur.
Bizde kendilerini aydın olarak görenlerin çoğunluğu, ister sağda olsun ister solda olsun milletinin aydını değil bir başka ülkenin aydını gibi davranır.
Bizde Türk Milliyetçiliği “Balkan acısı ve Çanakkale zaferi” üzerine doğmuştur.
Kendi öz güvenimizi kazanmak zorundayız. Kendi özgüvenimizi milli duygularla ve milli şuurla güçlendirmeli ve bu özgüvenin de Tarih şuuru ve hamasi duygularla sürekli beslenmesi lazımdır.
Yapılan her şey, özgüveni zedeleyecek şekilde olmamalıdır. Özgüveni güçlendirici faaliyetlere önem verilmelidir.
Sakarya’ya kadar gerileyen tarihi sarkaç yükselişe geçmiştir.
Her türlü faaliyetlerimizi bu yükselişe göre ayarlamalıyız.
….
Türk’ün bulunduğu yer vatanıdır.
Nerede bir evliya kabri varsa orası da vatandır.
Bayrak nereye, Türk oraya.
Birbirinden haberi yokken bile bir biri gibi hareket eden topluluk millettir.
Bu yüzden Milliyetçilik, kutsal bir bencilliktir.
…..
Birinci dünya savaşı sırasında çeşitli yerlerde meydana gelen (beklide batılıların kışkırtmaları sonucu meydana gelen) Arap isyanları bizi İslam dünyasından ayırdı.
Öte yandan bu ayrılığa Cumhuriyetle birlikte devlet eliyle batılılaşma/batılılaştırma ve dinin sosyal hayattan çıkarılma faaliyetleri de etkili oldu.
Öte yandan Türk Milliyetçiliğinin doğuşuna da vesile olan Balkan savaşları Cumhuriyet döneminde görmezden gelinmişti.
Geçmişte, İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1944 Milliyetçileri suçlayan nutku bizim Türk dünyasından kopuşumuza sebep olmuştu.
Burada bir parantez açalım;
(İsmet İnönü 19 Mayıs 1944 tarihinde 19 Mayıs stadyumunda şunları ifade ediyordu: “Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Bu bakımdan cumhuriyeti iyi anlamak lazımdır. Milli kurtuluş sona erdiği gün, yalnız Sovyetlerle dostluk ve bütün komşularımız eski düşmanlıklarının bütün hatıralarını canlı olarak zihinlerinde tutuyorlardı. Herkesin kafasında, biraz derman bulursak sergüzeşti, saldırıcı bir siyasete kendimizi kaptıracağımız fikri yaşıyordu.
Cumhuriyet kuvvetli bir medeniyet yaşayışının şartlarından bir esaslısını, milletler ailesi içinde bir emniyet havasının mevcut olmasında görmüştür. İmparatorluktan son zamanlarda ayrılmış olan komşularıyla da iyi ve samimi komşuluk şartlarının temin edilmiş olmasını, milletin saadeti için lüzumlu saymıştır.
Görülüyor ki, milli politikamız memleket dışında sergüzeşt aramak zihniyetinden tamamen uzaktır. Asıl mühim olan da bunun bir zaruret politikası değil, bir anlayış ve bir inanış politikası olmasıdır. Ancak bu inanışa vardıktan sonradır ki, etrafımızda bulunan milletleri daha yakından tanımak imkânlarını bulduk. Nereden zarar gelir ve nereden zarar gelmez, bunu ayırt etmek için zihinlerimizde ayarlı ölçüler hâsıl oldu. İçerde milletin hayrı ve saadeti için çalışma ve dışarıya karşı milletin emniyet ve müdafaası için lazım olan tedbirler, salim ölçülerle gözümüzün önünde belirdi. Ve nihayet asırlar ve asırlar süren köklü düşmanlıklar yerine, yirmi sene gibi kısa bir müddette hürmet ve itimat duygularının uyanmasına imkân verdi.”)
Yani bir dönem Türkçülük ve Turancılık Türk ülkesinde suç olarak görülüyordu. Türkçü milliyetçiler hapislere atılıyorlardı.
***
Aradan zaman geçer, bütün bunlara karşılık olumlu gelişmeler de olur;
1990’lardan itibaren Türkiye’nin dış politikasında değişiklikler olmaya başladı.
Daha önce “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini benimsemiş olan Türkiye Sovyet Rusya’nın yıkılması, orada Türk devletlerinin doğması, Avrupa’nın göbeğinde soykırımla sonuçlanan Bosna savaşı ve bu savaş sonucunda yine oralarda Müslüman-Türklerin de varlığı ortaya çıktı.
Hâlbuki 10 yıllarca bize okutulan “Emin Oktay” tarihine göre yeryüzünde Türkiye dışında başka Türk pek yoktu.
Ayrıca ülke içinde 1999 yılında Osmanlı devletinin kuruluşunun 700. Yılının kutlanması insanımızda da olumlu etkilere sebep oldu. İnsanımız o güne kadar pek duymadığı şeylerle karşılaştı. Aynı yıllarda Cumhuriyetin de 75. Yılı kutlanıyordu. Yani diyebiliriz ki etrafımızı ya da zihnimizi saran “Ergenekon Dağlarını” eritiyor olmasına şahit oluyorduk.
Burada bir parantez daha açıpFransız oryantalist Nicolas Monceau’ya kulak verelim:
(2000 Yılında kutlanan iki yıl dönümü önemliydi. Cumhuriyetin 75. Yılı ve Osmanlı devletinin 700. Yılı. Bu iki yıl dönümünün Cumhuriyet ve Osmanlı’nın barışması için iyi bir fırsat olduğu söyleniyordu. Fakat bu kutlamalar konusunda inceleme yapan bir Fransız oryantalist olan Nicolas Monceau;(1)“Evet, barıştırma için iyi bir fırsat olabilirdi ama olmadı. Zaten barıştırma söz konusu değildi. Bu kutlamalarda buluşma noktaları pek yoktu, çünkü bu iki yıldönümünün hedef ve yaklaşımları farklı idi bence. Kutlamalara siyasal açıdan bakınca, 75. yıl etkinlikleri bugünkü siyasal rejimin bilançosunu çıkararak hem rejime sahip çıkmayı hem de onu meşrulaştırmayı hedefliyor. Cumhuriyet bilançosu bu çerçevede tartışıldı ama her zaman olumlu bir yaklaşımla. Diğer yandan, 700. yıl etkinlikleri Osmanlı siyasal rejiminin geçerliliğini ya da modernliğini bugünkü Türkiye içinden tartışmayı hedefliyor. Bu nedenle 700. yıl ve 75. yıl kutlamalarının önde gelen temaları da aynı değildi. 75. yıl kutlamalarında, bütün etkinlikler batılılaşmaya bağlı olan modernleşme ya da çağdaşlaşma süreci eksen alınarak yapıldı. Bu süreç, “yurttaş kimliği” denen yeni bir kimliğin oluşmasında önemli bir rol oynuyor. 700. yıl kutlamalarında ise Osmanlı’nın kültür ve bilim mirası ile evrensel değerler yaratan sosyal ve siyasal modeli konu edildi. Aynı zamanda Osmanlı, ulusal kimliğin bir parçası olarak bilimsel toplantılarda gündeme getirilip tartışıldı. Aslında cumhuriyetin temaları birer tartışma konusu değildi çünkü bu sorunlar üzerinde genel bir uzlaşma var. Osmanlı Devleti yıldönümünde ise özellikle toplantılarda ya da dergilerde daha çok tartışma yapıldı. Osmanlı’nın mirası daha çok tartışma konusu.”,”…… Osmanlı Devleti’nin 700. yıl kutlamaları Türkiye’nin dış politikasının bir parçası olarak kullanılıyor. Yurtdışında Cumhuriyet’in 75. yılıyla ilgili pek etkinlik olmadı. Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşu bir “iç olay” olarak görülüyor. Ama 700. yılla ilgili dış basında yurtdışında yapılan etkinliklerle ilgili makaleler, röportajlar yayınlandı.”)
…..
Bu küçük alıntıda da görüldüğü üzere, Osmanlının kuruluşunun 700. Yılı ve Cumhuriyetin kuruluşunun 75. Yılı üzerinde batılı oryantalistler dahi kafa yorarken, biz de bu konuda kimler kafa yormakta pek de bilmiyoruz.
Yani şimdi öyle anlaşılıyor ki artık kendimize dönmenin ve kendimiz gibi olmanın zamanı geldi.
Bizim kendimiz gibi olmamızın ve kendimize dönmemizin hem pek çok gerekçeleri olduğu gibi hem de bizim pek çok avantajlarımız vardır.
………………………………..
- Gülcan Tezcan röportajı, 24 Ocak 2000, Yeni Şafak gazetesi