ÜlkücüMilliyetçiTürkçüTürkeşÜlkü OcaklarıdövizakpchpmhpAhmet b.karabacakhasan külünk
DOLAR
27,3824
EURO
29,0085
ALTIN
1.630,05
BIST
8.334,94
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Parçalı Bulutlu
23°C
Çarşamba Az Bulutlu
23°C
Perşembe Az Bulutlu
23°C
ÜÇ HİLAL'İN HİKAYESİ Ahmet B. Karabacak

KARANLIKLARDA KALAN AYDIN!

KARANLIKLARDA KALAN AYDIN!
11.08.2019
374
A+
A-

“KARANLIKLARDA KALAN AYDIN!”

Kenan EROĞLU

Ülkemizin kendini okumuşlar arasında gören önemli bir kesiminde (sağcı, solcu, liberal, İslamcı ve 70’li yıllar ülkücüsü fark etmiyor) belirgin bir hastalıklı düşünce var. Kökü ta Tanzimat fermanı ile başlayan bu çarpık ve hastalıklı düşünce hükmünü ne yazık ki artarak sürdürüyor.

Aslında nereden ve nasıl geldiği malum olmuş olmasına rağmen. İnsanımıza bir virüs gibi bulaşan bu hastalık; “Kendi kendinden şüphe”, “bizden adam olmaz”, “İslam her türlü gelişmeye manidir”, “biz geri kalmış ülkeyiz”, “batı teknolojik olarak hep ilerde”, “elin adamı çalışıp yapıyor”. Gibi dilimize pelesenk ettiğimiz düşünceler uzun zamandır içine düştüğümüz, aynı karanlık ve aşağılık duygusunun tezahüründen başka ne olabilir ki? Esasında bu cümleleri biz tekrarlarken, aşağılık duygumuzu pekiştirme ve kendimizden daha çok şüphe eder hale gelmemize hizmet etmiyor muyuz?

En az bin yılda oluşturduğumuz, “hayata bakış açımızı”, “inanç sistemimizi”, elde edip geliştirdiğimiz “mantık sistemimizi”  “mantığımızı kemirip yiyen bir virüs” gibi kendi kendimizi yiyor bitiriyoruz. Ve biz bunu gelmiş geçmiş tüm yöneticilerin topyekün düşüncelerini,  icraatlarını beğenmeyerek her konuyu eleştirerek, yapılan her hamleye karşı çıkarak, kendi dışımızdaki herkesi ya kör ya sağır ya da uyuyor farz ederek kendi elimizle yapıyoruz.
               En az bin yıllardır işleyen muhâkeme, mantık, sebep sonuç ilişkilerine dâir insanlığa rehber olmuş düşünce sistemlerimizin isâbeti hakkında bir genel şüphe salgını almış başını gidiyor.
                Bin bir hîle ile adam kayırma ile riyâkârlık ile karşıdakini alt etmek ve kendisini öne geçirmek için her yolu mübah gören bir zihniyet ile Ülke için canla başla çalışan yeri geldiğinde şehid’lik mertebesine ulaşmayı göze alabilen diğer bir zihniyet kavga halinde hayatiyetini sürdürüyor.

              Bir yanda salgın ihanetlere varan söylem ve hareketler, diğer yanda ülke için her fedakârlığı yapan insanlar. Bu vatan için can veren Mehmetçiklerimiz sıra sıra önümüzden geçerken; ülke bir yanıyla savunma sanayinde dev sıçramalar, diğer yanıyla da salgın ihanetlerin eşiğinde iken; resmen düşman olanları hayretten donduracak şiddette ahmaklıklar, fikr-i tâkip yeteneğini yitirmiş politika zevatının laf salataları!  Siyasilerimizin ve kendini biraz okumuş sayanlarımızın adeta yürüyüş esnasında tökezleyen ayağı kesmeyi teklif eden bir “maraton programına katılma” çağrısı! Gibi.

             Ülke olarak her türlü ihanete rağmen, hem de etraf leş yiyicilerle dopdolu iken ve yürüyüşten kesildiğiniz an üzerinize çullanmak üzere hırıldaşarak pusuda beklerlerken. Bu şartlarda tökezlemek veya duraklamak adeta intihara eş bir hareket olur.
Elinizde sadece ve her zaman bir “ehven-i şer seçeneği” var iken ve sizden onu da bırakmanız, hatta yok olması için çalışmak düşmanla işbirliği yapmanız demek değil de ne manaya gelir acaba düşünmek lazım. Bizden bu isteniyor.

O gitsin, bu gitsin, o kötü, öteki daha kötü,  o ihanet içinde öteki daha çok hain derken acaba neye, kime nasıl zarar veriliyor? Kime hizmet ediliyor düşünmek lazım değil mi?

 
            Peki, çâre adına ne diyor ne teklif ediyorlar?

            En parlak teklifleri, bizi çâre arayışının akılsızlık olduğuna inandırmak. Tabi hemen ardından da biz “çare aramaya ne gerek var”, “zaten başaramayız”, “zaten batının seviyesine gelemeyiz”, “zaten bizden adam olmaz”, “zaten dinimiz her türlü terakkiye manidir”      düşüncesini biz sanki zaten ve baştan kabul etmiş gibi görünüyoruz.

              Geriliğimiz, başarılı olamayacağımız, bizden adam olmaz düşüncesi televizyon ekranlarında gazetelerin köşe başlarında, bâzen bir akademik kimlikle, bâzen bir emekli general kimliğiyle, bâzen bir yüksek bürokrat veya parti yöneticisi ünvânı arkasına sığınan, birbirine rakip cenahlarda gibi görünen aynı hastalıklı ruh yapısı sanki bir birine zıtmış gibi sürekli topluma zerk ediliyor.
              Öyle bir durum ki;  Bir siyasi parti lideri beka konusundan bahsettiği için tu kaka haline getirilen, Millet olarak bekamızı düşünmek, beka meselesini dile getirmek ihtiyacına toplumun zerrece cevap verme ihtiyâcı duymuyor olması en acı olan bir durumdur.

Tuhaftır!
              Eskiden böyle toplumsal şizofreni hallerinde elitler bunalımdan çıkışa ve sağlıklı bir hedefe doğru kılavuzluk ederlerdi. Şimdi toplumun ana gövdesi ve eğitimsiz(!) olarak kabul edilen kitleler bu tuhaflığa rağmen akl-ı selimde direniyor. Aydın(!) denilen halktan kopuk kesimin ne dediklerine inanıyor ne de aydın denilen kişilerin sözlerine itibar edip peşinden gidiyor.

Unutmamak gerekir ki milletimizin feraseti ne yazık ki aydın denilen kesimin ferasetinden her zaman ilerde olmuştur, günümüzde de bu karanlıkta kalan aydınlara rağmen kendi yaşantısını sürdürmektedir.
Toplumun akıl sağlığı okumuşlardan daha dirençli çıktı.

             Çok şükür ki aydınlığımız adeta yine milletin rûhundan geliyor…


………………………

 Not: Bu yazının hazırlanmasında “Dr. Said Başer” in görüşlerinden faydalanılmıştır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.