İsmail Kılıçarslan
Gazze’de Aksa Tufanı harekâtı başlar başlamaz “ama Filistinliler topraklarını sattı” diye böğürerek yalan söyleyen ve İsrail’e arka çıkan sözüm ona kanaat önderlerine, tarihçilere, youtube şaklabanlarına bir haberim var. Çok değil, bundan 20 sene sonra azgın, sapkın, kudurmuş Siyonazi teröristleri Kıbrıs’ta Türkleri bombalarken birileri “ama bunların babaları Kıbrıs’ta toprak sattı” derse bu, ne yazık ki “doğru bilgi” olacak.
Evet, yanlış duymadınız. Siyonazi enikleri Kıbrıs’ta binlerce dönüm arsa almış ve buralarda “aralarına hiçbir yabancı sokmadan” yaşam alanları, siteler, mahalleler oluşturuyorlar.
KKTC’de 2003 seçimlerinin ardından koalisyon hükümetini kurup başbakan olan Mehmet Ali Talat zamanında başlıyor hikâye. O tarihte Haham Haim Azimov, Talat’ın “özel görüşmecisi” Özdil Nami ve pek çok Yahudi firmanın danışmanlığını yürüten eski ticaret odası başkanı Erdil Nami bir toplantı gerçekleştiriyorlar ve Siyonist sermayenin Erenköy’e bir yat limanı ve 5 yıldızlı otel yapmasını kararlaştırıyorlar. Kamuoyuna “İsrail adaya sadece yatırım yapmaya geliyor” mesajıyla birlikte pazarlanan bu proje, bir bakıma İsrail’in Arz-ı Mev’ud planının Kıbrıs ayağının da başlatıcısı oluyor.
Gelin, adı “İsrail’in KKTC’de Toprak Alma ve Koloni Kurma Çalışmaları” olan rapordan bazı bilgileri birlikte gözden geçirelim.
Kıbrıs’taki ilk Siyonist yerleşkeleri Haim Azimov’un gayrı resmi sinagogunu Karaoğlanoğlu Köyü’ne açmasıyla birlikte bu köy etrafında oluşmaya başlar. Lapta, Alsancak, Çatalköy ve Ilgaz gibi yerlere yerleşerek alanlarını genişletirler. Ardından kuzey sahilinde batıda Gaziveren, doğuda da Dipkarpaz istikametine doğru pek çok arazi satın alarak buralara “Yahudi siteleri” kurulur. Bu aşamadan sonra yöneldikleri yerler Karpaz Yarımadasının İsrail’e bakan güney sahillerinden ve Meserya’dan araziler satın almak olur. An itibariyle İskele isimli mevkide devasa bir siteleri mevcut mesela.
Dikkat isterim. İskele bölgesindeki devasa Yahudi yerleşkesini inşa eden isim İsrail doğumlu Yaacov Afik. Afik, 2017’de de KKTC vatandaşı yapılıyor ve her KKTC vatandaşı gibi sınırsız toprak alma hakkı elde etmiş oluyor.
Girne’deki Alagadi Plajı mevkiinde büyük bir sitenin inşasına başlayan Samar Saade de İsrail doğumlu ve KKTC vatandaşı yapılmış. Gaziveren’deki Afrodit Sitesini inşa eden Amikam Marhoom da yine KKTC vatandaşı. Amikam yakın zamanda ölmüş ama şirketi Evergreen yoluna devam ediyor.
Vatandaşlık alma konusunda zorlanan Siyonazilerin Kıbrıs’tan toprak alma konusunda dört farklı yöntemi daha var. Toya Turizm’in sahibi, Evergreen’in CEO’su Cihan Erdoğan’ın bütün alımlarını İsrail sermayesi adına yaptığı adada sürekli konuşulan bir konu mesela. Trust sistemi ile arazi almak, %51’i yerli %49’u yabancı sermayeli şirketler üzerinden toprak toplamak ve tapuya işlemeden noter senedi ile toprak edinmek gibi yöntemler bunlar.
Şimdi sıkı durun. Siyonazilerin 2.000 şirketi ve 25 bin dönüm arazisi var KKTC’de. Şu an KKTC’de yaşayan nüfusun yaklaşık %8’i, yani 30 bin kişisi Yahudi. Üstelik Ukrayna savaşı sebebiyle Ukrayna’dan adaya getirilen 20 bin Ukrayna Yahudi’si de hesaba katılırsa şu an 50 bini aşmış durumda adadaki Yahudi nüfus.
Bakınız mesele şudur. Türkiye’nin “Mavi Vatan” doktrininin Kıbrıs’taki en kritik, en stratejik mevzileri Siyonaziler tarafından ele geçirilmiş ya da ele geçirilmeye çalışılıyor durumdadır.
Şimdi gelelim başlıktaki soruya. Kıbrıs, bu sapkın, azgın, kudurmuş Siyonazilerin Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar) haritasında vardır. Siyonazilerin KKTC’den toprak alma hızlarına ve kendilerine ürettikleri yüksek güvenlikli, yabancılara kapalı sitelere bakacak olursak bu akıl hastalarının Filistin’den sonraki duraklarının Kıbrıs olacağını görmemek için de kör olmak gerekir.
Filistin için kurdukları “bu topraklar zaten bizimdi” cümlesini Kıbrıs için de kuracaklarından adım gibi eminim.
“Türkiye’nin savunması Gazze’den başlar” dediğimiz her seferinde “Gazze’nin Türkiye ile ne ilgisi var?” diyen şapşallar yarın öbür gün Siyonaziler “Kıbrıs zaten bizimdi” dediklerinde “adamlar haklı abi, onlarınmış işte” derler mi? Derler bence.
O yüzden bizimkisi bir “ölüm-kalım meselesi”ne doğru gidiştir artık. Bir varoluş ve var kalış mücadelesine doğru. Cihan Erdoğanlara, Haim Azimovlara, Samar Saadelere karşı verilen bir direnişe doğru.
Bu mücadelede, bu direnişte değil Türkiye’nin karşısına doğrudan çıkanlar, “benim bundan haberim yoktu” diyenler bile açıktan ifşa edilmelidir. Bu varoluş ve var kalış mücadelesinin bir başka yolu da, bir başka yöntemi de yoktur.