Sayın Devlet Bahçeli’nin Ülkücü Şehitleri Anma Günü münasebetiyle yapmış oldukları konuşma.
Muhterem Ülküdaşlarım,Aziz Dava Arkadaşlarım,
Bugün manevi bir görevi saygı, şükran ve duayla yerine getirmek üzere
toplanmış bulunuyoruz.
Türk tarihine mühür vuran, Türkiye’nin bir dönemine mübarek mücadeleleriyle
imza atan kahraman şehitlerimizi Fatihalarla, Yasin-i Şeriflerle anıyoruz.
27 Mayıs 2011 yılından beri Kızılcahamam Ülkücü Şehitler Anıtı’nda buluşuyor,
tüm şehitlerimizin muhterem hatıralarını hep birlikte paylaşıyoruz.
Burası bir hilal uğruna can veren, ülküleri için ölüme meydan okuyan, dünyevi ve
nefsani arzulara ödün vermeyen Ülkücü şehitlerimizin anıtlaştığı kutlu bir mekândır.
Vatanımızın her köşesinde sere serpe yatan dava şehitlerimizin aziz ruhları, aziz
emanetleri, yüksek erdem ve mirasları burada simgeleşmekte, burada toplanmaktadır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket şehidine ve şühedasına, geçmişine ve geleneğine,
köküne ve öz değerlerine sıkı sıkıya bağlı ve saygılıdır.
Bizi biz yapan hasletlerden birisi de maziye duyduğumuz vefadır.
Geçmişini unutan, geçmişine yüz çeviren, geçmişle yollarını ayıran insan ya da
toplumların geleceği belirsiz, iddiaları bulanıktır.
Dün, bugünün temeli ve çimentosudur.
Bugün ise geleceğin yeşerdiği vahadır.
Biz umutla ileriye, özlemle de geriye bakıyoruz.
Çok şükür, kendi yönünü tayin edemeyip rüzgârla birlikte sürüklenen rotasız bir
geminin durumuna hiç düşmedik.
Zamanın ve şartların değişkenliğine kapılarak heyecan ve hedeflerimizden
ayrılmadık, ilke ve ülkülerimizden taviz vermedik.
Her biri bir anıt olan, her biri bir destan gibi tarihe mal olan Ülkücü şehitlerimizin
ömürleri bu ifadelerime şehadet etmektedir.
Ülkücülük vatan ve millet sevdasında erimektir.
Ülkücülük iman ve ahlak mücadelesinde doruklara tırmanmaktır.
Ülkücülük hak ve hukuk kavgasında öne çıkmak, milli ve manevi değerlere
yılmadan, yorulmadan, yüksünmeden bağlanmaktır.
Ülkücü ise; ülküsüyle anlam kazanan, ülküleriyle karmaşa ve kaosa direnen, daha
yerinde bir tabirle meselelere çözüm ve teklif getiren sorumluluk şuurudur.
Ülkücü hiçbir zaman çağının kalıplarına sığmamış, hiçbir zaman döneminin kısır
döngüsüne hapsolmamıştır.
Çıkar vaatleri bir yana; tehditler, tuzaklar, hain saldırılar, kurulan darağaçları
Ülkücüyü yolundan caydıramamış, duruşundan koparamamıştır.
Çünkü Ülkücü hakkın ve haklının hizmetkârıdır.
Çünkü Ülkücü Türk ve İslam’ın gönüllü neferidir.
Çünkü Ülkücü doğrunun ve doğru olanın yanındadır.
Çünkü Ülkücü dürüstlüğün ve düzgün bir hayat tarzının bizatihi kendisidir.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türk milletinin ruhunda serpilmiş, sinesinden
doğmuştur.
Elbette aziz milletimizin tüm değer ve özellikleri bizim varlık ve anlam
kaynağımızdır.
Bu kaynağı kurutmak, bu kaynağı lekelemek, bu kaynağı kesmek isteyen kim
olursa olsun 45 yıldır karşımızdadır.
Millet aleyhine sinsi teşebbüs ve tahriklerin bizim nezdimizde geçerliliği,
masumiyeti asla yoktur ve olmamıştır.
Türkiye’nin milli bekasını, Türk milletinin milli varlığını aşındıracak, tartışmaya
açacak her ideoloji, her siyaset, her önerme, her plan bize yabancı ve aykırıdır.
Bu itibarla yıllardan beri, kötü niyetlilere karşı tutumumuz değişmemiştir.
Türklüğe ve İslam’a kin ve garezle bakan, istismar ve inkârla yaklaşan çevrelere
tavrımız başkalaşmamıştır.
Bizim durduğumuz nokta Türk milletiyle aynıdır.
Talep ve beklentilerimiz Türk milletiyle birebir örtüşmektedir.
Zira Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türk milletinin aynası ve aynısıyla yansımasıdır.
Biz yarım asra varan mücadelemizi; parlak kavrayışlar, umut dolu dilekler,
imanlı haykırışlar ve yürekli çıkışlarla süsledik.
Tutarlılığımızı bozmadık, sözümüzden dönmedik.
İhlaslı ve inançlı Ülkücü hayatlarla Türk-İslam âlemine mesaj verdik.
Vatan, millet ve bayrak hassasiyetimizden en ufak gedik, kafa karışıklığına
neden olacak en küçük taviz vermedik, vermeyeceğiz.
Ne mutlu bizlere ki, Türk-İslam ülküsünü kendimize rehber yaptık.
Aslımızdan ve ana fikrimizden ayrılmadan; sürekli değişen, sürekli yenilenen,
herkesi kucaklayan, kaynaşmanın ve kardeşliğin önemine inanan bir bakış açısıyla
Türk milletini ve Türk devletini kalkındırmaya, büyütmeye, kudretli yapmaya
azmettik, çaba sarfettik.
Bilinmelidir ki, Türk-İslam ülküsü; kimlikli ve kişilikli yaşamak amacına
dönük bir medeniyet projesi, demokratikleşmeyi özümsemiş bir gelecek tasarımı ve
çağdaşlaşmayı hedeflemiş bir diriliş stratejidir.
Bu ülkü 77 milyon Türk vatandaşının ana çatısı, ana harcıdır.
Bu ülkü dünya üzerindeki tüm Türklerin tercümanı, tüm mazlumların sığınağıdır.
Bizim ülkümüz, merhum Ziya Gökalp’in dediği gibi, milletin mazisinden gelip
istikbaline iten fikir hamlesidir.
Devlet-i ebede müddet ve millet-i ebed müddet bu sayede gerçekleşecektir.
Değerli Ülküdaşlarım,
Muhterem Dava Arkadaşlarım,
Türk milletinin uzun bir tarihi, derin bir kültürü, devasa bir adı vardır.
Bu emaneti geleceğe taşımak ve payidar olmasına katkı vermek bizler için milli
görevdir.
Türk milleti ilelebet var olacak tarihi ve kültürel bir değerin adıdır.
Büyük milletimiz dünyanın en çetin coğrafyasında, bin yıldır bölünmeden,
dağılmadan, yıkılmadan ayakta kaldıysa, bu her şeyden önce içinden çıkardığı fedakâr
nesiller sayesindedir.
Aynı zamanda bu başarının sırrı kendini feda edebilen, rahata, kolaya, gelip
geçici heveslere ve bencilliğe kapalı duran soylu dava insanlarının eseridir.
Bizim için hayat, kendi ömür süremizle sınırlı değildir.
Millete bakışımızın esası ve zemini de budur.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket, Türk milletinin asırları aşan yolcuğunu, üstelik ufuk
ötesini gören bir vizyonun sonucu olduğunu gayet iyi bilmekte ve kabul etmektedir.
Her Ülkücü öncelikle bu devamlılığı sağlamayı kendisine misyon ve dava olarak
belirlemiştir.
Büyük davaların da büyük hayal ve hedefleri olan fertlerin omuzlarında anlam
kazandığı ve yüceldiği bir hakikattir.
Hedefleri büyük olanların zaferleri de büyük olacaktır.
Bize göre, hedefleri sığ ve küçük olanların mensup oldukları toplum ya da millete
kılavuzluk yapmaları imkansıza yakındır.
Gündelik hayatın açmazları ve tortuları altında kitlelere güç ve enerji veren, ülkü
ve ruh aşılayan, gerekirse inançları uğruna ölümü göze alan büyük isimler tarihin
aktığı yatağı değiştirmiştir.
Ülkücü şehitler işte böylesi bir mucizenin, işte böylesi bir insanüstü mücadelenin
milli kültür, milli tarih ve maneviyatla yoğrulmuş zirve isimleridir.
Vatan ve milletimizi, küresel hesapların çarkında öğütmek isteyenlere itiraz eden
ve teslimiyete asla yanaşmayan millet evlatları bağımsızlığımıza ve bütünlüğümüze
can pahasına sahip çıkmışlardır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in içinden sivrilerek şehitliğe yürüyen cesaret
abideleri bu uğurda her şeyi yapmışlardır.
Nereye gideceğini bilmeyenler için hangi yolun seçileceğinin bir önemi yoktur.
Amaçlarını netleştirememiş ve tayin edememişler için fırtınaya tutulmak adeta
kader ve kuraldır.
Dününe sadakat gösterenlere, yaşadığı zamanı anlayanlara, gelecekle ilgili büyük
hedefleri olanlara tarih ve talih her zaman yol açmış, yol göstermiştir.
Ütopya gibi görünen ülkülerini hemen gerçekleştirecekmiş gibi hazırlık yapan,
mücadele veren, çırpınan, didinen yüreği, vicdanı, terbiyesi ve ruhu kocaman olan
büyük dava adamları Türk tarihine nam salmış, şan bırakmıştır.
Gururla söyleyebilirim ki, Türk milletinin ülküleriyle ülkülenmiş, dertleriyle
dertlenmiş, zaferleriyle gönenmiş sayısız gönül, dava ve inanç insanı hem tarih
yapmış, hem tarih yazmıştır.
Ne zaman bir buhran kapımızı çalsa milletin içinden bir ülkü güneşi doğmuş, bir
umut ateşi alevlenmiştir.
Ne zaman vatan sıkıntıya düşse, ne zaman millet sorun yaşasa, kahramanlar
bellerini doğrultmuşlar, ayağa kalkarak ihanet kervanını dağıtmışlardır.
Hamd olsun, Türk milletinin bahtı bu hususta oldukça açıktır.
Şehitlerimiz Türkiye’nin zorlu bir sürecinde gönüllü olarak vatan nöbeti
tutmuşlar, ‘ha ekmeğini yemişim ha kurşununu’ diyerek örnek ve tarihi bir mücadele
ahlakı sergilemişlerdir.
Ülkücü şehitlerimiz kendilerinden vazgeçmişlerdir.
Türk milletinin yükselişine, esenliğine, istiklal ve istikbaline varlıklarını hediye
etmişlerdir.
Bu tarifsiz bir feragat örneğidir.
Vatan şairimiz Mehmet Akif’in, Çanakkale şehitleri için kaleme aldığı muhteşem
dizeleri bir bakıma Ülkücü şehitlerimiz için de yazılmış gibidir.
Gerçekten de “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni
tarihe desem sığmazsın” sözü her bir dava arkadaşımızı, gencecik yaşta kaybettiğimiz
ülküdaşlarımızı tarif etmektedir.
Evet, şehitlerimiz tarihe sığmamış, sığmayacaktır.
Onların kabirleri hepimizin yüreğindedir.
Ve onların mezar taşları ülkülerimizle yazılmıştır.
Eğer, millet namına ve millet için gösterilen fedakarlık engellerin birer birer
aşılmasını gerektiren güçlü bir iradeyi zorunlu kılıyorsa, bunu Milliyetçi-Ülkücü
Hareket başarmıştır.
Bu yüksek iradeye sahip olanlara biz “dava adamı”, bu niteliklerin cümlesine de
“dava adamlığı” adını veriyoruz.
Şunu da unutmamalıyız ki; Ülkücü, durağan, atıl, geride kalmış bir zihniyetin
takipçisi veya mirasçısı olmamış, olmayacaktır.
Ülkücü, ileriye doğru yol alan millet varlığının devamını ve başarısını hedeflemiş
bir vizyonun yaşayan aktif bir temsilcisi olmaya karar vermiş iman ve ülkü kalesidir.
Elbette ki bu meşakkatli, çileli, güç bir süreçtir.
Mücadele, adı üstünde, başa çıkmayı, aşmayı, çatışmayı, uğraşmayı, didişmeyi,
çekişmeyi göze alabilmiş yüreklerin harcıdır.
Ülkücü Hareket’in muhteşem geçmişi bu liyakata ulaşmış, alnı açık, başı dik,
vicdanı rahat, yüreği sevgiyle yüklü aziz ülkü şehitlerinin ve kahramanlarının hatıraları
ile doludur.
Ve onlarla ne kadar övünsek, gurur duysak, sahip çıksak azdır.
Ülkücüler, milletinin kendilerine ihtiyaç duydukları anlarda ortaya çıkarak millet
ve vatan sevgisinin imtihanını ölüm ve mahkûmiyet karşısında verebilmişlerdir.
Onları ve mücadelelerini unutmak asla ve asla mümkün değildir.
4 Ocak 1968’de, henüz 22 yaşında bir fidan iken, Ankara’da kaldığı yurdun
kantininde silahla vurulan ilk şehidimiz Osmaniyeli Ruhi Kılıçkıran’dan, 26 Ocak
2014 tarihinde Esenyurt’ta şehit edilen Yusufiyeli Cengiz Akyıldız’a kadar verdiğimiz
ve acısına katlandığımız şehitlerimizi unutmayız, unutmayacağız, unutturmayacağız.
Şehadet şerbetinden milleti uğruna kana kana içen iftihar isimlerimizi mahcup
etmeyeceğiz.
Şehitlerimiz tesadüfün sonucu değildir.
Ve onlar inancımıza göre ölmemiştir.
Yüce Kitabımız’da; “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır,
onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz” buyruğu şehitlerimizin sadece fiziken
aramızda olmadıklarına işaret etmektedir.
Şehitlerimiz, Allah nezdinde hazırdır ve diridir.
Cennetin kapıları onlara ardına kadar açıktır.
İnanıyorum ki, Ülkücü şehitlerimizin hepsi şu an bizimle, duaları üzerimizedir.
Hepsinin ruhu aramızdadır, yanıbaşımızdadır.
Cenab-ı Allah Mahşer Günü her bir şehidimizin yüzüne bakabilmeyi bizlere
nasip ve müyesser etsin.
Vatan ve millet yolunda candan geçen cesaret timsallerini hafızalarımızdan ve
hatıralarımızdan asla çıkarmasın.
Yine niyazım odur ki, Türk milletine içten ve dıştan ivme kazanan husumet
çemberini yarmak için bizlere güç ve azim versin.
Zira karşımızda rüşvetten, yolsuzluktan, nefretten ve bölücülükten niyet ve
yüzleri kapkara kesilmiş suçlular ve suç ortakları vardır.
Bunların saçtığı günah tohumları fitne ve bozgunculuk olarak filizlenmektedir.
Kutuplaşmayla, kavgayla, iftirayla, dedikoduyla yabancı güçlerin taşeronluğuna
soyunanların oyunlarını bozmak bizlerin namus borcudur.
Kefensiz yatan Ülkücü şehitlerimizin davalarını, sahte kefene sarılıp ölüm
edebiyatı yapan şeytani heveslere karşı bayraklaştırmak ve devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne var gücümüzle sahip çıkmak bizim amacımızdır.
Şehitlerimiz boşuna toprak olmadı.
Analar boşuna ağlamadı.
Evlatlar boşuna yetim kalmadı.
Güvence dün şehitlerimizdi, bugün de biziz.
Allah varlığımızı, birliğimizi ve kardeşliğimizi daim etsin.
Bu duygu ve düşüncelerle, merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e,
Gün Sazak Bey’e ve tüm şehitlerimize, bunun yanında Soma’da kaybettiğimiz 301
madencimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Kabirleri nur, mekânları cennet, ruhları şad olsun.
Rabbim hepsinden razı olsun.