Menşure ÖZMEN
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
“Kâfir bile olsan, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allah´ü Teala´yı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol.”
Unutulmaya yüz tutan, yanlış tanıtılmalara maruz kalan mutasavvıf, şair ve bilgin olan Yesevî Batı Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuştur. Sayram kasabasında Muhammed B.Ali soyundan gelenlere ve onlara bağlı olanlara “Hâce” denilmiştir. Ahmet Yesevî de bu soya bağlı olduğu için “Hâce Ahmet’”şeklinde anılmıştır. Şeyh İbrahim’in Gevher Şehnaz isimli kızından sonra ikinci çocuğu olan Hoca Ahmet Yesevî önce annesini ilköğrenimi gördüğü yaşlarda ise babasını kaybetmiştir.Bu olay üzerine ablası Hoca Ahmet’i alarak Yesî’ye göç etti. Feleğin bu sillesine rağmen ilim tahsil etmekten vazgeçmeyen Hoca Ahmed, Yesî’de taşınmasından sonra buralı olduğu anlamında Yesevî diye anılmaya başlamıştır.. Ömrünü ilim tahsil etmeye adayan Hâce Ahmed Yesevi’nin soyunun Ehl-i Beyt’e dayandığı bir gelenek olarak ifade edilmektedir.
Yesevî tefekkür enlemınde kendi döneminin Nuh’u olmuş ve insanları cehaletin tufanından kurtarmak için pek çok çalışma yapmıştır.Yaptığı çalışmaları Türklük ve İslâmiyet üzerine inşa etmiş,bütün eserlerini âyet ve hadislerle temellendirmiştir. Hanefî bir âlim olduğu ifâde edilen Yesevi’nin ilmi gerçekte bu boyutların çok üzerindedir. Bir vakit namaz kılmayan kişinin domuzdan farksız olacağını ifâde ederek Kur’an’a ve sünnetlere bağlılığını açıkça beyan etmiştir. Yesevi’nin Türklüğü kader, İslâmiyeti ise tercih olarak gördüğünü belirten düşüncelerin varlığından haberdar olduğumuzu belirtmemizde fayda vardır.Fakat bu hususun doğruluğunun mutlaka tartışılması gereklidir. Farsça’yı çok iyi bildiği halde eserlerinde Türkçe’yi kullanan Yesevi bu doğrultuda Türklük ile İslamiyeti kaynaştırıp Orta Asya Türkleri’nin islamiyeti benimsemelerini kolaylaştırmıştır. Divan-ı Hikmetler’inden birinde:
Işkıng kıldı şeyda mini,
Cümle alem bilgi mini,
Kaygum sinsin tüni küni,
Minge sinok kireksin…
Mısraları, Yunus Emre Divan’ında
Aşkın aldı benden beni,
Aana seni gerek seni.
Ben yanarım tünü günü,
Bana seni gerek seni…
şeklinde ifâde edilir. Burdan anlıyoruz ki Yesevî’nin eserlerini Türkçe kaleme almasındaki asıl neden onun bu dili unutturmamak isteyişidir.Yesevi İslam’ın şartlarına uymayanların tasavvufta olamayacağını uygun dille ifâde etmiş ve kırıcı sözler kullanmamaya dikkat etmiştir.Kalp kırmak Kabe’yi yıkmak gibidir düşüncesi onun hareket noktalarından biri olmuştur.Öğretisini 4 kapı olarak bilinen şu ilkeler üzerine kurmuştur: Şeriat,Tarikat,Hakikat,Marifet. Kendi döneminde aydınlar Arapça ve Farsça yazmalarına rağmen Türkçe yazmak ve okumaktan vazgeçmemiştir.Ve o dönemde ilk Türkçe söyleyen kişidir. Ahmet Yesevî bugün ki millî benliğimizin oluşmasında ki temel etkenlerdendir.Milliyetimizin temel insanlarındandır.Onun sayesinde Türk Dünyası yeniden birbirine kavuşmuştur.
Pir-i Türkistan Ahmed Yesevî’nin ölümünden sonra görüşleri Yeseviyye adı altında çeşitli tarikatlara geçmiştir.Onun Hikmetler’i Türklüğün gönül gözünü ışıtıp ruhunu doyurmakla kalmamış, aynı zamanda bir yol gösterici olmuştur.Yeseviyye’de mürit dışa dönüktür. Buna ‘”Seyri süluk-i afaki’” denmektedir.Bu terbiye metodu kendinden sonraki oluşan günümüz tarikat ve düşünce şekillerine zemin olmuştur.Özetleyecek olursak Pir-i Türkistan(Yesevî) yaptıklarıyla sadece Türkistan coğrafyasında değil Türk’ün olduğu her yerde tanınmıştır.Türklük için her meclisde tartışma ve saldırılara göğüs germiştir.Bugün dünyanın dört bir yanında Yesevî kurultayları oluşturulup sempozyumlar düzenleniyorsa bilin ki onun yaptığı bu bilinçli çalışmalardandır.