Bülent Vedat Aydemir
Merhum Hüseyin Nihal Atsız Bey, Orkun dergisinde yayınlanan (16 Temmuz, 1934) “Türk Irkı: Türk Milleti” başlıklı makalesinde, “Türk’e düşman olanların ve bunu açıkça söyleyenlerin Türkler için o kadar tehlikeli olmadığını, Asıl büyük tehlikenin Türkümsü olan yabancılar olduğunu” belirtir.
Atsız bey, bu Türkümsülerin “çok iyi Türkçe konuştuklarını ve çok defa Türkçeden başka dil bilmedikleri için Türk’ten ayırt edilemediğini, bunların dalkavuk ve yalancı olduklarını, yüze güldüklerini; Türklüğe zararlı fikirlerin bunlar arasında revaçta olduğunu, Türk olmadıkları için ufak bir şahsi menfaat uğruna Türk’e içten içe kötülük eden fikirler ve teşkilatlara bağlanmaktan çekinmeyeceklerini,” makalesinin devamında örneklerle anlatmaya çalışır.
En çarpıcı örnek ise, “Selanik’teki 40 bin kişilik ordumuzun neden mukavemet etmeden Yunanlılara teslim oldu?” Sorusu ve “çünkü o ordunun kumandanı Arnavut’tu”cevabıdır!
“Ülkeye Avrupa’dan ‘Damızlık Erkek’ getirilmesi teklifinde bulunan Abdullah Cevdet’in ise Bir Kürt Milliyetçisi olduğu, Ali Kemal’in ise Ermeni dönmesi olduğu için Düşmana çalıştığı” diğer örnekleridir.
Atsız Bey, yazısının bu bölümünü “Bütün bunları gördükten ve daha ufak nice misallerine şahit olduktan sonra insanın Türkümsülere inanması için ancak aptal olması lazımdır. Filvaki bu Türkümsüler her yerde mübalağa ile Türklük için bağırırlar. Fakat bu, bugün Türklüğün kuvvetli oluşundandır. Yarın ilk kara günümüzde onlar yine bize ihanet edeceklerdir. Onlara bunu yaptıran damarlarındaki kanın bozukluğudur. Binaenaleyh ihanetlerini tabii görmek lazımdır.” Cümleleriyle bitirir.
****
Sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, birçok kitabında ünlü tarih felsefecisi Arnold Toynbee’ ye ait olan İç ve Dış proletarya kavramlarına yer verir.
İç Proletarya kavramı; bunalımlı dönemlerde sorunların üzerine giderek çözümler üretemeyen yönetici ve aydın tipleriyle ilgilidir. Bu tiptekiler taklitçi ve milletine has yaratıcılığını yitirmiş ve dışa bağımlı olarak “iç proletarya “ konumuna düşerler.
Dış proletarya ise; bu durumu fırsat bilen komşu ülkeler ve ezeli düşmanlar, ortamdan yararlanmak suretiyle, avının üzerine yüklenmeye başlar ve dış proletarya konumuna gelirler.
Bu durumlarda iç ve dış proletarya arasında zıtlaşmalardan çok yeni koalisyonlar meydana gelebilir.
Bunun sonucu ise, olaylar içinde bir sosyal aktör olarak rol oynayamayan, seçicilik ve denetim kimliği saf dışı bırakılmış, yerlilik kimliğini kaybetmiş bir toplum oluşur.
Ülke ve toplum, yaratıcılığını yitirerek, güçlü odak noktalarının etki alanına girmiş olur.
İç proletarya tipleri genel anlamda yerel toplum değerlerini gözden çıkarmış “toplumsal pazarlamacı”lardır.
Dış proletarya ise “sömürgeci/emperyalist” güçlerdir. Bunlar yerli işbirlikçilerle diyalog sağlayarak, toplumu diledikleri doğrultuda şartlandırma operasyonunu yapanlardır.
Ülkemizdeki iç ve dış proletaryanın ortak ittifaklarının hangi boyutlarda olduğunu daha iyi kavrayabilmemiz için; 1921 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1929 ağrı ve 1938-1939 Dersim isyanlarına bakmamız gerekir.
1800’lü yıllardan beri siyasi Kürtçüler bir iç proletarya unsuru olmuşlar, Kürt-Yahudi özdeşleşmesini gündeme taşıyarak, Türk kimliğini kendilerine “öteki” haline getirerek ondan uzaklaşmışlardır. Dolayısıyla dış güçlerin taşıyıcıları olmuşlardır.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde Kürt-Türk ayrımını gerçekleştirmek isteyenler, 1805 tarihinden itibaren Ruslar, daha sonra İngilizler, Fransızlar ve günümüzde de Almanlar, İsrail ve A.B.D olmuştur. Bütün bu devletler Arnold Toynbee’nin “dış proletarya” tanımına uymaktadır.
Türk kimliğimizi ve kurucu kültürümüzü devre dışı bırakmak için “çok kültürlülük” adı altında ülkemizi farklı mecralara çekmek isteyenlerin, çağımız gerçeklerinden uzak “ Osmanlı Eyalet modeliyle” milli dokumuzu zedeleyerek başka bir biçime sokmak isteyen cemaatçi unsurların faaliyetleri “Büyük Orta Doğu projesinin” alt yapısını oluşturmaya yöneliktir.
Büyük Orta Doğu projesi bizim için bir “dış proletarya” olan A.B.D’nin projesidir. Onun dâhili işbirlikçileri ise “iç proletarya”lardır.
AB’yi dayatanlar ile savunanların büyük bir kısmı da bu kategoriye girmektedir.
Bir romancımız, Ermeni tehcirleriyle ilgili olarak bir milyon Ermeni’nin ve otuz binden fazla Kürt insanımızın katledildiğini ileri sürmesi, kabinde bu şahsa ödüller ve seçkin unvanlar verilmesi iç-dış proletarya işbirliğinin tipik bir örneğidir.
****
Aydınlar Ocağı başkanı Sosyolog Prof. Dr. Mustafa Erkal hoca, “küreselleşme-etniklik ve çok kültürlülük” adlı kitabında küreselcileri şöyle anlatır. ”Küreselleşmeci kesilen grup ise; bir dönem farklı tonlarıyla savunulan komünist ideolojinin çökmesi, devrimci merkez olarak görülen Sovyetler Birliği’nin dağılması karşısında; millî devlet, millî kimlik ve milliyetçilik konularıyla kavgalı olduklarından ve çöken ideolojinin artık bir silah olmaktan çıkması karşısında küreselciliğe tutunmuşlardır. Çünkü bu akım, neticede evrenselci ve beynelmilelci bir öze dayanmaktadır ve gelişmekte olan ülkelerde Batı kapitalizminin egemenliğine dayanmaktadır. Vahşi kapitalizm gelişmeli ki tez-antitez çatışması içinde tarihi maddecilik ve diyalektik yürüyebilsin. Bunlardan bazıları, aşırı liberal çizgi de sürdürerek ferdi tekleştirici, mensup olduğu toplumdan ve milletten ayrıcı bir anlayışla hareket etmişlerdir… Bunlar için bir ülkenin üniter yapısı, birliği ve bütünlüğü, millî kimliği öncelikli konu değildir.”(Derin yayınları.2005. S:4)
****
Türkümsü Türklerin, İç proletarya tiplerinin ve küreselcilerin ortak özellikleri öncelikle gayri millî olmalarıdır; teslimiyetçi ve romantik liberaller, radikal dinciler, ırkçı ve bölücü Kürtçüler ve ikinci cumhuriyetçi gruplardan oluşmalarıdır.
Bunlar milli birliğimizin çimentosu olan Standart Türk Kültürünü yok sayarlar.
Bunlar kimi zaman Osmanlıcı olurlar, siyasal İslamcı olurlar!
Bir bakarsınız hem ümmetçi hem de Kürtçü olurlar. Kürtçülük sorununu Kürt sorunu diye ileri sürerler, Kürt sorunundan Kürt bağımsızlığına doğru hızla yol alırlar! Aynı zamanda bir Marksist kuruluş olan bölücü PKK ile kol kola girerler!
Ülkeyi bilmem kaç etnik gruba bölerler, etnik mozaikçi olurlar!
Bir bakarsın, İslâm’ı din olarak, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i(s.a.v) peygamber olarak kabul etmeyenlerle dinler arası diyaloğun hiddetli ve şiddetli savunucuları olarak ortaya çıkarlar!
Öte yandan kendilerini “Ilımlı İslâmcı” olarak tanımlarlar, medeniyetler arası işbirliğinde baş aktör olurlar!
İşlerine geldiği zaman “Halikarnascı” Türk hümanistleri olurlar. Türkiyeli olurlar!
Dünün Marksist’ti, bir bakmışsınız günümüzün süper kapitalist’i olmuştur. Gayri millî sermayeyle akçalı işlerin ittifakında bunları görebilirsiniz!
Türk Aleviliğini ayrı bir din gibi sunanlar da bunlardandır!
Çok kültürlülük, ikinci cumhuriyetçilik, küreselcilik, etnik ayrımcılık, mozaikçilik, milliyetsizlik hatta vatansızlık, vel hasılı ne kadar zararlı düşünce ve zihniyet varsa kaynağını bunlarda bulabilirsiniz!
İhanetlerin de!
Not:
3 Mayıs Türkçüler gününü anmak için Misiad İskenderun temsilciliğinde bir araya gelmiştik. Burada kısa bir konuşma yapmıştım. Konuşmamda Atsız Bey’in “Türkümsü Türkler” tabirini örnekler vererek anlatmıştım.
Toplantıdan sonra bir dostum bana;
Bülent Bey, Bizde de “Ülkücümsü Ülkücüler var mıdır?” diye şaka yollu takılmıştı.
Bende cevaben, “Ülkücü geçinenler, Ülkücülerden geçinenler var olduğuna göre ‘Ülkücümsü Ülkücüler’ de olabilir” dedim. Tabii ki şaka yollu…
Kalın sağlıcakla.