Oğuz Çetinoğlu‘nun Dr. Abdülkadir Sezgin ile “cami, Namaz ve Cuma” konularında yaptığı ve “Kocaeli Aydınlar Ocağı” sitesinde yayınlanan röpörtaj:
Oğuz Çetinoğlu: Muhterem Hocam! Cami ile ilgili genel bir değerlendirmenizle sohbetimize başlayabilir miyiz?
Dr. Abdülkadir Sezgin: Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) Efendimizin 622 yılında, günümüzde ‘Medine‘ olarak anılan, o dönemdeki isimlendirmesiyle Yesrib Kasabası’na hicreti sırasında Kuba Köyü’nde yapılan ilk cami Kuba Mescidi’dir.
Kuba Mescidi, Hz. Peygamber’in hicret sırasında yaptığı ve içinde ashabıyla birlikte namaz kıldığı, İslâm’da inşa edilmiş ilk mescididir.
Çetinoğlu: ‘Mescit‘ kelimesinin anlamı nedir?
Sezgin: Mescit, secde edilen yer anlamındadır.
Çetinoğlu: Hicretin gerçekleşmesinden sonra, Medine’de mescit yapıldı…
Sezgin: Medine’de Hz. Peygamberin evinin yanına yapılan caminin adı; ‘Mescid-i Nebi‘dir. Halen Medine’de, ‘Ravza-i Nebi‘ olarak bilinen Hz. Peygamberin Türbesi de bulunan Caminin adı da ‘Mescid-i Nebi‘dir. ‘Mescid-i Nebevi‘ olarak da anılır. Ayrıca Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’da önemli ve ilk mescitlerden biridir.
Çetinoğlu: ‘Mescit‘ kelimesi Kur’an-ı kerim’de geçiyor…
Sezgin: ‘Mescid‘ kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 22 yerde, bu kelimenin çoğulu olan ‘mesâcid‘ kelimesi de toplam 6 âyette geçer. Mescid kelimesinin türediği kök olan ‘secde’ ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 92 yerde kullanılır.
‘Allah’ın mescitlerini ancak, Allah’a ve ahiret gününe îmân eden ve namazı kılan ve zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların böylece hidayete erenlerden olması umulur.’ (Tevbe,18).
Kur’an’da, Kâbe’nin olduğu mekân ile Kudüs’deki Mescid’in adı da geçer:
‘Nereden sefere çıkarsan, namazda yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir. Bu yöneliş emri Rabbinden gelen gerçek bir haktır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.’ (Bakara,149).
‘Bir kısım âyetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren O (Allah) Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.’ (İsra,1).
Çetinoğlu: ‘Cami‘ kelimesi?
Sezgin: ‘Cami‘ kelimesi de Arapçadır. ‘Toplanma, bir araya gelme‘ anlamındaki ‘Cem‘ kökünden gelir. ‘Cami‘, ‘Toplayan, bir araya getiren yer, toplanma yeri‘ demektir.
Mescid anlamında Cami kelimesinin hangi tarihte kullanılmaya başladığı bilinmese de, ‘cami‘ birlikte ibâdet edilen mekân anlamında kullanılagelmiştir.
Cami kelimesinin kullanılmaya başlanılmasından sonra, birlikte ibâdet edilen küçük yapılara veya bazı kurum ve kuruluşlarda ibâdet için ayrılmış mekânlara ‘mescit‘, büyüklerine ‘cami‘ denilmeye başlanılmıştır.
Türk Kültüründe mescid; caminin küçük olanlarına verilen isim haline gelmiştir.
Batı dillerindeki ‘mosque / mosk‘ kelimesi, Endülüs’te gelişmiş olan İslam medeniyetinin bakiyesi olarak İspanyolca ‘mezquita‘ kelimesinden geçmiş. Bu kelime de Arapça ‘mescid‘ kelimesinden…
Çetinoğlu: Bir de ‘namazgâh‘ var…
Sezgin: Eskiden şehirlerde ve askerî bölgelerde, birlikte ibâdet etmeye yarayan açık alanlar vardı. Bu yerlere ‘namazgâh‘ denirdi. Bu namazgâhlardan bazılarının yerine cami yapılmış olup, ‘Namazgâh Camisi‘ olarak adlandırılmışlardır.
Câmi sözcüğü, aynı zamanda Cenab-ı Allah’ın 99 isminden birisidir. Bu anlamda ‘Câmi / istediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan‘ güç ve kudretin sahibi Cenab-ı Hak demektir.
Çetinoğlu: Cenab-ı Allah’ın 99 ismi arasında ‘Cami‘ kelimesi geçiyor…
Sezgin: Özellikle Türkler tarafından kullanılan ‘Cami‘ kelimesi bu anlam dikkate alınarak, ‘Allah için toplanılan‘, ‘Allah’ın huzurunda toplanılan yer‘ anlamındadır.
Çetinoğlu: Hadis-i Şerif’lerde daha çok ‘mescit‘ kelimesi geçiyor…
Sezgin: Evet! Hz. Peygamber’in hadislerinde Mescid kelimesine çokça rastlanılır:
1-‘Allah’ın en çok sevdiği yerler mescitlerdir.’ (Müslim, Mesâcid 288, hadis numarası: 671)
2-‘Yeryüzü bana mescid ve (teyemmüm için) temiz kılındı. Ümmetimden kim bir namaz vaktine ulaşınca, nerede olursa namazını kılsın.’ (Nesâî, Mesâcid 42, hadis numarası: 2, 56)
Çetinoğlu: Hocam, ‘Namaz‘ hakkında da bilgi verir misiniz?
Sezgin: İslâm’da Allah’a imândan sonra ilk farz kılınan ibâdet, namazdır. İkinci vahiy ile el-Müddessir Suresinin ilk ayetlerinin indirilmesinden sonra, Mekke’nin üst yanında bir vâdide Cebrail, Hz. Peygamber’e gösterip öğretmek için abdest almış, peşinden Hz. Muhammed de Cebrail’den gördüğü şekilde abdest almıştır.
Sonra Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)’e namaz kıldırmış ve namaz kılmayı öğretmiştir. (İbn Hişâm, 1/260-261; Tecrid Tercemesi, 2/231, (Hadis numarası: 227’nin açıklaması); Tâhir Olgun, İbâdet Târihi, 28, İstanbul, 1946)
Eve dönünce Rasûlullah (s.a.s.) abdest almayı ve namaz kılmayı eşi Hz. Hatice’ye öğretmiş, o da abdest almış ve ikisi birlikte cemâatle namaz kılmışlardır.
Hz. Peygamber’e ilk imân eden ve O’nunla birlikte ilk defa namaz kılan kişi, eşi Hz. Hatice oldu. Daha sonra evlâtlığı Hârise oğlu Zeyd ve Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Ali oldular.
Çetinoğlu: İlk Cuma namazı ne zaman kılındı?
Sezgin: Allah Rasûlü Efendimiz, Rabb’inin emri üzerine, arkadaşı Hz. Ebu Bekir (r.a)’le beraber Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Kuba Köyü‘ne geldiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v), Amr b. Avf oğullarında on dört gün ikamet etti. Bu esnada onlarla beraber Kûba Mescidi’ni inşa ettiler.
Medine’de yapılan ilk mescit bu oldu. İlk Cuma namazı da burada farz kılındı. Ensar’dan, Said b. Zürare‘nin evinde iki rekât namaz kılarken, Allah (c.c) da, Nebisi, Hz. Muhammed’e Cibril’i göndererek Cuma namazının farz olduğunu bildirdi. Böylelikle Cuma namazı Ümmet-i Muhammed’e farz oldu.
Rânuna mevkiine geldiklerinde Cuma namazı vakti girdi. Efendimiz Rânûna Vadisi’nin ortasındaki Cuma Mescidi’nin yerine indi ve burada Cuma namazı kıldı. Bu, Peygamber Efendimizin Medine’de kıldığı ilk Cuma namazıydı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz burada arka arkaya iki hutbe okudu.
Çetinoğlu: Kur’an’da Cuma namazı ile ilgili âyetlerden söz eder misiniz?
Sezgin: ‘Ey iman edenler! Cuma günü, namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine, (hutbe dinlemeye ve namaz kılmaya) gidin; alışverişi bırakın. Bu (hutbe dinlemek ve namaz kılmak), sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.’ (Cuma:9)
‘Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.’ (Cuma, 10)
Bu ayette geçen, ‘Cuma günü, namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine, (hutbe dinlemeye ve namaz kılmaya) gidin‘ İlâhi emri, ‘Cuma namazı kılınabilmesi için çalışmanın helal olmadığı ve Cuma namazı kılınacak kadar sürenin tatil olduğu‘ şeklinde kabul edilmiştir.
Bunun dışında ‘Müslümanların tatili‘ denilebilecek bir zaman yoktur. İslam gücü yettiğince hayat boyu çalışmayı emrediyor, hükmüne varılmıştır.
Çetinoğlu: ‘Cumartesi Yahudilerin, Pazar Hıristiyanların, Cuma günü de Müslümanların tatili olsun‘ Diyenler vardı…
Sezgin: Bu sözün İslam kültür ve tarihi açısından anlamı yoktur. Halkın ifadesiyle, ‘Gavurun var, bizim de olsun‘ mantığı ile teklif ‘Cuma tatili‘ anlamsız ve boş bir gayrettir.
Çetinoğlu: Cuma namazının ezanı minâreden okunmuyor…
Sezgin: Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer devirlerinde Cuma namazı vaktinde ezan dışarıda okunmaz, hatip minbere çıkınca okunurdu. Bu gün bu ezana ‘iç ezan‘ diyoruz.
Hz. Osman zamanında Medine’nin nüfusundaki artış ve ümmetin diğer namazlarda olduğu gibi, namaza dâvet anlamında mescit dışında da okunmaya başlandığını biliyoruz. Bu uygulama bütün İslam dünyasında ‘icmâ – ı ümmet‘ hâline gelmiş ve ortak olarak uygulanmaktadır.
Osmanlı döneminde bu hususa esprili bir anlatımla, ‘Cuma namazı dış ezanla avâma, iç ezanla havâsa farz olur.’ denilirdi.
Çetinoğlu: Cuma salâsının okunması ihtiyarî midir?
Sezgin: Cuma günleri, daha çok Arap şairlerin Hz. Peygamber hakkında yazdıkları mersiyeler, günün Cuma olduğunu ve cuma namazını için hazırlık yapılmasının sağlanması amacıyla minarelerden okunmasına ‘Cuma salâsı‘ denildi.
Osmanlı döneminde Cuma salâsında, benzer Naat veya kaside okunduğu olmuşsa da daha sonraları, ülke genelinde ortak sembol olmak üzere Cuma salası olarak Hz. Peygambere ‘Salât ü Selam‘ adı verilen ‘Essalâtü Vesselamü aleyke Yâ Rasûlallah‘ diye başlayan salâ okunmaya başlanmıştır. Bu gelenek hâlen ülkemizde, Cuma namazından yaklaşık bir saat önce makamla minarelerden okunmaktadır.
Çetinoğlu: Cuma namazının farz olması şartları nelerdir?
Sezgin: Diğer namazların farz olması için aranan şartlara ilâveten cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için aşağıdaki şartlar gerekir:
1- Erkek olmak; cuma namazı kadına farz değildir, kılarsa sahih olur ve artık o günün öğle namazını kılmaz.
2- Hür olmak.
3- Cuma kılınan yerde ikamet eder olmak.
4- Mâzeret sahibi olmamak:
Çetinoğlu: Mâzeret sebebiyle cuma namazı farz olmayanlar kimlerdir?
Sezgin: Şöylece sıralanabilir:
1- Cumaya gittiği takdirde zarar görecek hastaya,
2- Kendisini cumaya götürecek kimsesi olmayan kör ve kötürüme, özürlüye,
3- Bitkin hâle gelmiş yaşlı kişilere,
4- Tehlikeli sıcak ve soğuktan korkan kimseye,
5- Çok yağmur ve çamur bulunduğunda,
6- Haksız olarak yakalanıp hapsedilmekten korkan kimseye,
7- Gittiği takdirde mal, can veya namusun zâyi olmasından korkan kimselere
Cuma farz değildir. (Bunlardan mükellefiyetleri düşer, sorumlu tutulmazlar).
Çetinoğlu: Cuma namazının sıhhatinin şartları nelerdir?
Sezgin: Onları da şöylece sıralamak mümkündür:
1- Cuma kılınacak yer, şehir veya şehir hükmünde olan yer olacak. Şehir, en büyük camii cuma ile mükellef olanları alamayacak kadar nüfusu olan yerdir. “Şehir, Bir idarecisi ve bir de hâkimi olan yer” diye de tavsif edilmiştir. Daha uzaktakiler şehir dışında sayılırlar.
Ayrıca, bir içtihada göre devletin şehir saydığı yer şehir kabul edilir.
2– İmam, devlet başkanı veya onun vekâlet ve / veya izin verdiği kimse olacak.
3- Camide cuma kılınmasına devlet izin verecek. (Devlet başkanının izni cami yapılırken ve ilk hutbe okunurken istenir). Bu izin bundan sonrası için de geçerli olur.
4- Öğle vaktinde kılınacak.
5- Hutbe okunacak.
6- Cami herkese açık olacak.
7- Cemaat ile kılınacak.
Yukarıdaki şartların bazı maddelerinde ehli Sünnet mezhepleri arasında farklılık varsa da genel esaslarda ciddî bir ihtilaf yoktur. Bunlar daha çok, cemaatin kaç kişi olacağı, bir şehirde bir yerde Cuma kılınması gibi hususlardadır.
Çetinoğlu: Cami yapılacak yere ve cuma hutbesi okuyacak kişiye izin verme yetkisi kime aittir?
Sezgin: Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılmış camilerin tamamına cami yapılmadan önce, beş vakit ve Cuma kılınmak üzere devlet başkanı olan padişah tarafından ‘cami yapma izni‘ verilmiştir. Caminin tamamlanmasından sonra da hutbe okuyacak hatibi için hayat boyu geçerli yetki verilmiştir.
Ahmet Hamdi Akseki’nin 1957 yılında basılan ‘İslam Dini‘ isimli eserinin 172. sayfasında belirttiğine göre; Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı bu konudaki bir izin talebine 6.2.1933 tarihinde köylerde de Cuma kılınabileceğine yazılı olarak izin vermiştir
Bu izinden sonra Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK arasında yapılmış bir görüşmeye dayanılarak, 16 Şubat 1934 tarihinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yazılarak, Cumhurbaşkanı’nın imzası alınan bir yazı ile devlet başkanına ait olan, ‘nereye cami yapılacağı ve kimin hutbe okuyacağına dair‘ “CUMA BERATI” denilen izin verme yetkisi Vilayet ve Kaza müftülerine devredilmiştir.
Hâlen çerçeveli bir levha olarak, bütün camilerde bulunan ‘Cuma Beratı‘ olarak anılan bu izin belgesi, caminin bağlı olduğu il ve ilçe Müftüsünce imzalanmaktadır.
Bu belgenin aslı tarafımdan yüksek lisans çalışmam sırasında, Cumhurbaşkanlığı arşivi il ve ilçe müftülüklerinin arşivlerinde yapılan araştırmalarda aslı veya suretine rastlanılmamıştır. Meslekteki büyüklerimize ait beyanlar ise, 1965 yılında Kocatepe Camii yanındaki binaya taşınırken, ‘Başkanlık ulemâsından yetkili bazılarının ‘yeni binaya eski evrak yakışmaz‘ diyerek, mevcut Başkanlık arşivindeki evrakın SEKA‘ya kâğıt yapılmak üzere gönderildiklerini anlatmışlardır.
Çetinoğlu: Meraklılarının sorduğu bir soru var: Osmanlı saraylarının içinde niçin cami yok?
Sezgin: Evet! İçinde çok büyük mekânlar, salonlar, hatta tiyatro bile bulunan Osmanlı sarayında Cuma namazı kılınacak caminin niçin bulunmadığı sorusu zaman zaman sorulur.
Cuma namazının kılındığı ve Cuma hutbesinin okunduğu yerin kapısı herkese açık olacak. Böyle olmaz da gelmek isteyenlerden içeri giremeyecek yerlerde kılınan Cuma namazı sağlıklı olmaz, geçersiz sayılır. ‘Halkın serbestçe giremediği, avlularla, surlarla çevrili, girilmesi için özel izin gerektiren yerlerde Cuma kılınamaz‘ kuralı gereği, Osmanlı Saraylarında Cuma namazı kılınabilecek cami yapılmamıştır.
Küçük, mescit şeklindeki yapılar ise, ikamet edenlerle çalışanların günlük namazlarını kılabilmeleri için yapılmıştır.
Bir de Osmanlı Sultanları, halkın içine girmeyi, onları dinleyerek halkın ihtiyaçlarını ve taleplerini almayı çok önemserlerdi. Onun için her Cuma günü resmî tören düzenlenerek yapılan Cuma Selamlığı’na giderek büyük bir camide halkla birlikte namaz kılmak ve cemaate iştirak eden halktan, isteyen herkesle görüşme, dilekçe kabul etme faaliyetleri sebebiyle de saraya cami yapılsa, belki bu işten vazgeçileceği endişesini de zikretmek lazımdır.
Çetinoğlu: Her camide bulunan; kürsü, minber ve mihrap hakkında da bilgi lütfeder misiniz Hocam?
Sezgin: Caminin ana giriş kapısından girildiğinde sağ karşıda minber vardır. Bu kelime, ‘Mimber‘ şeklinde de söylenir. Mimber, Hz. Peygamber’in ilk yaptığı Kuba Mescidi ile Mescid-i Nebi’de de vardı. İlk önce bir Hurma kütüğü konulmuştu. Hz. Peygamber, bu kütüğün üstünde hutbe okurdu. Kısa bir süre sonra bu kütük kaldırıldı ve üç basamaklı bir mimber yapıldı.
Bektaşi Dergâhları başta olmak üzere bu üç basamaklı minber sembolik anlamı sebebiyle muhafaza edilir. Bektaşiler bu sembolik minbere ‘Taht-ı Muhammed‘ adını verirler. ‘Allah’ın Nuru’nu temsil ettiği kabul edilen ‘çerağlar / çıra, mum ve / veya benzeri aydınlatıcılar bu tahtın üstüne konulur.
Toplantıya katılanlar, “Taht-ı Muhammed”den parlayan ilahî ışıkla aydınmış olur.
Camide Minber Hz. Peygamberin aynı zamanda devlet başkanı olmasından sebep, devleti temsil eder. Devlete ait işler ciddî ve resmî işlerdir. Bu sebeple hutbe ‘resmî devlet metni‘ olarak devleti kuran iradenin diliyle okunur.
Karahanlı, Selçuklu, Akkoyunlu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin özü aynı şekilde Türk’tür; dili Türkçedir.
Çetinoğlu: Günümüzde bazı yerlerde Kürtçe Hutbe okunmasını isteyenler var…
Sezgin: Afedersiniz Kürtçe ne zaman devlet dili olmuştu? Kürtçe denilen dilde ‘Kürt‘ ve ‘Kürtçe‘ kelimeleri var mıdır? Varsa ‘Kürtçe biliyor musunuz?‘ diye sorulmuyor da niçin ‘Kırmançca biliyor musunuz?‘ diye sorulur. “Gorani” ve “Sorani” bölgelerinde de soru aynı şekildedir.
Bu sorular ‘ben Kürdüm‘ diyenleri aşağılamak veya Kürt’ü, ve / veya Kürtlüğü inkâr anlamına da soruluyor değil. Bir parça Kırmanç dili veya şivesi öğrenmiş, Gorani ve Sorani bölgelerinde ilmî araştırma yapmış biri olarak merakımı gidermek için soruyorum.
Çetinoğlu: Camideki iç mekânlardan söz ediyorduk…
Sezgin: Caminin ana girişine göre karşıda ve sol tarafta bulunan ve halkın aydınlatılması maksadına yönelik konuşma yapılması için konulmuş KÜRSÜnün halkı temsil ettiği kabul edilir. Aydınlatılması gereken en önemli kesim halk olduğu için kendiliğinden böyle bir kabul ortaya çıkmış olabilir.
Kürsü, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ‘din nasihattir‘ hadisleri gereği nasihat makamıdır. Kürsü’de halkın kolayca anlayacağı bir dil ile konunun anlaşılması için hikâye, darb-ı mesel, şiir, fıkra gibi şeylerden de yararlanılabilir.
Çetinoğlu: Sonuncu ve en önemli bölüm: Mihrab…
Sezgin: Caminin ana giriş kapısına göre tam karşıdaki duvarın ortasında ise, halkla devleti birleştiren ve herkesi ‘Hak Divanı’nda buluşturan Mihrab vardır.
Mihrab’da namazı kıldıracak imam bulunur. Bu makamda bulunmak “Hak Divanı” diye de anlatılan, ‘Allah’ın huzurunda olmanın vakar ve ciddiyeti‘ vardır. Bu sebeple de herkesi Yüce yaratanın huzurunda, O’nun rahmetine nail olmaya dâvet yapılır. Peşinden namazı kıldıracak olan imam niyet eder: ‘Niyet ettim, Allah rızası için …… Namazının farzını kılmaya ve imam oldum bana tabi olanlara (uyanlara)‘ Der.
Mihrap, siyasetin asla olamayacağı, tam bir tarafsızlık gerektiren, Allah’la baş başa olmanın idrak noktasıdır.
Cemaat, eskiden imama uyarken, ‘Durdum Divana (Hak divanı kastedilir) uydum hazır olan imama‘ derdi. Bu ifâde yukarıda anlatılanlarla uyum ve ahenk içinde olmayı da ifade ederdi.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki, bu makamların özelliklerini koruyamazsak, dini koruyamamış hâle düşeriz.
Allah dinini ve Kitabını kıyamete kadar koruyacaktır. Bunda şüphe yok, ama hangi coğrafyada, hangi milletin gönlünde koruyacağını ise, sadece O biliyor.
Biz ise, bu topraklarda, milletimizin elinde ve gönlünde asırlardır duran İslam’ın sancaktarlığı da dâhil, bütün değerlerimizi kıyamete kadar muhafaza edelim istiyoruz.
Çetinoğlu: Hocam çok teşekkür ederim. Bir başka sohbetimizde, camilerdeki yıldızlı işaretleri ve bunların temsil ettiği değerleri, çiçek resimlerini ve anlamlarını konuşuruz inşallah.
Sezgin: İnşallah…
21 Temmuz 2013
http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=4820