Hangi düşünceye sahip olursanız olun, düşüncede samimiyet esastır. Düşüncede samimiyet aklın ışığıdır. Doğruluğuna inanmadığımız fikirleri laf olsun diye savunursak, akıl yalnızlaşır ve de kararır.
Doğruluğuna inandığınız düşünceler yanlış bile olsa, umut daima vardır; bir gün bir vesileyle bin şeyleri anlayabilirsiniz ve “galiba yanlış yapmışız” diyebilirsiniz.
Kavga, samimiyetle doğruluğuna inanılan düşüncelerden değil; düşüncesizlikten, fikirsizlikten doğar ve önce içte yani insanın kendi nefsinde başlar.
Demokrat mısın, demokrat ani; milli iradenini üstünlüğüne taraftarsın, hürriyetçisin, insan haklarına, öz değerlerine, tercihlerine, yönelişlerine, arayışlarına, maddi-manevi ihtiyaçlarına çok önem verirsin.
Peki demokrat olduğuna sahiden inanıyor musun? Ne fikri-kültürel, ne siyasi-fiili açılardan, bizim baltacı-totaliter pozitifist aydınlarımız hiçbir zaman demokrasiye inanmadılar. Çünkü aslen, toplumu karanlıktan çıkaracak aydınlık saçan yol gösterici değillerdi; düşünmenin ciddiyet ve gerçeklik şartlarıyla hiçbir ilgileri yoktu. “Bilgi” bile değil, “düşünce ezbercisi, ideoloji ithalatçısı, havaya-modaya göre yön değiştiren bir nevi mankeni”idiler.
Savunduğu fikir ve düşüncelerinde gerçek bir samimiyet taşımayanların en önemli özelliklerinden birisi “bencillik”tir.
“Bencillik” en büyük suç, en büyük günahtır. Bazen öyle bir hassas noktada öylesine bir bencillik sergilersiniz ki, isteyerek gaddarlık yapmaktan bin beter sonuçlar doğurur. Çünkü bencil insan, kendisinden başkasını görmez ve sebebiyet verdiği sonuçları “ben ne yaptım!” diye yaptığını tahlil de etmez. Bir cani bir gün pişmanlık duyabilir; ama “bencil”liğin karanlığında yaşayanlar hemen hemen hiçte pişmanlık duymazlar. Daima mazeret üretir, yeni bencillik gerekçeleri oluşturmaya çalışır. Ben değiştim demesi de işte bu yönde bir değişimdir.
Bir başka açıdan ifade edilirse, “gerçek anlamdaki bir değişimi lüzumsuzlaştıran, oyalayan, boşaltan” bir ikame kurnazlığının versiyonları değişir. Evet sadece onlar değişir; kendisini onlar sayesinde (dış görünüşü itibariyle) değişmiş gibi görünür. Devir-devir, dönem-dönem, isim-isim sıralayabiliriz.
“Bunu halletmeliyiz, bir uzlaşmaya varmalıyız, bir çare üretmeliyiz” diyorlar. “Halletmek, üretmek ve çare bulmak” ne kadar güzel sözler. Ama bunların olması için herşeyden önce “bencilliğin körleşmesinden” kurtulmayı icap ettirir. Uzlaşmak ve diyalog, bir fikir alış-verişidir. Vermeyi bilmeyen, almayı bilmeyen, dinlemeyi hele de okumayı ve okuduğunu anlamayan ile hangi uzlaşmayı niçin ve nasıl kabul edecek?
Bencilin samimiyeti, nefsinin onayına bağlıdır.
“Mesafe alamıyoruz” diye zaman zaman hayıflanıyoruz. Mesafe alamayışımızın sebebi de bunlardır. Zaman akıp duruyor, biz sürükleniyoruz, onca “dekor farklılaşma”nın ortasında “keyfiyetçe” yeni bir rüzgar esemiyor. Hiç ummadığınız bir noktada bir de bakıyorsunuz ki, yıllar öncesinin “artık geçtik aştık onları” dediğimiz manasız tavırları karşımıza dikiliveriyor. Birçok açık oturumlara bakıyoruz; öyle şeyler söyleniyor ki, inan şaşırıp kalıyor; nesini, niçin, nasıl düzelteceksiniz? Neresinden başlayıp hangi (ortak) ölçüye arz edeceksiniz de, karşısındakine bir tesir ulaştırabileceksin?
“istediğini söyle” ile olmuyor ki. Faydasız ve anlamsız sözü söylemek, sıkıntıdan başka bir şey kazandırmaz. Konuşulanda biraz “düşünce ve fikir” ilgisi varsa, beni kısıtlasınlar; bin defa daha iyidir anlamsız düşünceden.
Okuyan, okuduğunu analiz edip, düşünen, söyleyen her samimi insan, ifade zorluklarını bir biçimde ve bir nispetle aşar.
Düşünceler ve fikirlerde samimiyetsizlik, bizi karanlıklara iter. Bencillik de, aklımızı zihnimizi, ruhumuzu, sevme ve düşünme kabiliyetlerimizi köreltir.