Doğrusu makamlara sıkı-sıkıya yapışık bir toplum yapımız olduğunu inkâr edemeyiz. Ülkede politikanın dik-âlâsını memurlar yapar. Bukalemun gibi iktidara kim gelirse onun davulunu çalmaya başlar; o görüşün en aşırı savunucuları olmayı başarmağa çalışırlar. Demek ki şu makam ve mansıp işi ne kadar önemli imiş! Tabii öyle yatırımcı bir kadroya ilişip devlet imkânlarını iyi olmayan amaçlar için kullanmayı hiç de göz ardı etmeyiz. Yer sağlamlaşınca da “Filmcilik” başlayıverir. Böyle olmayanları tenzih etmek isteriz şüphesiz ki bu zihniyette olmayan çok insan vardır.
Şu AKP’nin ilk iktidara gelişini hatırlarım ki hemen hemen herkes, memurların çoğu AKP’li kesilmiş, başta cuma namazları görüntüleri olmak üzere cebinde külah elinde takunya âdeta devlet işgale uğramıştı. Komşu illerden “Ezilmişlik” senaryoları uydurularak dünyanın memuru transfer edilmişti. Bunların çoğu ehliyetli insanlar da değildi. Müşterek özellikleri güya “İslâmcı” olmak. Şimdi aradan 10 yılı aşkın zaman geçti, bu görüşler de kayaya oturdu. Ama o zaman AKP’nin, bir misal olmak üzere Adana Özel İdare’ye tayin ettiği kadrolar önce devlet dairesinden “Adanalılar”ı temizlediler. Çünkü bunlar yatırımcı kuruluşlarda bir fazlalıktı. Yabancıları davet ettiler ve memleketin gül gibi insanlarının her birine bir kulp takarak devre dışı bıraktılar. Buna ne gerek vardı? Çünkü Adana küçüktü ve bilinmesi istenmeyen şeyler devamlı yüz yüze bakıldığı için hemen su yüzüne çıkıyordu. İşte 2001’i takip eden yıllarda Köy Hizmetleri “Özel İdare Genel Sekreterliği”ne bağlanınca o malum ve meşhur “Oğuz Dükalığı” ortaya çıktı. Zamanın Adanalı müteahhitlerinin elinden işleri alındı ve kendileri de sanırım hâlâ eften püften işlerle mahkemelik edildi. Aslında bazı kişileri konuşturursanız bu dönem tam Adanalı tasfiye dönemidir. Esasında hiç biri de AKP’li falan değildi ve “takunyalar” da, ”Cuma gösterileri” de bir gösterişten ibaretti. Bu kişilerin çoğu cepleri dolu vaziyette evvela AKP sıralarında yer almak için koşturdularsa da “Mafya” görüntüleri ve “Organize” işleri yüzünden bu parti de ilk sıralara tırmanmayı başardılarsa da veto edildiler. Başka partiler de bu işin farkına vardığı için onlar da kabul etmeyince eski yuvalarında kalmaktan başka çare bulamadılar ve burada olmayan kişiliklerini olanca gayretle ispata çalıştılar.
Şimdi Belediye’yi MHP’li bir şahıs kazanınca hemen bu avene MHP’li olmuş çıkmış. Bu işi yedi sülaleleri ile ispata çalışıyorlar. Yanlarına hasbelkader bu tarafa meyyal birinin de almışlarsa al sana ala MHP’liler. Bu işler ne kadar yenilir yutulur bilinmez ama Adana’nın küçük olduğunu söyledik. Ne “Güneş balçıkla sıvanır” ne de “Mızrak çuvala sığar”! Hakikatten MHP’liler eğer kalıcı olmak istiyorsa uyanık olmak zorundadırlar. Seçim kazanılmış particilik bitmiştir. Ehil insanlarla iş tutmak, adam kayırmaya yönelmemek, kanunsuzluğu adet haline getirmemek, hele hele toplumun ve milletin çok duyarlı olduğu yolsuzluk ve hırsızlığa bulaşacak insanlara katiyen itibar etmemek doğru olan yoldur. Kadroların oluşumunda yıllardan beri horlanan ülkücülere adam gibi muamele etmek, kabiliyetleri hakkıyla değerlendirmek sorumlu kişilerin ilk görevidir. Elbette bugün hükümetin düsturu olarak savunulan “Herkes kendi kadroları ile çalışır” görüşünden uzaklaşmamak lazımdır. Şu anda herkes MHP’lidir; buna aldanmamak başarılı olmanın ilk ve tek şartıdır.
Her şeyden evvel Belediye’ye kanunsuzluk ve hırsızlığı sokmamak MHP’li bir idarenin olmazsa olmazıdır. Elbette her şeyin değişmesi ve asli rayına çekilmesi, karışıklıkların önlenmesi, ”Organize işlere” bulaşma ihtimali olan kişileri sorumlu mevkilere taşımamak şarttır. Çünkü Büyükşehirler artık sıradan bir idare değil bir metropoldür. Şahsen Adana ve Mersin gibi MHP’nin başarılı olduğu yerlerde tam bir örnek idare vücuda getirilmelidir. Sayın Hüseyin Sözlü de bu büyük işleri kolayca çözecek ve milletin yüzünü ağartacak cesaret vardır. Haydi, kolay gelsin.