İçinde yaşadığı toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel problemlerini bilen, bu bilgilerini dünya ölçeği ile karşılaştırıp sürekli kendini kontrol eden bireylere kısaca o toplumun aydınları diyoruz. Dolayısıyla aydın kişiyi yaşadığı toplumdan ayırmak mümkün olmadığı için bu hususlara riayet etmeyenlere de “Yabancılaşmış Aydın” demekteyiz. İnsanların ekonomik meseleleri yanında sosyal ihtiyaçları da sürekli olarak artmak eğilimindedir. Gerçek aydının görevi bir toplum önderi olarak bu ihtiyaçlara zamanında uyum sağlayarak çözümler ve çareler üretmekle sınırlı olmayıp kesinlikle toplumu aşması lâzımdır. Bu sebeple modern bir toplum olmanın ilk ve vazgeçilmez şartı toplumun üzerinde sosyal ve kültürel birikimlere sahip olmaktır. Batıda bu tip önderlere “entellektülel” denmektedir. Bizim kültürümüzde ise “Alperen-Derviş-Şeyh-Aksakal-Bilge” gibi tanımlar kullanılmıştır. Ağırlıkları farklı olmakla beraber bu deyimlerin ifâde ettiği anlamlardan bugünkü “Aydın” motifini oluşturabiliriz. İslâmi bir deyim olan “İmam” dâhi namaz kıldıran kişi olarak telâkki edilmeyip birçok şeyi bilen Müslümanlara önder olan seçkinlerdendir. ”Hoca” ise müspet ilimlere de yabancı olmayan yine bilge kişidir. Cumhuriyet devri “Öğretmen” deyimi ise bunların hiçbirinin yerini doldurmak bir yana kültürel muhtevayı ifâdeden aciz kaldığı için bu deyime çok itibar edilmemiştir. Çünkü evvelki deyimlerde “Yaratıcılık-Telif-Tefekkür” gibi tamamen sosyal anlamlar çağrıştıran duruşa karşılık “Öğretmen” deyimi öğrendiklerini nakleden, yani “mukallid” gibi bir platforma oturmuştur.
Bu tanımlamalardan sonra bugünkü toplumumuzda “Aydın” kimdir ve nasıl olmalıdır sorusuna karşılık bulmaya çalışalım:
1)Aydın sürekli olarak içinde bulunduğu toplumla bütünleşmelidir. Onun sosyal ve iktisadi ihtiyaçları ile inanç düzeyine yabancılaşmamalıdır. Saf saf cenaze namazına durmuş insanları elleri cebinde seyrettiğiniz zaman o toplumdan kopmuş, yabancılaşmışsınız demektir. Veya kendi müziğini icra etmekten hoşlanan, kendi oyununu oynamak isteyen insanlara karşı zevksiz ve iştiraksiz durmak da kişiyi o toplumdan ve toplumun müşterek duygularından çemberin dışına atıverir. Toplumun sosyal ihtiyaçlarına önder olmanın yolu onlar ile birlikte gülmek, eğlenmek ve hatta ağlıyorlarsa ağlamaktan geçer.
2)Yaşadığı toplumun önderi olarak aydın; araştırıcı, bütünleştirici, fikir ve düşüncelerden sentez oluşturabilecek, telif edici olmalıdır. Toplumun sosyal ve kültürel bünyesine uygun, onun önceki fikirleri üzerine geliştirici, ufkunu aydınlatacak elementleri ustaca yerleştirebilmelidir. Bu yönü ile aydının fikir ve düşünceleri kabul edilebilir ve ilgi toplayabilir mahiyette olmalı ve kendisinden sonra aynı fikir konuşulup tartışılabilmelidir. Aydın insanın fikirleri her şeyden evvel lisan olarak anlaşılır, tane tane tertemiz bir Türkçenin zevkini taşımalıdır.
3)Aydın insanın ortaya koyacağı düşünceler yaratıcı ve geliştirici olmalı yanlış ve hurafeleri zihinlerden temizlerken yeni bilgiler taşımalıdır. Masal gibi tekrarlanan şeylerden ziyâde kalıcı ve aydınlatıcı unsurları temel almalıdır. Gerçek bir aydının ortaya koyduğu fikirler kendi içinde ve dışa karşı, aynı zamanda tutarlı olmalıdır.
4)Aydın insanın fikirleri ve düşünceleri uygulanır olmalıdır. Hayali ve bilimden kopuk düşüncelerin hiçbir kıymeti yoktur. Aydının düşüncelerinde hitap ettiği ve iletişimde bulunduğu insanların da kolayca katılım sağlayacakları ve toplumda karşılığı bulunan fikirler taşımalıdır.
İşte bütün bu minval üzere ve bu şartlar dâhilinde aydın insanlar bu özellikleri dolayısıyla toplumda bir ağırlık hissettirmelidirler. Ağırlığı olmayan bir manevi gücün sosyal ve maddi bir gelecek sağlaması kesinlikle mümkün değildir. Manevi ve kültürel değerler insanları ayakta tuttuğu gibi aynı zamanda bir düşünce etrafında birleşmelerini de sağlar.
Düşünüldüğü zaman aydın insanın özelliklerini daha da arttırmak mümkündür. Acaba bu vasıfların neresindeyiz? Bu özellikleri taşıyan kaç insanımız vardır? Şüphesiz iletişim araçlarının artması ve teknolojik yenilikler ile yayın ve basın tekniklerindeki gelişmeler, dünya ölçeğinde olmasa da belli seviyede refahın artması ile yeni eğitim kurumları açılmış, artık birçok insan yüksek eğitim alır hale gelmiştir. Yüksek eğitim görmek ve diploma sahibi olmak insanları kâmil hâle getirmiyor. Sadece yetişmiş insan haline gelmek için bir merdiven olabiliyor. Lisansüstü-Master-Doktora gibi kariyer programlarını görmüş olmak da öyle. Çoğu zaman süratinin farkına varamayacağımız bir tarzda sosyal gelişmeler oluyor. Dünya ölçeğinde milletler bu olaylara vakıf olmak ve çözüm getirmek için yeni yeni disiplinler ortaya koyuyor.18.yüzyldandan itibaren batıdaki bu eğilim ve gelişmeler İslâm dünyasına karşı Hristiyan dünyasına siyasette haklı bir üstünlük kazandırmıştır. İnsanlığın yaradılışından, milletlerin ortaya çıkışı ve inançların teşekkülüne kadar kendileri ile ilgili olsun veya olmasın her toplumsal kazanım ince mercekler altında incelenmektedir. İnsan bunların ürünlerini gördüğü zaman onlardan sadece teknik bilimlerde değil sosyal bilimlerde de ne kadar geride kaldığımızı düşünerek kendini aşağı görüyor.
Türk Kültürü-Edebiyatı-Tarihi-İnançları-Coğrafyası-Sosyal ve İktisadi hayatı öncelikle bizi ilgilendirmesi gerektiği halde batılılar tarafından esaslı biçimde ve akademik ortamda incelenmektedir. İslâmiyet’in Doğuşu-Gelişmesi-Hz. Muhammed -Halifeler-Mezhepler-Fırkalar-Tarikatlar-Tasavvuf-Siyaset -İslâmi İlimler ve Şubeleri-İslâm Âlimleri keza aynı durumdadır. Bir zamanlar Emeviler devrinden başlamak üzere, Grek kültürünün Müslümanlar tarafından incelenmesi ve Aristo-Eflatun’un keşfedilmesi gibi İslâm’a ait en küçük detay bile incelenmektedir. Türk tarih ve kültüründe de öyle. Acemi doktorlar gibi Türk hükümranlığının kınanması devri geride kalmış ve esası araştırılmaktadır. Bunlar incelenirken kimse Türklere “Barbar”, Hz. Muhammed’e “Sahte Peygamber” gözü ile bakmamaktadır. İşte batı ile aramızdaki fark budur ve gerçek üstünlük ortadadır.
Büyük toplum, büyük din, büyük millet olmak için işte böyle bilime sarılmak gerekiyor. Böyle işlerin önderliğini de ancak büyük ölçekli aydınlar yerine getirebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Köprülüzade Fuat’ın ekolu böyle bir görev yapıyordu. Birçok batılı disiplin onu örnek aldı. Şimdi, neredeyiz? Varın hesabını siz yapın!
Sağlıcakla kalın.