Her ortamda ve her zaman beylik sözlerden biri de “Türkiye çook büyük bir ülkedir”! Hiç düşünmeyiz ki, bu büyük ülkenin idaresi için birçok büyük adamı bu ülke için sıraya girmesi gerekirken, millet hep birilerinin idaresine mecbur ve mahkûmdur. Kafalarımızda bile alternatif yaratamayız. İşte bu hususu anlamak bir türlü mümkün değildir. 12 yıldan beri, memleketin tepesine çullanmış bir avuç cennet fedaisinin ilk iktidar yıllarının “değiştik” görüntüsü vermeye çalışan seçilmişleri, her seçim yenilendikçe değişmenin dozunu artırarak, inşallah sonları olacak bu dönemde kendi itirafları ile devleti kuran iradeyi ayaklar altına aldıklarını beyan ederek gerçek yüzlerini göstermişlerdir. İşin ilginç tarafı ne olursa olsun sandıktan onlar çıkıyor; başka zamanlarda insanları bu dünyadan kovmaya yeter iddialar bile bunların seçilmesini engellemiyordu. Kime sorarsan onları istemiyor; lâkin sandık açıldığı zaman yine onlar çıkıyor!
Aslında işi biz büyütüyoruz; konuşup konuşup, sandık başına gidince yine reylerimizi veriyorduk! İşin doğrusu buydu. Hiç kabahati kendimizde ve listelerimizi doldurduğumuz yeteneksiz insanlarda aramadık. Hep rey verenleri, yani milleti suçlayıp durduk. Bırakın aynı görüşte iki partiyi, kendi aramızda bile birleşemedik. Milleti de parçalara ayırdıkça ayırdık ve adamlar aradan sıyrılarak çıktıkları gibi, takip ettikleri popüler politikalarla kamuoyu da oluşturdular.
Ülkede tarım ve hayvancılık dibe vurmuş. Çocuklarımıza içirdiğimiz sütten, yedirdiğimiz bisküvinin tahılına kadar Avrupa ve ABD’nin özürlü ürünlerini ucuz fiyatlara ithal ediyoruz. Ne yediğimizi bilmediğimiz için dünya ortalaması %6,4 olan şeker hastalığının en az olduğu Anadolu’da diyabet oranı %15.. Yani hiçbir şekilde kendi ürettiklerimizi yemiyoruz. Çünkü geleneksel beslenen Bangladeş’te diyabet oranı %3,2. Hâlbuki Türkiye tarih boyunca bir hayvancılık ve ziraat ülkesidir. Kendi ürettiğiniz gıdaların (karbonhidrat veya protein) hastalık yapmadığı ispatlandığı için şimdi dünya paraya satılan “Organikler” çıkmış.
Neden bunları anlatıyoruz? Çünkü bu adamlar “değiştik” diyerek, her sahada ilim erbabı olduklarını iddia ederek, sadece siyaset-sosyal hayat-ülke bütünlüğü-din sevgisi-ekonomi-aile-piyasa-cami-kilise ile oynamadılar, bu ülkenin mesele olmamış en küçük işini bile kaşıyarak mesele ettiler. İnsanımız madden birçok hastalığa, ülkemiz ise aynı şekilde siyasi uçurumun başına geldi.
Sanki memleket işgal edilmiş gibi herkes umutsuz. Seçimlerin bile bir değişiklik için çare olmadığa inanan milyonlarca insan. Demokrasiye sanki kimse güvenmiyor. İç ve dış politikada “terörizm” adata özendiriliyor. 5 bin haydut için Anayasa değiştiriliyor, 17 bin haydut devlet yıkıp devlet kuruyor. ”Âli“ dış siyasetimiz her şeyi “stratejik” sabır ve metanetle çözme gibi önemli bir görev yapıyor!
Ve işte böyle umutsuz bir ortamda, Türkiye’de pek hırpalaya geldiğimiz muhalefetimiz, yani CHP ve MHP çok önemli müşterek bir karar alarak seçilme şansı yüksek, tertemiz bir bilim ve ilim adamını, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu “Cumhurbaşkanı Çatı Adayı” ilân etmiştir.. Bu açıklama ile iki muhalefet partisi sayın genel başkanları, belki de siyasi hayatlarının en isabetli kararını vermiş bulunuyorlar. Mustafa Kemal’den sonra şahsına en küçük bir leke iması dahi yapılmayan tertemiz bir insana rey verme mutluluğuna bizi ulaştıranlara teşekkür etmemiz şarttır.
Eski “Maocu Ulusalcılar” hemen bayrak açmış! İhsanoğlu dini imajı önde birisiymiş! Barzani’nin borazanı Bay Hüseyin Çelik ise hemen ve acelece “Halkçı ve Irkçı” demiş! Yani sen aday gösterince öyle olmuyor da, şimdi böyle oluyor! Hatta siyaseten yanlış işlerine âlet olmuyor diye adamı kara listeye alıyorsun, aforoz ediyorsun, şeref müessesesi AK İslâm icadı imiş gibi şerefe davet ediyorsun! Bu kadar ikiyüzlülüğe pes doğrusu! Demek ki bu ülkede bir takım insanlara yaranmak için ya dinsiz olmak yahut da milliyeti inkâr edip dini istismar ederek “Milliyetçiliği” ayaklar altına almak gerekiyormuş! Ne ulusalcılığıymış? Bu işin bal gibi “sol-sağ“ beynelmilelciliğinden başka anlamı var mı? Güle güle!