Sanat ve sanatçılığı kendinden menkul sanan aşırı, mutedil ve biraz da bölücü sol; düne kadar “Faşist ve Irkçı” gibi nahoş deyimlerle aşağıladığı MHP’yi; bugün MHP’li bir Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı yönetiminde nihayet “21.Altın Koza Akdeniz Ülkeleri Film Festivali”ni idrak ediyor. En iyi filme 350 bin lira gibi büyük bir armağan takdir edilmiş. 15-21 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek Festival için şimdiden Adana sokaklarına “Yılmaz Güney”in ölüm yıldönümü için anma afişleri de asılmıştır. Aynı zamanda Adanalı edebiyatçı Orhan Kemal’in 100.doğum yıldönümü imiş; bunu da bu vesile ile öğrenmiş olduk. Yaşar Kemal neden ihmal edilmiş bilemeyiz ama geçen yıllarda, yani Aytaç Durak’lı devirde daha favori bir kişilikti; herhalde ilerleyen günlerde göreceğiz.
Evvelki gün Altınkoza’nın yeni yönetimini bu sütunlara taşımış; değerlendirmeleri kamuoyuna bırakmıştık. Arayanlar oldu ve biraz daha bilgilendik. Şüphesiz bu dostlara daha organize olmamış bir etkinliğin arifesinde söylenecek bir şey yoktur. Delikanlı ülkücü Can Beslen’in de tam yetkili olarak görevlendirilmesi fevkalade bir isabettir; benim sevdiğim bir gençtir; inşallah eğitimini ihmal etmez.. Yılmaz Güney’in ağabeyi Yaşar Pütün hariç, diğer arkadaşların da, bazılarını çok yakından bazılarını da gıyaben tanırım. Bu meslek hakkında yeteneklerini ve kültürlerini bilmiyorum ama hiç olmazsa belli bir temelleri ve duyarlılıkları olduğunu sanıyoruz. Fatih Zorba bizim cürmümüz, Yüksel Evsen meslektaşımız, Kaşif Barut okul arkadaşımız, Ahmet Erdoğan kökü sağlam dostumuz, Yeliz hemşerimiz, Ömer evvelki gün telefonda tanıştığımız dost, Nevrozoğlu ise kardeş Azerbaycan’ın şuurlu insanlarından. Pütün’ün ise 30 Mart seçimlerinde Sözlü için mahalle şerefine bir koç kurban ettiğini duydum. İşte vaziyeti umumiye bu!
Bizim 68 kuşağı, Çukurovalı solcu dostlarımız Yılmaz Güney ve onu geriden iten Orhan-Yaşar Kemal ekolünün etkisinde kalarak bu muazzam ovayı “Irgat ve Amale” edebiyatı sanmışlardır. Bir kere işin yanlışlığı burada; elbette Tarsus’tan Osmaniye ve Amik Ovası’na kadar Çukurova Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları, Memluklular arasında tampon ve serbest bir bölge olarak asırları eskitmiştir. Dulkadirli olan Ramazanoğulları Memluklular ve Osmanlılar arasında bocalayıp durmuştur. Mısır’da başlayıp Kütahya’da son bulan Kavalalı serüveni Belen’de Avşarlar tarafından durdurulmuş iken Payas derebeyli onlara geçit vermiş, Kozan bölgesinden rahat geçen “Arnavudoğlu” bir solukta Kütahya’ya varmış ve Devlet ile pazarlığa oturmuştur. Bu sebeple Çukurova’nın bir ”Derebeyler Feodalizmi” olduğunu elbette kabul etmek gereklidir. Fakat hiçbir surette sol terminoloji ile bunun devlete karşı bir “Irgat Savaşı”na dönüştüğünü söylemek mümkün değildir. Yılmaz Güney, Orhan ve Yaşar Kemal’in birer “Irgat” olarak geldikleri o topraklar hâlâ öyle değil midir? Hele hele Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin gibi bu hareketleri “Marksizm-Komünizm” gibi iğrenç batının sokak görüşlerine uyarlamak kesinlikle mümkün değildir.
“Osmanlı Feodalizmi”nin çok kısa bir dönemi Mustafa Akdağ tarafından incelenmiştir; komple ve etraflıca bir çalışma hâlâ mevcut değildir. Tarsus’ta bugün bile tezahürlerini gördüğümüz “Çepni-Farsak” dünyası belkiHacı Bektaş Veli ile tezahür etmiştir ama doyurucu bir çalışma görülmemektedir. ”Baba İlyas Horasani”hareketi de “Baba İshak Kefersudi” tarafından bu bereketli topraklardan beslenmiştir. Son yıllarda, Anadolu’da saha çalışmaları da yaparak çok önemli eserler ortaya koyan İréne Melikof’tan anladığımıza göre Çukurova’ya “Irgat” istilâsı da birer içtimâî hadise olarak görmemezlikten gelinmiş ve bu bölgeye çalışmaya gelen güya “Kürtler”in durumları da incelenmemiştir. İşte “20 Altınkoza”nın münderecat ve müfredatı maalesef bu komünizan ve netice olarak ayrılıkçı görüşler olmuştur. Elbette geçmiş “Belediye Başkanları”nın bu incelikleri bilmesi ve hayal etmesi bile mümkün değildir.
Çukurova buram buram Türklük kokar; insanların ağalara isyanı ve başkaldırma duygusu “Türkmenlik”in yegâne hayat tarzıdır. Sultan Sencer gibi büyük bir Selçuklu Sultanı’nı iki yıl esir tutan aksülamel budur. Böyle bir zihniyeti bugüne “Toprak reformu” gibi eki ve kökü olmayan düşüncelerle izah edip netice gibi görmek de fevkalade yanlıştır. Bu sebeple Yılmaz Güney-Yaşar ve Orhan Kemal’in tamamen hayalden ibaret olan ideolojik görüşlerine katılmak ve bunlara aldanmak bizi daha fahiş hatalara götürür. Gönül ister ki Hüseyin Sözlü böyle büyük bir bütçe ile yola çıkarken pek çok tanıdığı olan ilim adamlarına bir çalışma yaptırsın ve yılların yanlış görüşlerini ortaya koysun.
Bizler “Yılmaz Güney”in isyan duyguları içeren filmlerini seyretmekle büyüdük; günah ve sevapları ile onu hiçbir şekilde “ideolojik” gözle görmedik. Hatta genetik özelliklerimizden ötürü destan kahramanlarımız gibi değerlendirdik. Elbette “Sefa Mutlu” fahiş bir hataydı; fakat kendi filmlerini yine kendinin hayatı haline getirmiştir. Boş yere ömrünü mahvetti. Şimdi geride kalanlar ve onun izinde olanlar bu öz eleştirileri yapmak zorundadır.
Bizim destanlarımız var; ”Oğuz – Yaratılış – Ergenekon – Gılgamış – Manas – Battal Gazi – Hz. Ali-Dede Korkut” gibi. Belki bunlar prodüksiyon olmamış ama şu malum “Irgat-Umut” edebiyatının bunlarla hiç mi ilgisi yoktur. Marks ömründe “Türk Cemiyeti” ve bu cemiyetin “Türkî-Türk’e benzeyen” unsurlarını görmüş mü? Hâlbuki yarım asra yaklaşan “Ülkücülük”, bu işleri pek iyi bilmekte ve bunlarla yatıp kalmaktadır. Bize göre Osman Sınav bu işlerin şuurundadır; Türker İnanoğlu Türkçü’dür, rahmetli Berker iyi bir dava adamıydı ve birçoğumuzun “Mamak” arkadaşıdır. Bulut Aras, Serdar Gökhan, hatta Cüneyt Arkın nostaljik Türk sinemacılığının yüz akıdır. İnşallah Hüseyin Sözlü’nün kafasında bunlar vardır ve bu festival de eskilerinin tekrarı olmaz.
Muhabbetle.