MHP Genelbaşkan Başdanışmanı ve Ortadoğu Gazetesi yazarı Şükrü Alnıaçık facebook hesabından bir hatırlatmada bulundu. Tarihin hep bizi haklı çıkarmasından yoruldum, yorumunu yapan Alnıaçık’ın paylaşımı ve yazısının tam metni:
“5 Ağustos 2010’da Fethullah Gülen’in 12 Eylül Referandumu için AKP’ye verdiği aktif destekten dolayı Türkiye’de ilk “Fethullah Gülen’e Cevap” yazısını yazan bir Ülkücü olmanın manevi huzuru ve rahatlığı içindeyim.
Sadece Tarihin hep bizi haklı çıkarmasından yoruldum.
Bunu ikisi de hak ettiler ve daha da bir şey görmediler…
Biz düşene vuranlardan olmadık. İktidardaki haksızlığa diklendik daima… Diyeceğimizi dedik; ama edebimizi de bozmadık. Zalimler ve edepsizler utansın.
İşte o yazı…”
Fethullah Gülen’e Cevap
TEKÂSÜR SURESİ (*) [Elhâkümüttekâsür]
Bismillahirrahmânirrahîm
1,2. Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya kadar oyaladı.
“Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz.” [Diyanet Meali, 102:1-2]
3. Hayır; ileride bileceksiniz!
4. Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz!
5. Hayır, kesin olarak bir bilseniz…
6. Andolsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz.
7. Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz
8. Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz.
Hadis-i şerifte de buyruldu ki:
“Beni Hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, muhakkak Elhâkümüttekâsür’ü okumak bin âyet okumaya denktir.”
Sizden biriniz her gün bin ayet okuyamazsa Elhâkümüttekasür’ü okuyamaz mı?. [Ramuz 82/8]
Esselam-u Aleyküm
Önce her Müslüman’a farz olan Allah’ın selamını eda ederek sözlerime başlıyorum. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun. Bu yazı, şahsi bir hevesin, beşeri bir arzunun veya dünyevi bir kaygının eseri olmadığı; bilakis ilmi ve kolektif bir hassasiyetin tezahürü olarak kaleme alındığı için yazının muhtevasında benden ziyade “bizi” yani Ülkücüleri görmeye çalışınız.
Bundan on yıl önce maddi gücünüz daha az, cemiyetteki muhabbet halkanız daha dardı. Yaptığınız hayırlı işler sayesinde kadirşinas milletimizin teveccühüyle gücünüz arttı; intisab halkası genişledi. Bizim Milliyetçiliğimizin sebebi ve kaynağı olan ahlaki hasletler, hizmetinizdeki en büyük hazineniz oldu. Bir çok faaliyetiniz önceleri bize de gurur verdi. Sizi 28 Şubat’ın alacalı günlerinde savunduk; toz kondurmadık.
Dolayısıyla bu hızlı kalkınma, milletimizin hasletleri sayesinde emsallerine göre o kadar kolay oldu ki; siz artık askeri vesayetin sonunu getirecek hamleleri fütursuzca icra eden; ederken de Peygamber ocağımızı eşkıya ve uğursuzlar karşısında sendeleten bir siyasi gücün dinamosu olmayı, “isabetli bir siyasi karar” olarak görmeye başladınız.
Böylece, son beyanatınızda aksini söylemenize rağmen, gözümüzün gördüğü ve aklımızın tasdik ettiği kadarıyla mevcut siyasi iktidarla yekvücut oldunuz. Bu bütünleşmeyle muhtemel siyasi hataların, hem cemaatinize, hem Nur talebelerinin tümüne hem de -cehalet nazar-ı dikkate alındığında- asli hüviyetiniz olan din-i İslam’a havale edilebileceğini düşünmez oldunuz.
12 Eylül referandumuyla ilgili olarak en keskin siyaset kılıçlarının en çevik manevralarla havada kıvılcımlar çıkardığı bir ortamda yapmış olduğunuz bu açıklama, bir bütün olarak ele alındığında, insan aklını hafife alan ve kırık kalplerdeki hüsranı daha da artıran bir çelişkiler yumağı olarak tarihe geçmiştir.
Siz, hepimizde bulunabilen şahsi zaafların özrü içinde önünüzde el pençe divan duran kariyerli ve yetenekli müridlerinizin, ahkâm-ı siyasîniz hakkındaki övgülerine bakarak “demek ki doğru yapıyoruz”, demeyecek kadar tecrübeye ve bilgiye doymuş hikmet sahibi bir insansınız. Ayrıca Dadaş kültürünün mektepsiz ilmi olan “çarıklı erkân-ı harbiye”den mahrum olmadığınız asar-ı bakiyenizden bellidir. Öyle olmasa Başbuğumuz bir an için bile olsa size teveccüh göstermezdi.
Biz, Başbuğumuzun Hindistan dönüşü CKMP’de siyasete girerken AP oyları bölünmesin diye hakkında broşür hazırlayan merhum nur talebelerine karşı isabetli bir tavır alarak bölgenizde “27 Mayıs ve Alparslan Türkeş” kitapçığını dağıttırmadığınızı da unutmadık.
Ülkücülük, Allah’a vefa, Peygambere vefa, Vatana ve Millete vefa mücadelesidir.
Ancak bugün Türkiye’de siyaset, merkantilizmin tecavüzünden sonraki gayrimeşru hamileliği yaşamaktadır. “Komşusu açken”, açın sorumluluğunu da seçim yoluyla üstlenmiş olduğu halde har vurulup harman savurulmuş kamu sermayesinin istismarıyla kolayca iktisab edilmiş konakların lüks İtalyan mutfaklarında pişirilmiş pahalı yemekleri afiyetle yedikten sonra plazma televizyonunun karşısında sızarak “tok yatan” “mücahitlerle!” yürütülen bir İslam davasının dinamo gücü olmak, size vebaldir.
Özelleştirme adı altında devletçi ekonomileri siyonist dünya hâkimiyeti politikasının açık operasyon alanı haline getiren ve bütün devrimlerini de insan hakları ve demokrasi maskesi altında kadife yumuşaklığıyla yapan George Soros vakıflarının ülkede cirit atmasına göz yuman bir siyasi iktidara referans olmak, size vebaldir.
Dünyanın en vahşi terör örgütlerinden biri olan PKK’nın katlettiği ana kuzularının hesabını sormak yerine polise “Ülkücüleri dağıtın” komutu vererek Türk halkının sokağa taşan tepkisini oy kaygısıyla çarpıtan; Marksist Kürtçülüğün halkla bütünleşmesine, batıdaki il ve ilçelere sıçramasına neden olan ufuksuz siyasi iktidarla bütünleşmek, size vebaldir.
İktidar azgınlığı ve zafer sarhoşluğuyla çöl tefsircisi Muhammed Abdulvehhap kadar küstahlaşarak vatan uğrunda can vermiş; hatta namaz kılarken dipçik darbesiyle şehit düşmüş bir Ülkücünün şahsında “Ülkücü davadan hapse düşen Hüseyin, hapishanede İslam’la şereflenmişti.” Diyerek Ülkücüleri bir nevi tekfir eden cahillerin itibar ettiği asabî çizgiyi revaçta tutup, Ülkücülere “kafatasçı, etnik milliyetçi, ırkçı… diyerek itham ve eziyet eden bir siyasi otoriteyi övmek, vebal-i kebirdir.
Aralarına kötü niyetli eski Marksistleri, Soros liberallerini ve ümmetçilik maskesi takmış Kürt ayrılık hareketi yanlılarını da alarak iktidara menfaatleri gereği destek veren medya kuruluşlarının Peygamber Ocağımıza karşı darbeci cunta bozuntularını bahane ederek giriştikleri psikolojik savaşa cephane taşımak, ordusuz bir hiç durumuna düşecek olan Türk Milletinin mukadder tefessühünün vebalini omuzlarınıza yüklemektedir.
Sayenizde Akademi mistisizme, mantık ve felsefe ise belâgate yenilmiştir. Bu da zahiren bir muvaffakiyettir. Lakin bugün uhrevi motivasyonla ve “hitabet-i sufiyane” ile yürüttüğünüz; bizim de başarısına şahit olduğumuz “Hizmet” hareketinin ağır sorumluluğuna yeterince vakıf olmadığınız zannını hasıl eden siyasi asabiyyet kapısını açmış bulunuyorsunuz.
Tarihte “medresenin tekkeye hâkim olamadığı” siyasi fetret dönemleri yaşanmıştır.
Tarihte “bilim ve felsefenin belagate, edebiyata mağlup olduğu” dönemler de olmuştur.
İşte bugünkü geri kalmışlığımızın temelinde bilimin ve akademinin, mistik belagat ve muamelat karşısındaki bu mağlubiyeti yatmaktadır.
Modern siyaset ise uygulanışına nazaran ne ilimdir ne de tasavvufa yakındır. Siyaset kirlidir; siyaset çok seslidir; geçici ve popülerdir. Siyaset Kopenhag kriteridir; siyaset, merkantilizmin bürokrasisidir, hamalıdır, hamilesidir.
Din-i İslam’ı temsil iddiasında olanların siyasetin kirine bulaşması, hem kendi manevi şahsiyetlerinde, hem cemaatlerinde hem de temsil ettikleri yüce dinimiz İslam üzerinde onulmaz yaralar açacaktır.
Temennimiz, en baştaki sure-i celilenin “müdhiş tevafuku”ndan feyz alarak ilminize yakışan hüküm veya istihare ile mübarek mesleğinize yakışanı icra etmeniz ve Ülkücülerin düşmanlığından imtina etmenizdir.
Memleketin bekası ile ilgili samimiyetiniz, Pensilvanya gurbetinde eksilmeyeceğine göre Ülkücüsüz, heyecansız, omurgasız bir Türkiye’de pek çok şeyin eksik olacağına sizin de kani olduğunuza dair ümidimizi koruyoruz. Ülkücüleri hatırlamak isterseniz yine Asr-ı saadete giderek “ilmin kapısını aralamak” kâfidir.
Tekasür Suresi için Râzî de der ki:
“Âyet, çokla gururlanmanın ve öğünmenin dinde kötülenmiş olduğuna delalet ediyor. Akıl da, hakiki saadet de çokla gururun ve öğünmenin kötülenmiş olduğuna delalet eder. Hz. Abbas’ın su işleri elinde olmasıyla öğünmesi ve Şeybe’nin Kâbe’nin anahtarı elinde olmasıyla öğünmesi üzerine Hz. Ali: “Ben kılıcımla küfrün hortumunu kestim, küfür müsle (yani burnu, kulağı kesik) oldu da, siz müslüman oldunuz.“demişti, bu onların gücüne gitmişti. Bunun üzerine Tevbe Sûresi’nde “Hacılara su verme ve Mescid-i Haram’ı onarma işini yapanı, Allah’a, ahiret gününe inanan ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz?” (Tevbe, 9/19) âyeti nazil oldu diye gelen rivayet de bu cümledendir. (2)
Bizim 1970’lerde kılıcı nerden bulmuş olursak ve nasıl kullanmış olursak olalım komünizm küfrünün hortumunu kestiğimize Tarih şahittir. Türkiye, 1979’da Ülkücüler sayesinde Kızıl Rusya’nın iştiha hortumunu kesip burnunu Afganistan’a çevirmemiş olsaydı, sizin gelebileceğiniz en yüksek mertebe muhtemelen bir yer altı mescidinin acz içindeki mazlum imameti idi.
Türkiye’deki içtimai yapının istihsal ettiği insan profili, yiğitlikle hendesenin bir arada bulunmaktaki güçlüğünü ortaya koymuştur. Yiğitleri “hendese bilmiyor” diye tekfir eden, kötü niyetli ekalliyet ırkçılarının nüfuz ettiği bir siyasi iktidarın Atlantik ötesinden müdahili ve destekçisi olmak, “yiğit bir mühendise” yakışan bir tavır değildir.
Eğer dünyanın ilmine hendesesine vakıf bir Dadaş iseniz, Ülkücülere iade-i itibar etmeniz an meselesidir; yok eğer siz hendeseli yiğit Dadaş değilseniz, haberiniz ola ki yiğitler kalplerindeki muhabbeti çoktan silkelemeye ve kazımaya başlamışlardır.
______________________________________________________
(*): Özkul Çobanoğlu’na “sosyal” isabet ve işaretinden dolayı teşekkür ederim.
(1): [http://www.diyanet.gov.tr/kuran/meal.asp?page_id=6000]
(2): [http://www.multimediaquran.com/quran/turkce/102/102-002.htm]