Ahmet B.Karabacak
Bu yazıları neden yazıyorum? Bugün, Türk kimliği yok edilmek, toprakları parçalanmak istenen Türkiye’nin tek umudu olarak kalan Milliyetçi Hareket Partisi’nin nasıl zor şartlarda teşkilâtlandığını hatırlatmak, tanıdığım emeği geçenleri bu günkü nesle örnek olarak göstermek istiyorum. Bu günün kolaycı insanlarını bir nebze olsun düşünmeğe sevk etmek de bir diğer amacım…
Daha önce yazdım. Üç Hilâlin Hikâyesi adlı kitabımda da genişçe belirttim: Türkeş, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi adıyla enkaz halinde bir partinin 1964 yılında genel başkanı seçilmişti. Bu partinin birkaç il ve ilçe dışında teşkilâtı yoktu. Partinin ise ne parası vardı ne de bir geliri. Ankara’da genel merkez olarak kullanılan, bahçe içindeki bir evin kirası, üç beş idealist tarafından karşılanıyordu. Kışın ise, kaloriferler yanmaz, Ankara’nın o soğuğunda, hatırlıyorum, Türkeş odasında palto ile otururdu.
1944 Milliyetçilik Olayı olarak tarihe geçen, o günkü CHP’nin ve İsmet İnönü’nün zalimce tutumu ile tabutluklara doldurulan milliyetçilerin içinde olan Alparslan Türkeş’in bir siyasi partiye genel başkan olması milliyetçileri heyecanlandırmıştı. 27 Mayıs 1960 hükümet darbesi içinde yer alan ve halk tarafından kendisine Kudretli Albay sıfatı takılan Türkeş, gene İsmet paşanın oyunu ile parçalanan komitenin 13 arkadaşı ile dışına atılmış ve Hindistan’a sürgüne gönderilmişti. Türk milliyetçilerinin yakından tanıdığı Türkeş iki yıl sonra gelmiş, milliyetçiler tarafından karşılanmış ve birçok istişareden sonra bu enkaz halindeki partinin başına geçmişti. Türk milliyetçileri elbette Türkeş’i yalnız bırakmadılar, partinin ayağa kalkması için hummalı bir çalışma içine girdiler. Daha önceleri de birkaç yerde yazdım. Türkeş’in talimatı ile neşrettiğimiz ve o gün için partinin tek yayın organı olan Millî Hareket Dergisi’nin yayın politikasını konuşmak için sık sık Ankara’ya gidiyordum. Partinin bütün Türkiye’de hummalı bir teşkilâtlanma çalışması vardı ama, teşkilâtları tamamlamak pek kolay olmuyordu. Kastamonu’dan bir milletvekilimiz olmasına rağmen, benim doğum yerim olan Tosya’da da ilçe teşkilâtı yoktu. Kastamonu milletvekilimiz ve bizlerin ağabeyi olan İsmail Hakkı Yılanlıoğlu bir türlü o eksiği tamamlayamamıştı. Türkeş, Ankara’ya her gittiğimde bana bunu hatırlatıyor, ben ise Tosya’dan beş yaşımda çıktığımı, akrabalarımın bile çoğunu tanımadığımı söylüyordum.
1969 seçimlerine, zannediyorum beş-altı ay vardı. Gene Ankara’ya gittiğim bir gün Türkeş; “Artık şu meseleyi hallet” dedi. Ben bu arada mektupla da olsa, gelen gidenle de olsa belli bir zemin zaten hazırlamıştım. O gün doğruca Tosya’ya gittim ve eve dahi uğramadan, o zaman milliyetçilerin toplandığı Milliyetçiler Derneği binasına çıktım. Gene yukarıda adını verdiğim kitapta teferruatlıca anlattığım gibi, bir haftalık bir çalışma ile Hacı Ali Kuşakçı dostumun başkanlığında beş kişilik, derme-çatma da olsa, ilçe teşkilâtını kurduk. Ali Kuşakçı benden bir söz aldı: “Biz, dedi, burayı teşkilâtlandırırız. Ama bir ay sonra Türkeş’i mutlaka buraya getirmen gerekiyor.” Ona söz verdikten sonra tekrar Ankara’ya gittim, bir ay sonra Tosya’ya gitmek için söz aldım.
Tosya’dan devamlı haber alıyordum. İlçeye yer olarak han içinde bir oda kiralamışlar, elden geldiğince döşemişler. Telefon ettiler; “Türkeş’i bekliyoruz” dediler. Ankara gittim, Yılanlıoğlu ve Türkeş’i beni bekler buldum. Hemen o gün üçümüz, önce Ali Kuşakçı’ya telefonla haber vererek, hareket ettik. Gerçekten bizim hemşeriler iyi hazırlanmışlar; ilçe dışında birçok motosikletli ve taksi ile Türkeş’i karşıladılar. Güzel bir gündü…
Türkeş’in Tosya’ya ziyarete gelmesi orada büyük bir heyecan yarattı. Bir akrabamın evine yerleştirdiğimiz Türkeş’i iki gün ziyaretçiler yalnız bırakmadı. Gelenlerin birçoğu merakla, bazıları ise bir ümitle geliyorlardı. Bu gelenlerin birçoğu sonraki zamanlarda partinin nüvesini teşkil ettiler…
***
Lider olmak elbet bir Allah vergisidir. Kimse o yetenek olmasa, ne kadar isterse istesin liderlik vasfını kazanamaz. Lider, insanları tanıyan, onlardaki cevheri keşfeden insandır. Elbette aynı zamanda uzak görüşlüdür. Sadece zamanını değil, uzak zamanları, geçmişi geleceği düşünür ve görür. Türkeş birçok kişinin ve düşünürün tarif etmeğe çalıştığı lider tarifinin pek çok vasfını kendinde toplamıştı. Yıllarca çok yakınında olduğum ve pek çok olaya şahit olduğum için bunu rahatlıkla iddia edebilirim…
İki gün boyunda orada pek çok kişi Türkeş’i ziyaret etti. Her sınıftan insanın geldiği bu ziyaretlerden birinde, benim yaşlarımda biri Türkeş’in dikkatini çekmiş. Bana; “Ahmet bey, bu giden delikanlıya dikkat et. Bizim hareketimize çok katkı sağlar” dedi. Türkeş’in işaret ettiği bu kişi yazımla anlatmak istediğim Tayyip Abacı idi…
Tayyip Abacı, Tosya’nın en geniş ve köklü ailelerinden birinin iki erkek çocuğundan biri idi. Tanıştıktan sonra öğrendim, benim de aynı zamanda yakın akrabam imiş. Genç yaşta o günkü iktidar partisi Adalet Partisi’nden encümen üyesi olmuş. Bu partinin genel siyasetini ise hiç benimsememiş. Türkeş Tosya’ya gelince merak ve bir ümitle bu ziyareti yapmış. Hatırlıyorum; Türkeş’in karşısında yere bağdaş kurarak oturdu ve sanki onu sorguya çekti. Devamlı soruyor, onun samimiyetini ölçmeğe çalışıyordu. Hoş geldin, deyip bir kenara oturanlara hiç benzemiyordu. Kendinden emin, ne aradığını bilen bir insandı.
Biz oradan ayrıldıktan sonra partisinden istifa etmiş. Ankara’ya bizim genel merkeze gitmiş. Orada Türkeş ile görüştükten sonra, rahmetli ağabeyimiz Osman Yüksel Serdengeçti ile tanışmış ve uzun bir sohbetleri olmuş. Osman ağabey, onun Tosya’lı olduğunu öğrenince benim İstanbul adresimi vermiş, onunla tanış, demiş.
Bir gün geldi, samimi bir şekilde selâm verdi,”tanışmağa geldim” dedi. “Ben seni iyi tanıyorum” dedim. Türkeş beyin söylediklerini kendisine naklettim. Çok uzun bir istişaremiz oldu. Dönünce partiye kaydını yaptıracağını söyledi. Dediğini yapmış. Ve o günden sonra parti müthiş bir hız kazandı ve bir süre sonra Tosya’nın en büyük partisi oldu, defalarca belediye başkanlığını kazandı. Bunda Tayyip Abacı’nın birinci derecede hissesi vardır.
Ben memlekete gidince doğru onların dükkânına giderim. Önceleri, o da ağabeyi gibi muhterem biri olan kardeşi Ahmet Abacı ile erkek gömleği atölyesi çalıştırıyorlardı. Sonradan hırdavat işine girdiler. Dükkânları hemen her zaman oranın seçkin insanları ile dolar taşardı… Tayyip, kendi eli ile hazırladığı çoban salatasını gelenlere ikram eder, bundan büyük bir haz duyduğunu hissederdim. Bazen telefon eder, bazen eline mektup verdiği bir genç için İstanbul’da yardımcı olmamı isterdi. Ben de gelen gençlerin yurt, dershane ve burs meselelerini hallederdim…
***
1973 seçimleri yaklaşırken bana aday olarak kimi tavsiye edersin dedi. Ben, kültürüne ve ahlâkına güvendiğim, Kerkük doğumlu, Ankara’da gençlere ağabeylik yapan avukat Acar Okan’ı tavsiye ettim. Bu kendisine de söylenmiş, Türkeş’in tasvibi alınmış ve Acar bunu kabul etmiş. Aradan pek uzun bir zaman geçmeden Tayyip bana telefon etti. Kastamonu teşkilâtının yabancıyı kabul etmediğini, aday olarak beni istediklerini söyledi. Ben; “Tayyip ağa dedim. Benim kesinleşmiş bir basın cezam var. Her an beni alabilirler.” “Korkuyor musun?” dedi. O sözü söyleyince akan sular durdu…
Aday oldum. Tayyip işini gücünü bıraktı, ben tevkif edilip Kastamonu cezaevine tıkılıncaya kadar koştu, durdu. Elbette ben içeride iken de çalıştı… Gene o seçimde yaptığımız konuşmalardan dolayı iki arkadaşımla beraber hakkımızda tevkif kararı çıktı ve beni cezaevine soktular. Tosya cezaevine nakledildim, densiz bir savcı ile münakaşa edince hücreye atıldım. Bütün bu olaylarda Tayyip Abacı her zaman benim yanımda oldu, moral verdi…
Sonra ne oldu pek bilmiyorum. “Politikadan soğudum” dedi. Daha çok dini ağırlıklı çalışmalara kendini verdi. Gene teşkilâtçılığını o sahada da gösterdi. Gene benim akrabam ve nikâh şahidim, rahmetli Baki Boyner ağabeyimizin tahsis ettiği bağ evinin bahçesine yapılan mescit ve külliyesinin yapımına büyük katkı sağladı. Rastlantı sonucu gördüm. Hac için gittiğimde, onlar da büyük bir kafile ile gelmişler. Orada bir mutfak kurmuştu. Hac için gidenler orada yemek yiyor, sohbetlere katılıyorlardı.
Memlekete her gittiğimde beraber olduğum Tayyip Abacı bir gün: “Ahmet bey, dedi, yaşımız geldi. Vaktine hazır ol:” “Ben hazırım Tayyip ağa” dedim. O benden bir yaş küçüktü ve o sene 62 yaşında idi. Bana, peygamber Efendimizin 63 yaşında vefat ettiğini hatırlatıyordu. Bir yıl geçti; İstanbul’da idik. Bir sabah eşim; “Sana bir şey söyleyeceğim, çok üzüleceksin” dedi. “Tayyip mi ölmüş” dedim. “Evet” dedi…
Kardeşim gibi sevdiğim, gönül dostu Tayyip Abacı istediği yaşta vefat etti. Çok sevdiği peygamberimize inşallah komşu olmuştur. Allahın rahmeti üzerine olsun sevgili dostum, kardeşim…