Üç Kitap – Üç Ders (2)
“ŞİŞLİ’NİN ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİ”
Ahmet B. KARABACAK
Hasan Külünk’ün gönderdiği kitapların ikincisinin adı “Şişli’nin Ülkücü Şehitleri”. Araştırıp, kitap haline getiren “Yücel Âmil”. Çok zor, çok emek isteyen bir çalışma.
1970-1980 yılları arasında Türkiye tam bir iç savaş yaşadı. Bir tarafta gelişen Türkiye’yi yıkmak, parçalamak isteyen Batı ülkeleriyle beraber, Rusya’nın liderliğindeki Sovyetler birliği ve Çin; bir tarafta Vatanı savunan milliyetçiler. 1965 yılında M.H.P.’nin liderliğine seçilen, Türk ordusunun bir mensubu olarak teğmenliğinden beri Türk Milliyetçiliğini savunduğu için C. H.P.’nin genel başkanı İsmet İnönü ve ekibinin çeşitli zulümlerine uğrayan Alparslan Türkeş, o zamana kadar dağınık bir şekilde çalışmalar yapan Milliyetçileri bir araya getirdi. Parti yan teşkilâtlarını kurdu. Gençlere ağırlık verdi. Seminerlerle, konferanslarla tehlikenin büyüklüğünü milletimize anlatmaya çalıştı. Gençlik kendi iç dünyasındaki vatanseverliği, MHP’ de buldu ve onun etrafında toplanmaya başladı. Kurulan “Ülkü Ocakları” öncülüğünde milletimiz bu büyük tehlikeye karşı her sahada teşkilatlandı.
Emperyalistlerin Türkiye’deki uzantıları da boş durmuyorlardı. CHP’yi ele geçiren ve başbakan olan Bülent Ecevit adlı siyasetçi sözde sosyalizmi savunuyordu. Kendisi ise onların deyimi ile bir burjuva idi. Kıbrıs’ta Türklerin kanı dökülürken Yunanlılara mersiyeler düzüyor, Türlerle Yunanlılar Ege’nin iki yanındaki kardeşlerdir diye şiirler yazıyordu. Sözde İslâmiyet’i savunduğunu iddia eden, kurdurduğu Refah Partisi ile seçimlere giren Necmettin Erbakan, manevî dünyamızı yıkmak için mücadele eden CHP ile beraber ortak hükümet kurdu. Bülent Ecevit, Ülkücülere faşist diye saldırırken, Erbakan, ülkücülere saldıran komünist ve bölücüleri, “Onlar bizim Namaz kılmayan kardeşlerimiz” diye destekliyordu.
İşte bu hengame içinde vatanın her yanında mücadele başladı. İktidarı ellerinde tutan iki şuursuz kişinin sebep olduğu bu mücadele binlerce genç ve yaşlının ölümüne ve yaralanmasına, yuvaların yıkılmasına sebep oldu. Ülkücü Türk Milliyetçileri her zaman olduğu gibi vatanın yılmaz bekçileri olduklarını gösterdiler. Bu mücadele sonrası Rus emperyalistlerinin kurduğu Sovyetler Birliği yıkıldı, esaretteki altı Türk devleti kurtuldu ve kendi haklarına sahip oldu. Bunda ülkücülerin birinci derecede rolü vardır.
Yücel Amil’in büyük bir emek ve sabırla hazırladığı kitap, İstanbul’un Şişli semtinde Türk düşmanlarının şehit ettiği ülkücüleri anlatıyor. Yakınlarıyla konuşmuş, hatıralarını kaleme almış. Evet o yıllarda her gün acaba Şişli’den gene şehit haberleri gelecek mi diye tedirgin beklerdik. Tanıdık, tanımadık pek çok kardeşimizi kaybettik. Bu kitap Türkiye’yi idare etmek isteyenlere de bir ders kitabıdır. Kitapta 374 Şişli şehitleri ile o mıntıkada vurulan kolluk kuvvetleri ile Kenan Evren çetesinin idam ettiği ülkücü şahitlerimiz anılmış, hayatları yazılmış. Bunlardan Ahmet Ata Üzümkuşu adlı öğretmenle ilgili bölümü “Ülkücüler namaz kılmayı bile bilmez” diyen sözde İslâmcı “popülist“ bir politikacının da dikkatine sunarak ve tövbe etmesini umarak buraya alıyoruz:
ÜLKÜCÜ ŞEHİT ÖĞRETMEN AHMET ATA ÜZÜMKUŞU
Doğum yeri: Nevşehir, Ürgüp,1942 Şehadet yeri: Şişli, Okmeydanı, 24.12.1979
Ahmet Ata Üzümkuşu; 1942 yılında Nevşehir’in, Ürgüp İlçesi’nde doğdu. Sivas İlköğretmen Okulu’ndan 1961 yılında üstün başarı belgesi alarak mezun oldu. Anadolu’nun değişik yerlerinde görev yaptı. Safiye hanımla evlendi, Fatma, Kubilay ve Ömer isimli üç çocukları oldu. Şişli’nin Kaptanpaşa (o yıllarda bu mahalle Şişli’ye bağlıdır.) Mahallesi’nde bir gecekondu almış, Kasımpaşa Güzelce İlkokuluna tayin yaptırmıştı. Aynı zamanda İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Gece Okulu İngilizce bölümünde okuyordu. Ahmet Ata Üzümkuşu ÜLKÜ-BİR üyesiydi ve ÜLKÜ-BİR İstanbul İl Sekreteri olarak görev yapıyordu. İnandığı dâvayı hayat tarzı yapmış, abdestsiz gezmeyen namazında, niyazında dindar, dini bütün bir öğretmendi.
Oğlu Kubilay kardeşim anlatıyor; “Biz kahvaltı için kalktığımızda babam Kur’an okuyordu. Sofraya toplanınca o da geldi, birkaç lokma atıştırdı, ablama “kızım sen bugün okula gelme, ben yalnız gideceğim.” dedi. Bana da “sen de bugün çok dikkatli ol.” Şeklinde tembihledi. Anneme döndü “Safiye Hanım bana bir su ısıt boy abdesti almak istiyorum” dedi. Evimiz gecekondu idi, o zaman bugünkü imkânlar yoktu. Banyo kazanını yakmak zaman aldığı için acil durumlarda güğümle su ısıtılırdı.
Babam abdestsiz sokağa çıkmazdı. Babam abdestliydi ama su ısınınca kalktı boy abdesti aldı, birkaç sayfa daha Kur’an okudu. Kur’an-ı Kerimi kaldırdı bizimle helalleşip çıktı. Biraz sonra geri döndü annemden bir şey istedi, emanetini yanına aldı, tekrar okula gitmek için evden ayrıldı. Okula yürüyerek gidip gelirdi. Fatih Sultan Mehmet Caddesi’nde Konak Camii’nin altında saldırıya uğramış. Silâh sesleri geldi, eyvah babam diye koştuk, gittik baktık babam yerde yatıyordu. Tam alnından vurulmuştu. Gülümsüyordu, gerçek sevgiliye kavuşmuştu, çok mutlu görünüyordu. Rabbimden şehitlik istemiş Yüce Mevla’m kabul buyurmuştu. Abdestlenmiş, Kur’an okumuş, helalleşmiş ocaktan çıkmıştı. Allah yolunda savaşmış, zulme boyun eğmemiş cehennem zebanileri tarafından pusu kurulmuş, alnından ve göğsünden vurularak şehit edilmişti.”
Kaptanpaşa Mahallesi Akçay Sokak 14 Nolu evde oturan ve Kasımpaşa Güzelce İlkokulunda öğretmenlik yapan Ahmet Ata Üzümkuşu evine 75 m. mesafede Konak Camii’nin altında, saat 08.00 sularında alnından ve göğsünden vurulmak suretiyle öldürülmüştür. Öldürme olayını DEV-YOL adlı yasa dışı örgüt elemanı katil Mehmet Gültekin gerçekleştirmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 1981/1140 sayılı raporuna göre cinayetin 9 mm. çaplı Brovning marka Mehmet Gültekin’in kullandığı silâhla işlendiği anlaşılmıştır.
İddianamedeki malûmata göre cinayet üç kişilik DEV-YOL militanları; Zekeriya Aydemir, Metin Budak ve Mehmet Gültekin tarafından işlenmişti. Mehmet Gültekin’in kullandığı silâhla ateş edildiği anlaşılmaktadır. 22 Nisan 1981 tarihli gazetelerde Ahmet Ata Üzümkuşu ve 4 kişiyi öldüren DEV-YOL militanlarının yakalandığı haberi yer alıyor. Habere göre bu kanlı cinayetlere iştirak eden militanlar arasında 3 tane de komünist öğretmen bulunmaktadır. Aynı haberde Aydemir’in 12 Mart dönemi sabıkalılarından olduğu, ölü olarak ele geçirilen Zekeriya Aydemir 1974 Ecevit/ Erbakan affiyla salıverilmiş olduğu ifade ediliyor. Aftan çıkmış zebani, pişman olmamış, takmış silâhı beline adam öldürmeye devam ediyordu. Bu kiralık katil kim bilir başka kaç kişiyi daha öldürmüştür. 4 kişiyi öldüren 5 büyük silahlı soygun yapan bu cinayet şebekesinin evinde uzun menzilli dürbünlü bir tüfek, 32 tabanca, 20 bin 184 mermi, çok sayıda patlayıcı madde ele geçirilmişti.
Kubilay kardeşim: “Babamı alıp adli tıbba götürdüler. Biz ciğerimiz yanmış, ağlamaya gücümüz kalmamış perişan vaziyetteyiz. Mahallede devleti temsil edenler ne yaralımıza, ne de yasımıza saygı duymadı! Babamız öldürülmüş ama Devlet Baba ağlamamıza fırsat vermiyordu. Yapılan muamele babamın acısı kadar ciğerime saplanmış, zehirli bir hançer gibi hâlâ içimde duruyor. Babamı vuranlar ellerini kollarını sallayarak defolup giderken kolluk kuvvetleri, katilleri kovalamak yerine bizim evde arama yapılması emri çıkarmış.
Babam bir çatışma hâlinde vurulmadı. Bizim evden bir silahlı grup çıkıp etrafta terör estirmedi. Babam vurulup yaralandıktan sonra eve gelip sonra evde ölmedi! Okuluna giderken yol ortasında karşısına dikildi otomatik silahlarla kurşun yağ- muruna tuttular ve vurulduğu yerde Hakk’a yürüdü. Mağdur ve mazlûm olan biziz, ama bize zanlı, hatta suçlu muamelesi yapılıyordu. Kulaksız Karakol Komutanı evimize, yani ölü evine korunma emri değil arama emri çıkardı. Çok zorumuza gitmişti, bu tavır sadece bizi değil insan olan herkesi üzen ve şaşırtan bir karardı. Bu şaşkın görevlinin emrini tebliğ için görevlendirilen memurlardan birisi bizimle beraber hüngür hüngür ağlıyordu.
Bu edepsizce tutum ve davranışlar maalesef şehidimizi kaldırana kadar devam etti. 19 yıl devlete sadakatle hizmet etmiş binlerce öğrenci okutmuş olan babamın naaş’ını bize vermediler. “Birkaç yakını yanımıza alıp biz gömeceğiz dediler.” Biz kabul etmeyince “alın o zaman memleketine götürün” dediler. Aldık babamın naaş’ını ata toprağı Ürgüp’e götürdük. Orada da benzeri bir tutumla karşılaştık. “Tören yok, kendiniz mezarlığa gömün, gidin” dediler. Allah razı olsun o zaman ki MHP Nevşehir İl Başkanı “kıyamet kopsa da biz bu aziz şehidimize son görevimizi yaparız, bize kimse engel olamaz” dedi.
Nevşehir, Kırşehir, Aksaray ve Kayseri’den yollara düşen binlerce ülküdaşımız Ürgüp’e bir sel olup aktı. Ürgüp mahşer gününe döndü. İdareciler kalabalığı görünce müdahale etmeyi göze alamadılar. Babamı Ürgüp İlçe Mezarlığı’na defnettik Kabre indirirken babamın na’şına baktım; aradan günler geçmesine rağmen, canım babacığım, aziz şehidim hâlâ gülümsüyordu. Adli tıpta otopsi yapılmış bedeni perişan etmişler ama kurşun deliklerinden hâlâ kan akmaya devam ediyordu. Onu gerçek sevgiliye teslim edip ayrıldık.”