H. Nurcan YAZICI
“O nehrin kenarındayım şimdi kardeşim. Uçları farklı renkteki kadın saçı gibi yeşilden sarıya geçen otlarla, çalılarla dolu arsanın kıyısındayım. Yaşamın kıyısında gibi…
Beyaz bir yılan edasıyla kasabanın içini saran su, bugün çok durgun gözüküyor. Karşıda birbiri ardına dizilmiş çıplak ağaçlar sanki kollarını kaldırmış, nehre düşmemek için çırpınıyorlar. Gölgelerini gördükçe suda sanki kendi anlamsızlıklarından korkuyorlar.
Bak; ileride küçük, beyaz bir yelkenli var. İnsanları o kaçınılmaz sona götürmek için bekleyen Azrail’e benziyor. Ama bu sefer insaflı davranmış, kendini açıkça gösteriyor. Sana hiç sormamıştı değil mi?
Yansımalarla yarattığı yalan dünyanın büyüsüne kapılman için türlü tuzaklar hazırlamıştı sana. Hainlerin pusuları kadar sinsi tuzaklar…
Sen, iyi kalpli kardeşim, inanmıştın ona, bırakıvermiştin ruhunu. Ama o gün hiçbir şey böyle değildi.
Çatışma vardı yine. Ne ilk ne de sondu bu. Terörün yüzü hep aynı çirkinlikte, Cengiz’in yüzü hep aynı güzellik ve kutsallıktaydı. Hep isyan, kan ve hıyaneti barındıran bu topraklarda bu kez vatan savunmasını biz yapıyorduk. Yiğitçe savaşmıştık.
O gece, vazifemizi başarıyla tamamlamış olmanın huzuru ve gururuyla yol almış, nehrin kıyısında biraz dinlenmek istemiştik. Ama iki dakika soluk almayı bile çok görmüşlerdi bize. Bir arkadaşımızın feryadıyla irkildik.
Vurulmuştu!”
…
Biliyorduk ki kutlu dileğe giden yol çetindi, “yufka yürekleri” kabul etmiyordu. Biz zaten ateşle sınanmaya “Kâlû Belâ”dan beri hazırdık. Bir tek Rabbimize eğdiğimiz başlarımızı, vatan ve millet uğrunda vermeye de razıydık.
Önce nefislerimizi öldürüp “biz” olduk. “Biz”i eğittik, donattık, büyüttük. “Biz”e inandık, güvendik, sevgi besledik. Böylesine sarsılmaz bir iman, kuvvet ve beraberlikle çıktık yola. Çok kayıp verdik bu yolculukta. Kimi kuytu bir sokakta, kimi zifiri karanlık bir zindanda, kimi de selam vererek çıktığı bir darağacında kavilleşti eceliyle. Ne de çok acı gördük…
Dile söylemesi kolay şimdi; lakin yüreğe taşıması çok ağırdı. Giden her canla birlikte, biz de eksildik. Onların yarım kalan yaşamlarıyla birlikte, bizim ruhumuz da öksüz kaldı.
Ama vazgeçmedik “biz” olmaktan, kervanımızı yürütmeyi bir an olsun bırakmadık. O kadar imtihanın ardından yüzümüzde pek çok çizgi belirse de, hareketimizin dümdüz çizgisini asla eğip bükmedik.
…
Yusufiyeli Cengiz Akyıldız, güpegündüz İstanbul’da hainler tarafından hunharca şehit edildiğinde Türkiye onu tanımıyordu. Ne acıdır ki şehadetinden sonra da tanımadı, tanımak istemedi. Gücü özgürlüğünde olan basının(!) dikkatini çekmedi Cengiz Akyıldız. Ardından sadece 2 dakikalık bir haber geçildi, diğer tüm şehitlere yapıldığı gibi.
Ne ardından dostlarından gayrı ağıtlar yakıldı ne de hakkında saatlerce programlar yapıldı. Kimse “Hepimiz Türk’üz! Hepimiz Cengiz’iz” demedi.”, “Katil pkk” diyerek zulmü kınamadı. “Teröriste af yasası kaldırılsın” yazılı pankartlar taşımadı.
Niye yapacaklardı ki? Sen kimdin ki onlar için? İstanbul’da yol ortasında katledilen bir Ülkücü, bir gariban, evlatlarının nafakasını çıkaran çalışkan bir baba ya da bir kınalı kuzu…
Tüm bunlar ne önem arz edebilirdi ki bizim aydınlarımıza, demokratlarımıza, insan hakları bekçilerimize…
Sıradan bir vatandaştın işte. Ne mensup olduğun bir azınlık cemaati ne Avrupa Birliği komiserleri ne de mütareke basını vardı sana sahip çıkacak. Sıradan bir ölüydün. Devletine saygın, milletine sevgin, toplumunun değerlerine inancın vardı. Türklüğü aşağılamamış, tarihe leke atmamış, sosyal ve kültürel hak maskesiyle bölücülüğü desteklememiştin. Aksine onların ‘gerillalarına’ karşı savaşmıştın. Senin neyini savunacaklardı ki! Cesedinin onlara ne faydası olacaktı. Üzerinden gündem mi değiştirebilecekler, bir yerleri mi karalayabilecekler, yalanlarına destek mi bulabilecekler yoksa nefretlerini kusmak için fırsat mı yakalayabileceklerdi? Hayır!
O halde ne anlamı vardı sokaklara dökülmenin? Sen de değersiz çoğunluğun içinden biriydin işte, ayrıcalıklı azınlıktan değil. Ne yazar ne gazeteci ne de siyasetçiydin. Basit bir köylü çocuğuydun işte. Onların işine yaramazdın. Aksine vatan sevgisini, bayrak aşkını depreştirir ve maazallah faşistlere rant sağlardın! Sessizce haberin yapılır, iki ah vah ile olay kapatılır ve sen de unutulmuşlar diyarına bırakıverilirdin. Kanla yazılmıştı çünkü senin mektubun, güvercin kanadının taşıyamayacağı kadar ağırdı. Ne kuşların gücü ne de onların tahammülü yeterdi.
Sadece evlatlarının yüreğinde hiç unutulmadın ve dostlarının, arkadaşlarının yani ülküdaşlarının…
Yattığın yer pûr nur olsun, Yusufiyeli Cengiz’imiz…