Ali BADEMCİ
“Hafızây-ı beşer, nisyan ile malüldür” diye darbı meselimiz vardır. Yani insan hafızası bazı şeyleri unutur gider; ancak benzer hadiseler zuhur ederse bir daha canlanır ve bir takım mukayeseler de o zaman yeşermeğe başlar. Bu olaya sosyolojide hâfızanın kendini yenilemesi de diyebiliriz. Olay zamanında insanoğlu bazı şeyleri görmeyebiliyor. Fakat aradan zaman geçince, bilhassa sosyal ve siyasi hadiseler insan beyninde yeni çağrışımlar ve oluşumlar meydana getiriyor. Sosyal olaylar arasındaki benzerlikler, sebeb sonuç ilişkileri düşünce denilen yeni kavramı oluşturuyor. İşte Türkiye’de Tayyib Bey’in yükselişi ile İran’da Humeyni’nin olayların vukuu anında tartışılmaz portresi birbirine çok benzemektedir.
Esasen Türkiye ile İran birbirine yakın sosyal, kültürel, siyasi, etnik, tarihi benzerlikler gösteren devasa iki ülkedir. Bu iki coğrafya Büyük Selçuklu Türkmen İmparatorluğu’nun tek parça vatanıdır. Bugün Anadolu’da artık unutulmuş olan soy, boy, kabile, aşiret, oba adlarımız İran’da dimdik ayakta duruyor, bu adlar soyadları olarak kullanıyor. İnanç yönünden, çoğunluk olarak, Anadolu Sünnî iken İran Şiî İslâm’dır. İnanç dünyasında bile benzerlikler vardır, çünkü iki görüş de ayrı ayrı coğrafyalarda ifrat ölçülerindedir ve tarihi tecrübeler de akan kanlar bu işin sağlam delilidir. En büyük yakınlaşma İran Şiî Devleti’ne Padişah olan Nadir Şah zamanında yaşanmış, fakat Osmanlı’nın kabule yanaşmadığı bu yakınlaşma fayda vermemiş bu sebeble tam yerine oturmamıştır. Nadir Sünnî bir menşeyden geliyordu¸onu izleyen ve 1925’e kadar devam eden Şiî Kaçarlar zamanında eskisi kadar olmamakla birlikte yeniden geçmişe dönülmüştür. Bugün dâhi durum böyledir.
1925-1979 arası Türkmen olan Ahmet Rıza ile oğlu Muhammed Rıza (Pehleviler) devri Fars ırkçılığının yükselişe geçtiği bir dönemdir. Bu dönemde uydurma bir tarih görüşü ortaya atılarak İran’da diğer milliyetler tamamen inkâr edilmiştir. Hâlbuki bu ülkede sadece Fars Müslümanlarına değil Türkmenler’e da Araplar Acem demişlerdir. Arap Orduları İran’ı kırıp geçirdikten sonra yeni İran tamamen Türkmenler’in eseridir. 1000 yıllık bir tarih ve kültür bunu ifâde etmektedir. Bu zaman içerisinde Fars asıllılar katiyyen devlet ve milliyet peşinde koşmamışlardır. Görevleri sadece Türkmen hanedanlar içerisinde Bürokrat’lıktır.
1979 İran İslâm Devrimi’nin Tebriz ve Tahran Türkleri’nin eseri olduğunu dünyada kabul etmeyen yoktur. 1940’larda bir din âlimi olarak ortaya çıkan Humeyni siyasetin kültürel boyutları ile ilgilenmemiş, ömrünü İmamet düşüncesinin asra uygulama biçimleri ile geçirmiştir. Aslında İmamet’in bizdeki karşılığı Hilâfet’den başka birşey değildir. Humeyni Velâyet’i Fakih dediği yeni düşüncesi ile Şia’nın Mesih olduğu düşünülen 12. İmamlık görüşünü temelden değiştirerek, İmamet’in bir heyete, fıkıhçılara verilmesi gerektiğini savunmuştur. Yani İmamet anlamında Devlet idaresi tamamen Fukaha’nın elinde veya denetiminde olacaktır. Bu görüşler milliyet tanımıyordu. Bu sebeble Pehleviler uydurması da tarihe karışmış oluyordu. Humeyni’nin bu görüşleri 1960’dan sonra daha da netleşti ve bu yüzden Şah’ın hışmına uğrayarak önce idama mahkûm edildi, fakat Tebriz’li Türkmen asıllı Ayetulleh Şeriatmedari tarafından kurtarılarak sürgüne gönderildi. Irak-Türkiye-Paris macerası böyledir.
Ayetullah Şeriatmedari ülkenin en güçlü din adamı olarak ülkede Demokrasi ve Türkiye gibi Cumhuriyet idaresi istiyordu. 1979 İhtilâli’ni Türkmenler hazırlamasına rağmen Humeyni İran’a döndükten bir yıl sonra Şeriatmedari ve Türkmenler’e sırtını döndü. Ölümünden sonra da Devlet siyasetini Fars tabana dayandıran Ali Şeriati ve Molla Muntazari gibi bizim Türkiye’de Türk düşmanı İslâmcılar’ın çok sevdiği iki şovenin fikirleri, kendileri SAVAK tarafından öldürülmüş olsa da hakim ideoloji oldu. İşte kısaca bugünkü İran İslâm Devleti bu minval üzerinde yürümektedir.
Şöyle bir sâkin kafa ile düşünün, bizim Padişah da 2001’de böyle iktidara gelmedi mi? Oy verenlerin tamamı inançları sağlam, kişilikleri milliyetçi idi. Fakat o Humeyni’nin Fukaha’sı gibi Devlet’i Cemaat ve İmam Hatipliler’e açtı, hatta aradan geçen 13 yılda düzenini de sağlamlaştırdı. Halbûki İmam Hatipli halk çocukları devlet idaresinde tecrübesiz, eğitimsiz insanlardı. Uzun süre bu boşluğu şimdi adına Paralel Yapı dedikleri uluslararası arenada yetiştirilmiş insanlar doldurdu. Fakat şu anda Türk Devlet’i bütün müesseseleri ile felç durumdadır. Ekonomiden Dış Politika’ya kadar kurumlar deneme tahtasına çevrilmiştir.
Gerçekten İmam Tayyib ile İmam Humeyni’nin kafaları tam olarak uyuşmaktadır; ikisinde de milliyet düşüncesi yoktur. Üstelik Humeyni Velâyet’i Fakih ile Şia’yı millileştirirken bizimki beynelmilel Siyasi İslâm’a yönelmiş ve nerede duracağı da belli değildir. Humeyni kendi ülkesinde hiçbir zaman 36 milliyetten bahsetmedi; Şia’nın aşırısı İsmailiye’ye yüz vermedi; Baas’a da uymadı. Ama bizimki Arap Milliyetçiliği’nden başka anlamı olmayan Selefiyye’ye merak salarak IŞİD ile parelel duruma düşmüştür.
Maalesef bizimki İmam Humeyni kadar bile olamadı.