
Babür Hüseyin Özbek
II. Dünya Harbi biteli 70 yıl oldu. O tarihlerde yaşanan krizlerden birini bugünlerde Avrupa tekrar iliklerine kadar hissediyor. Evet, bu kriz dünyanın son dönemlerde gördüğü en büyük mülteci – sığınmacı krizi.
Yaşlı kıtaya ağırlıklı olarak Suriye ve Irak’tan başlayan, buna Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve Afrika ülkelerinden de gelen sığınmacı yığınları ile kartopu gibi toplanıyorlar. Onlar Anadolu’nun Trakya kesimi Meriç Nehri boyunca ve Edirne çevresinde zorlu ve korkulu bir bekleyişten sonra Yunan hududuna doğru yürüyüşe geçen çaresiz insanlar topluluğu. Bunun benzeri Ege’de Bodrum’dan İstanköy Adası’na (Kos), Ayvalık, Küçükkuyu ve Ayvacık’tan Midilli Adası’na canhiraş çırpınışlarla ulaşma; ne pahasına olursa olsun geçme, Avrupa’ya, bir Yunan adasına, Yunan toprağına ayak basma. Ülkesinden ayrıldığından beri acaba “ya başaramazsam” korkusu hepsinde var.
Bir sığınmacı ile konuşun, onu anlamaya çalışın, eğer ön yargılı değilseniz sizi psikolojik olarak etkileyecektir… İstanbul Esenler Otogarı ve çevresi, İstanbul – Edirne Otobanı ve Edirne’den Yunanistan’a en yakın mülteci geçiş noktaları, gazete ve televizyonlarda gördüğümüz Midilli ve Kos Adası’na ulaşamadan batan demode lastik botlar, kırık dökük tekneler, o insanları aldatan, Ege’nin ortasında çaresiz bırakıp ölüme terk eden, insanlıktan nasibini alamamış insan tacirlerinin eserleri. Sığınmacıların yaşamlarının her safhası kötü, ayakta kalmalarını, tutunmalarını sağlayan tek şey “umut”, belki bende yarınlarda hayatta kalır ve mutlu olurum düşüncesi.
FASLI SIĞINMACI
2000 veya 2001’li yıllardı, geçmiş gün iyi hatırlamıyorum, Batı Avrupa da sonbaharla kışın kesiştiği soğuk günlerden biriydi. O tarihlerde dünyanın en büyük limanı Rotterdam’da (İMO’ya göre bugün Şangay) Brezilya’dan getirdiğimiz yükü tahliye ediyoruz. Liman yaptığımız, dinlendiğimiz, şehre çıktığımız günlerden birinde gece gemiye dönerken bir Arap ve bir Hollandalı gencin kavgasına şahit olduk. Arap genç bizdeki intibaya göre Faslı (Morocco) veya Cezayirli idi. Cılızdı, zayıftı, korkulu gözlerle çevresine bakıyordu; o zorda idi, diğeri bağırıyordu: “…defolun, ülkemizden gidin, sizi istemiyoruz, çağın gerisinde kalmış yaratıklar…” diyordu. Böyle olaylarda iyi dil bilmeye gerek yoktur. Kötü söz ve iltifat bütün dillerde kolay çözülen, fora edilen bir halat gibidir. İki kişiyiz müdahale edemedik, ertesi gün gemi kalkacak, polis gelir ise karışırsak gemi eksik personelle limandan kalkamazdı. Arap genç hırpalanırken bir iki kere düşüp kalktığını, gecenin o saatinde meraklıların da geldiğini gördük. Muhtemelen işsiz, yaşamı zorda Faslı bir gençti. Ne kadar da çaresizdi. Yurt dışında güçsüzseniz, diliniz, dininiz farklı ise ve bir de aleyhinizde sürekli propaganda varsa vay halinize!
***
Hemen hepsi İslam coğrafyasından milyonlarca insan canını, çocuğunu, yarınlarını kurtarmak için yurdunu terk etmiş, yeni bir mekân, yurt edinebileceği yeni bir ülke arıyor. Savaş, yokluk, yarınlarının karanlık ve belirsizliklerle dolu olması onların korkulu rüyaları. Hayallerinde Avrupa var. Güvenli gelecek, belki tutarlı bir iş, çocukları için eğitim ve özünde barış içinde yaşama. Bunun için varlarını yoklarını uzun mu uzun felaketlerle dolu yolculukta insan tacirlerine veriyorlar. Başka çıkışları yok. Kararlılar.
Birleşmiş Milletlerin sığınmadan sorumlu kuruluşu UNCHR, sivil toplum kuruluşları, din adamları ve Avrupa Birliği yıllarca nerede ise yarım asra varan bir sürede hiçbir sonuç alamadı. Sadece dayanışma ruhu içinde baskı yaptı. Ticari gücünü kullanarak kale duvarları oluşturdu. Schengen Anlaşması ile üye ülkeleri baskı altına aldı. Sınırları kontrol etsin diye FRONTEX adı ile bir de kurum oluşturdu ve devreye soktu, ama onu da çalıştıramadı. Son olaylarda bu suni duvarlar yer yer çöktü. 2 Eylül 2015’te Ege’de, Kobani’den gelip Kos’a geçemeden Bodrum sahilinde karaya vuran 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin cansız bedeni, sert, taş kalpleri bile yumuşattı. Ama gene de sonuç yok.
Biz 350 binden fazla yasal yabancı ile 2 milyon kaçak göçmene kucak açan ve toplamda 2.2 milyon sığınmacıyı Anadolu topraklarında barındıran bir ülkeyiz. Mardin – Midyat başta olmak üzere 25’ten fazla mülteci kampı kurduk. Türkiye elinden gelen her türlü yardımı dün yaptı, bugünde yapmaya devam ediyor. Nüfusumuzun % 6’sı sığınmacı. Bugün Türkiye dünyada nüfusuna göre en fazla göçmeni barındıran ülke.
Anadolu’nun batı kıyıları Bodrum’a veya Küçükkuyu’ya gelen bir Suriyeli birkaç denemeden sonra boğulup Ege’nin ılık sularında ölmezse Yunanistan topraklarına ayak basıyor. Pire (Atina) – Selanik – Gevgeli (Makedonya) – Sırbistan – Slovenya rotası üzerinden Macaristan ve Avusturya yolu ile Almanya’ya, Norveç’e, İsveç’e…ulaşmaya çalışıyor. Çok ama çok zorlu çaresizliklerle yüklü bir yolculuk. Gidiş yolu üzerinde her ülkede farklı farklı, insanı yaşamdan tiksindiren uygulamalar var.
“BEN NEDEN YARDIM EDEYİM?” DİYOR ALMAN VATANDAŞI
Bu insanların çoğu Arap, ama neden Suudi Arabistan’a, Katar’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ve İran’a gitmiyorlar da illaki Batıya – Almanya’ya, İtalya’ya, İsveç’e gidiyorlar? O Arap dünyasının anlı şanlı bol haremli, metresli, Avrupa ve ABD’nin güvenli bankalarında dolar ve avro stoklu şeyhleri, kralları neden bu konularda kulaklarınız tıkalı, gözleriniz kör?
Bunlar böyledir; kendilerine bile faydası olmayan tarihin “yarınları meçhul” Arap ırkı.
Avrupalıyı tenkit ederken önce bunu düşünmeli: “…Ben niye, neden onlara yardım edeyim, benim hayat standardımı düşürüyorlar…İnancım ve yaşam şeklim farklı… Vergilerim onlara gitmesin…” diyen normal bir Alman vatandaşının görüşünü de göz ardı etmemeli
Bu yazı yazılırken (18Eylül 2015) İstanbul – Esenler Otogarı, Edirne ve çevresi ile Yunan hududuna giden yerlerde mültecilerin toplanıp hududa Meriç Nehrini geçmeye doğru hareketlendiği haberleri, haber kanallarına yansıyordu.
İktidarın mülteci politikasında bir tutarsızlık var. Suriye’den “giriş serbest”, yığınaklar azalmıyor artıyor, sıkıntı had safhada devam ediyor. Ama neden onların çıkış yolunu kesiyorsunuz? Ege’de, Trakya’da Yunanistan’a geçişi engelliyorsunuz? Bu tutumla Avrupa Birliği’ne ve bilhassa Almanya’ya yaranamazsınız.
Yunanistan, Makedonya ve Sırbistan kendisine gelen sığınmacılara yol gösteriyor, hızla kendi ülkelerini terk etmeleri için çaba gösteriyor. Mesela Yunanistan; Pire – Selanik ve Makedonya’nın Gevgeli kasabası arasında canlı bir geçiş oluşturdu.
İktidarın mülteci kamları politikası muhalefet tarafından da desteklenmekte. Ancak Batıya yaranmak için çıkışların polis ve jandarma barikatları ile kesilmesi, hem insani değil, hem de uzun vadede bize getireceği külfet çok artacak. Bırakın, hatta yardımcı olun, isteyen mülteci istediği yere gitsin. Zira mülteci kampları nihai bir çözüm değil, önümüzdeki yıllarda ülkelerine dönmeyecekleri bilinci ile ekonomiye katkıları sağlanmalı, çocuklarına eğitim verilmeli, akılcı, tutarlı politikalarla Anadolu’nun güneyine kurulan mülteci kampları iyi meyveler verecek şekilde aşılanmalı. Yarınlarda krizli, işsiz, güvenlik sorunları yaratan sıkıntılı insan yumağına dönmemeli.
Yıllar önce Rotterdam’da gördüğüm zayıf, cılız, Faslı gencin yere düşüşüne benzer olaylar bizde asla yaşanmamalı, yaşatmamalıyız.