Ahmet B. KARABACAK
Üç Hilâlin en önemli kahramanı elbette Alparslan Türkeş’tir. O dağınık olan milliyetçileri bu dağınıklıktan kurtarıp, yeni hedefler göstererek, millî bir ideolojinin gereklerine milliyetçileri inandırarak bu günkü güçlü kadroların kurulmasını başaran insandır.
Türkeş’i İstanbul’a parti teftişine geldiği zaman bir gurup olarak ziyaret ettik. Sert, ihtilâlin kudretli albayı imajını doğrulayan birini bulmayı düşünürken biz, nazik, yumuşak, konuşmaları ölçülü biriyle karşılaştık. Uzun süre sohbet edildi. O bize memleketin içinde bulunduğu durumu ve çareleri anlattı. Henüz partinin genel müfettişi olmasına rağmen, genel başkan gibi konuşuyordu. Bu kendine güveni Türkeş’te en zor zamanlarında bile gördüm.
Bir mesleğe sahip olanlar, kendi işlerinden konuşmayı çok severler. Çoğunlukla o dünyanın içinde sürüklenip giderler. C.K M.P.’ye giren ihtilâlci on emekli subayı yakından tanıdım. Türkiye’nin meselelerini bilen, çözümler üreten yalnızca Türkeş’ti diyebilirim.
Beraber olduğumuz uzun yıllar içinde, zaman zaman bazı kişi ve olaylar konusunda görüş ayrılıklarımız oldu. Aramızı açmak isteyenler epey çalıştı. Ama bir defa olsun, ne sert bir ifadesini, ne de bakışını görmedim. Kuyu kazanların, dedikoducuların beni şikâyet ettiklerini biliyordum. Böyle bir durumda, ya beni telefon ederek Ankara’ya çağırır, ya da İstanbul’a gelince o konuyu konuşurduk. Benim siyasette bir beklentimin olmadığını çok iyi anladığı için, konuşma ölçüsünü ona göre ayarlardı.
Onun isteği üzerine yayınladığım, sahibi olduğum Millî Hareket dergisi yayınlanırken, Türk Musikîsi uzmanı ve o konuda “İleri Türk Musikisi” adlı bir dergi yayınlayan arkadaşım Etem Üngör, “Türk Musikisini Sömüren Masonlar” başlıklı yazıyı yayınlatıp yayınlayamayacağımı sordu. Ben bunu memnuniyetle kabul ettim ve değişik isimle yayınladım. Yazının içinde tarihçi Yılmaz Öztuna’nın da ismi geçiyordu. Öztuna, Türkeş’e mason olmadığını ve bir düzeltme yapılmasını rica etmiş. Türkeş, dergiye düzeltme koymamı istedi. Ben, haberin doğru olduğunu söylerim. O, ısrar etti. Şöyle bir düzeltme koydum: “Geçen sayımızda adını açıkladığımız masonlardan Yılmaz Öztuna, mason olmadığını iddia etmektedir. Duyururuz.” Türkeş bu duyuruya güldü geçti. Aradan yıllar geçti. Yılmaz Öztuna Adalet Partisi’nden milletvekili seçildi. Ben olayı unutmuştum. Türkeş bir gün “Karabacak, dedi, sen Yılmaz Öztuna için mason diye bir yazı yayınlamıştın. Mecliste bir konuşma yaptı, ancak ileri derecede bir mason o konuşmayı yapar.” Müthiş bir hafızası vardı ve böyle olayları zaman zaman hatırlatırdı.
Üç Hilâlin Hikâyesi adlı kitabımda anlatmıştım: 1980 hükümet darbesinin yapılacağını üç ay kadar önce öğrenmiştim. Hemen Ankara’ya gittim. Kendisine, böyle bir plânın olduğunu ve plânı gördüğümü anlattım. Bu arada partideki bazı asalakları isimlerini vererek, çevremizden uzaklaştırırsa iyi olacağını söyledim…
Nitekim darbe oldu, onu, pek çok ülküdaşımızla beraber tutukladılar. Bu arada beni de tutuklamak için arıyorlardı. Onunla beraber tutuklanan S. Ahmet Arvasî uzun bir süre sonra bırakıldı. Türkeş ona; “Ahmet beye söyle, anlattıkları aynen çıktı.” Demiş. Gene uzun bir süre sonra, şimdi önemli bir yüksek okulda öğretim üyesi olan Yrd. Doç. Sakin Öner bey ile, tutuklu olduğu Ankara’daki mevki hastanesine Türkeş’i ziyarete gittik. Bana,” Karabacak, o söylediğin adamlar içeri girer girmez, komünistlerin koluna girdiler. “ dedi. Adını verdiğim kişilerden bazıları sonradan önemli(!) gazeteci oldu, değişik partilere girerek milletvekili, bakan oldu… Türkeş “sen haklıymışsın” diyen bir karakterin adamıydı.
Türkeş’le tanışmadan, yakından tanıdığım milliyetçi ve kıymetli bir edebiyat adamı olan Nihat Sami Banarlı’ya, onu tanıyıp tanımadığını, partiye girip girmeme konusunu danıştım. Bana: ”Ortalıkta görülen parti liderleri arasında, okuması yazması olan(Bu ifade Banarlı’nındır) çok değerli biridir.” Dedi. Banarlı hocanın bu tespitini Türkeş hiçbir zaman boşa çıkarmadı.
Biz, geçen zaman içinde defalarca kendisine nazlandık, onun istemediği istikametlerde parti içinde ve dışında zaman zaman çalışma yaptık. Zaman zaman, itiraf edeyim, harekete zarar verdik. Ama o bir defa olsun bizim iyi niyetimizden kuşku duymadı, istişareyi tercih etti. Zaman zaman da onun istediğinin dışında istikametlere gidildi. Fakat o ne kırıldı, ne de bizi dışladı.
Tahliye olunca, yeniden hareketin başına geçince telefon etti: “Karabacak, dedi, ben kollarımı sıvadım, harekete kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sen de kollarını sıva”. “Albayım, dedim, çok sıkıntılı bir dönemden geçiyorum. Bana bir süre izin verin.” “Tamam, dedi, sen kendini toparla, sonra devam ederiz.”
Fakat ben, peşimi bırakmayan mahkemelerden, polislerden ve özel meselelerimden dolayı yeniden toparlanma hareketine katılamadım…
Alparslan Türkeş, çok okuyan, düşünen, rahmetli Dündar Taşer’in deyimiyle olaylar karşısında herkesin durduğu anda ileri gidebilen biriydi. Büyük bir idealist ve hareket adamı idi. Türk tarihinde, muhalefetteyken yanına bir milyon Türk gencini toplayıp, yürütebilen tek liderdi. Ankara’daki cenazesinde, yılların çilekeş milliyetçisi şair ve düşünür Refet Körüklü şöyle dedi: “Bak Karabacak, dün kaç kişiydik, bugün ne olduk. Bunu tarih yazacak.”
Ruhu şad olsun.