Ali BADEMCİ
sms/whatsapp:5423111564
Elbette halifelik bitmiş; böylece din devletlerine modern çağ geçit vermemiştir! Batılılar kendilerinin gitmedikleri yollara ve çıkmazlara bizleri sokmak istiyorlar; çünkü toplumların böyle kullanılması daha kolaydır; diktatoryal devlet ve hükümet anlayışında demokratik ana kural olan çokseslilik ve kültürel hasletimiz olan “İstişare” yoktur! İran’ın Velâyet-i Fakih düşüncesi Acem Şiiliğini temel alan bir “Hilâfet” düzenidir! Yıllarca onlara özentilerimiz oldu; Ali Şeraiti gibi bir “Fars-Şiî” ideoloğun kitaplarının en çok sattığı ülke ne yazık ki Türkiye’dir! Meseleye suçlama ile başlar yine suçlama ile bitirirsek sağlam bir ideoloji yaratamayız! Devletimizin eline sağlam silâhlar veremediğimiz için de işte Suriye ve Irak’da olduğu gibi niyetlerde bile geç kalırız! Türk Milliyetçiliği toparlanmak, “Ülkücülük” sağlam bir kadro oluşturmak, ülkücüler de kimseye kullanılmadan tamamen yasalar çerçevesinde, sokaklarda dik durmak ve kamu oyuna sahip olmak zorundadır! Millet yeni bir Sultan Alparslan veya Tuğrul yaratmak zorundadır! En iyi Türk mutlak olarak Müslüman Türktür; bunu cesaretle ifâde etmeli ve ilmî temellerini oluşturtmalıyız! Çünkü biz Türkler, “Tertemiz Müslümanlarız ve bid’at nedir bilmeyiz!”
DİNSİZ ÜLKÜCÜLÜK
Türk Milliyetçiği, elbette bir bunalım devrinde, “Ülkücülük” gibi özel bir adla siyasi hayatımıza müdâhil oldu. Bu devrenin başlangıcı 1960 İhtilâli’dir. Mustafa Kemal ve sonraki yirmi yıllık dönemi elbette önemsemek gerekiyor; lâkin dağınıklık ve geniş cephe milliyetçiliği belli bir sosyalizasyon oluşturup siyasileşmeyi sağlayamadığı için cumhuriyet ideolojisinin tamamen tepkilerden oluşan,yapay eğilimleri asıl gibi ezberlenmiştir. İslâm’la ilgili yanlışlıklarımız işte buradan kaynaklanmaktadır! Bu boşluğun çoğu zaman illegal olan beynelmilel “Siyasi İslâm” ile doldurma eğilimleri ise maalesef bugün Türklüğün ideolojik çizgisinde hissedilir sapmalarla sonuçlanmıştır! Elbette semavî dinlerin nüfûz kazanarak milliyetleri şekillendirmesi milâttan itibaren Hristiyanlık, ondan evveli eski çağ dönemlerinde Musevilik’te de vardır; tarih bize bu dönemin tezahürlerini açık olarak naklettiği gibi, Kur’an da yaşanmış olan hadiselerin sosyolojik tahlilleri ile doludur! İşte anlayamadığımız husus da budur! Dolayısiyle bugün ne milli ne de İslâmi karakterimizi ilmi ölçülerde ortaya koyamıyoruz!
Geçen asırda, Türk milliyetçiliğinin “Faşizm-Nasyonalizm” gibi özentilerini, karşılığı hangi boyutta olursa olsun irdelemek, hatta oryantalistlerin kurucu olarak görev aldıkları “Türklük Bilimi”ni de gözden geçirmeliyiz! Ne yazık ki Ziya Gökalp’den sonra milli sosyologlarımızın sayısı bir elin parmakları kadar yoktur! Sosyoloji homojen bir ilim değildir; toplumların gelişimini aynı terazi ile tartamazsınız; milli kültür ve milli sosyoloji, hatta milli din sosyolojisi burada kendini gösteriyor! Elbette İslâmiyet’ten önceki Türk sosyal hayatında dinin çok önemi olsa da, din adamlarının siyasileşmiş kişiliği yoktu; o sebeble hiçbir “Kam”dan devlet adamı gösteremezsiniz! Selçuklular’ın Haşhaşiler ile mücâdelesi ve Abbasî Halifeleri karşısındaki duruşlarını böyle anlamak gerektiği gibi; İslâm cemaatlerine hiçbir yardımı esirgemeyen Osmanlı’nın da haşmet devrinde onlarla araya nasıl mesafe koyduğunu çok iyi biliyoruz! Öyle ki Selçuklular’ın sonunu getiren Babailik, Hacı Bektaş Veli ideolojisinde, efsâne de olsa, devlet kuruculuğu görevini yüklenmiştir! Osmanlı’da cemaatlerde siyasileşme bunalım devrinde başlamış ve bir tepki hareketi olarak, cumhuriyette azmıştır!
Neden hep İslâmcılar’ın suçlandığını şahsen anlayabilmiş değiliz; cumhuriyetten aldığımız siyasi güçle biz milliyetçiler yıllarca İslâm’ı tartışmadık mı? Ülkücüler arasında hâlâ İslâm’ın milliyetimizi “Durağan”a çektiğine inanlar bulunmaktadır! Bu işin Hıristiyanlar aya giderken Müslümanların dünyanın döndüğünü kabul etmemesi ile ne farkı vardır? Sebebi nedir ki, yabancıların, milliyetimizden soyutladığı İslâmiyet’i siyasileştirmelerine kızıyoruz; yani kendimiz ettik kendimiz bulmadık mı? Bu görüşleri “Anadoluculuk” ve “Sentezcilik” ile suçlayamazsınız! Milliyetçiliğin milletten uzaklaşması sosyal ve siyasî hayatımızda işte böyle iyi olmayan ürünler verdi, ki devletimiz de böyle bir yapının ihtilâl teşebbüsüne uğradı!
Bugün Türk milliyetçiliğinin özel adı olan “Ülkücülük” dejeneredir ve siyasi hayatımızda yer bulamamaktadır. Etrafımıza şöyle bir bakalım, en donanımsız insanlar ülkücülerdir; hâlâ ülkücüler kaba saba ve fikri olmayan insanlar olarak vasıflandırılmaktadır! Ülkücülük bir kültür ve siyaset eliti yaratabildi mi; kusura bakmayın siyasi eliti olmayan hareketin kültür misyonu da olmaz! Siyaset donanımlı ülkücülerden ürküyor, neden; çünkü kendisi yeterli değildir! O sebeble hasbelkader bir yere gelen insanlarımıza yeteri kadar kamuoyu desteği sağlayamıyor, üstelik bu konularda görüşleri belli olan insanların yönlendirmelerine âlet oluyoruz!
Bütün bunların sebebleri bellidir; bir ayağı topal, bir kolu kesik veya gözü görmeyen, kulağı duymayan, burnu koku almayan engelli gibiyiz! Neden engelliyiz? Çünkü bin yıldan beri milliyetimizi tarifde lokomotif olan görüşleri tartışıyor, hatta dışlıyoruz? Slogan çığırmakla bu iş olmaz; ölmesini biliyoruz da inançlarımızla yüzleşip, milliyetimize kazandırdıklarının hiç farkında değiliz! Halbûki modern anlamda milliyetçilik ve ülkücülük ölmek değil, yaşama felsefesi olmalıydı! Çünkü en ağır imtihan can verilen sınavdır!
Elbette halifelik bitmiş; böylece din devletlerine modern çağ geçit vermemiştir! Batılılar kendilerinin gitmedikleri yollara ve çıkmazlara bizleri sokmak istiyorlar; çünkü toplumların böyle kullanılması daha kolaydır; diktatoryal devlet ve hükümet anlayışnda demokratik ana kural olan çokseslilik ve kültürel hasletimiz olan “İstişare” yoktur! İran’ın Velâyet-i Fakih düşüncesi Acem Şiiliğini temel alan bir “Hilâfet” düzenidir! Yıllarca onlara özentilerimiz oldu; Ali Şeraiti gibi bir “Fars-Şiî” ideoloğun kitaplarının en çok sattığı ülke ne yazık ki Türkiye’dir! Meseleye suçlama ile başlar yine suçlama ile bitirirsek sağlam bir ideoloji yaratamayız! Devletimizin eline sağlam silâhlar veremediğimiz için de işte Suriye ve Irak’da olduğu gibi niyetlerde bile geç kalırız! Türk Milliyetçiliği toparlanmak, “Ülkücülük” sağlam bir kadro oluşturmak, ülkücüler de kimseye kullanılmadan tamamen yasalar çerçevesinde, sokaklarda dik durmak ve kamu oyuna sahip olmak zorundadır! Millet yeni bir Sultan Alparslan veya Tuğrul yaratmak zorundadır! En iyi Türk mutlak olarak Müslüman Türktür; bunu cesaretle ifâde etmeli ve ilmî temellerini oluşturmalıyız! Çünkü biz Türkler, “Tertemiz Müslümanlarız ve bid’at nedir bilmeyiz!”
İyi pazarlar.