Bülent Vedat AYDEMİR
Osmanlı’da yönetici ve askeri sınıfın üyelerinin devletin asli kurucusu olan Türk’lerin yerine “patrimonyal devşirme”leri tercih etmeleri ve kendi halkını yani kurucu unsur olan Türkleri toprağa bağlama, çiftçi-reaya olarak kullanma geleneği I. Murat zamanında başlamıştır.
Diğer bir ifadeyle, devletin merkezine devşirmeler “Enderunî “kimlikli yabancılar yerleştirilmiş, Türkler ise çevreye itilerek devlet yönetiminden uzaklaştırılmıştır.
Devşirme’den kasıt; hükümdara ruhen ve bedenen bağlı, ancak hükümdarın soyundan gelmeyen ve her türlü değerlerinden arındırılmış bir tiptir.
Tarihimizin bu safhalarına bakışımız yargılamaktan, kötülemekten ziyade eleştirel bir yaklaşımla günümüz olaylarını daha iyi anlamaya geçmişimizin yapısal unsurlarını analiz etmeye yöneliktir.
Tarihçiler devşirme sisteminin gerekçelerini değişik şekillerde açıklamaktadırlar. Bazı tarihçiler Osmanlı’da “kendi halkını kul etme” diye bir prensibin olmamasına; bu mevkilerin Müslümanlara kapalı olmasının gerekçesinin “ gerçek bir müminin kul olamayacağı” bahanesine; bir kısım tarihçiler “ kapıkulu olacak kişilerin soy ve dinleriyle her türlü ilişkiyi koparabilecek, hükümdardan başka kimseye maddi ve duygusal bağlılık hissetmeyecek kişilerden olmasına” dayanan görüşler ileri sürmüşlerdir.
Halil İnalcık hoca ise bu sistemi “İstimalet” yani, “fethedilen yerlerde yerli halkı kendi tarafına kazanma “ prensibi ile açıklamaktadır.
Bahaeddin Ögel ve Faruk Sümer hocalar ise bu sistemin” göçebe ve gezginci bir topluluğun dinamik yapısının yerleşik düzene uyum sağlamasında bu tür yönetici ve askeri topluluklarının deneyimlerinde yararlanmak için” gerekli görüldüğünü belirtirler.
***
Aslında bu sistemin alt yapısı Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinde oluşturulmuştu. Büyük Selçuklu Devleti yönetici kadroyu Farisilere bırakmış; Anadolu Selçuklu devleti ise İran’dan yönetici ithal ederek devleti yönetmeye çalışmıştır.
Türkler kendi kurdukları devletlerde merkezden uzaklaştırılmaları, Yöneten ile yönetilenler arasında önemli farklılıkların oluşmasına yol açmıştır.
Yabancılardan (devşirmelerden) oluşan ve dönemlerinde aydın diye tanımlanan bu Enderunîler Osmanlı’nın her safhasında etkili olmuşlar, hatta batılılaşma sürecinde de aktif rol oynamışlardır.
Sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan “ ilk sosyalleşme sürecini ailelerinden ve yaşadığı toplumdan alan bu devşirmelerin, sosyalleşme süreçlerinde asli unsurlarını silip silemediğinin” tartışmaya açık olduğunu belirtmiştir. H.Nihal Atsız hoca ise bu tiplere “Türkümsü Türkler” demiştir.
Türk milleti, Osmanlı’nın çöküş sürecine kadar geçen süre içerisinde, yönetici kadronun saraylılardan (Enderunî) seçilmesi geleneği yüzünden, Türk kültürü ve değerlerinden yoksun seçkinler kadrosuyla; Ziya Gökâlp’in deyimiyle “kozmopolit kimlikli aydın kadro”yla, karşı karşıya kalmış, halkıyla bütünleşemeyen bu kadro yüzünden toplum yapısında derin yarılmalara uğramıştır.
***
Kurtuluş savaşının ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk; Osmanlı’nın aksine yeni devleti Türklük bilinci çerçevesinde oluşturmuştur.
“ Türk yaratılmak medarı iftiharımdır”, “yaratılışımdaki mükemmelliklerden biri de Türk olarak doğmaktır” diyen Bilge Han gibi Türk olmanın gururunu taşıyan ve yaşayan Mustafa Kemal Atatürk, Türklüğü yeni devletin merkezine yerleştirmiştir.
Atatürk bir nutkunda, “ memleketin sahibi ve devletin kurucusu biz Türkler, “kavmi necip” adı altında Araplara ve sarayın sadık hadimi Arnavutlara feda edildik “ diyerek tarihi Osmanlı yanılgısına son vermiştir.
Türk’ler kurdukları bu yeni devlette artık “çevre”de değil bizzat devletin “merkez” indedir.
Cumhuriyeti kuranlar, kendi milletini köylü, manav, çiftçi özetle reaya durumuna getiren; devlet yönetimini ise kozmopolitleşmiş devşirmelere tahsis eden bir zihniyete artık müsaade edemezdi.
Cumhuriyeti kuranlar, Osmanlı’nın bütün Müslüman tebaasını kapsayan “Millet-i hakime”nin yerine Türk milletini yerleştirmiş ve “millet-i hakime” yi gerçek kimliğiyle buluşturmuştur.
Bu yeniden yapılanma İslâmcılar, kozmopolitleşmiş Enderuni aydınlar ve sabatayistler tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Bunların bakiyeleri eleştirilerine günümüzde de devam etmektedir. Ancak, Türk devletinin onların nostaljik kalıplarına dönme gibi bir lüksü yoktur.
Türk devletinin kurucu unsuru olan Türk milletinin yeni bir kimlik kaymasına uğramasına müsaade edilmeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti bir Millî/Ulus devlettir. Bu devleti kuranlar Türk milletinin fertleridir. Türkler çoğunluk olduğu gibi, aynı zamanda egemen millettir.
Çoğunluk ve egemenlik Türk toplumunda olduğundan standart kültürümüzde Türk kültürüdür. Türklük ortak paydamızdır.
“Türk’ü Türk’te bulan” bu anlayışı terk edip, “Türk’ü Türk’e unutturan” Osmanlı Ümmet modeline ve Patrimonyal devşirme sistemine dönüşme hevesinde olan “Türkiye”lilere fırsat verilmeyecektir.