Bülent Vedat Aydemir
İnsanları büyük bir kısmı, yapısı gereği güce meyillidirler.
Güç zehirlenmesi, siyasette, iş dünyasında ve son zamanlarda da spor dünyasında sıkça duyulmaya başlanan bir deyimdir.
Güç zehirlenmesi, belirli bir gücü elde etmiş kişilerin işine gelmeyenleri yok sayması, önemsiz görmesi, azarlaması şeklinde tezahür eden; her sorunu kendi gücü ile çözmeye çalışan bencil ve bozuk bir ruh hali olarak tanımlanır.
Siyaset alanında güç zehirlenmesi adeta güce tapan, gücü elde ettikçe otoriterleşen; otoriterleştikçe ayrımcılığa başlayan, ötekileştiren ve çatışmacı bir dil kullanan; her şeyi yapabileceğine inanan nihayetinde devlete hükmetmeye niyetlenen kişilerle ilgili bir hali betimler.
Niyeti ve hedefi “hükmetme” olan kişiler için olmazsa olmaz olan iki şey vardır. İlki, iktidar olmak, diğeri ise meşruiyeti elde etmektir. Bunları elde ettikten sonra da bu gücün kullanımını kalıcı hale getirecek olan bürokraside ve iş dünyasında iç içe girmiş bir ilişkiler yumağı oluşturmak için örgütlenmeler başlar.
Bu yapılanmayı önce muhafaza edebilmek, sonra da sürekli hale getirebilmek için kendilerine bağlı güçlü bir medya grubunu ve aralarında yasal silahlı emniyet güçlerinin de bulunduğu bir bürokrasiyi oluşturmaları ve yargıyı kendilerine bağlı hale getirmeleri gerekir.
***
İnsanlar arasında lider (önder) konumunda olan bazı kişilerin, kendilerine hürmet gösteren, karşısında adeta “el-pençe divan” duran, sözlerinden hikmetler, kerâmetler çıkaran, layık olmadıkları halde birçok manevi sıfatlar yakıştıran taraftarlarından da güç alarak yönetme hırsı ile birlikte devlete hükmetme gibi düşüncelere kapılanlar hep olmuştur. Bu kişilerden kimileri de kendisinin vazgeçilmez olduğunu zannedebilirler. Kendileri olmazsa “devlet de ülke de olmaz” fikrine saplanabilirler.
Üstüne üstlük çevresinde çoğalan yalaka ve dalkavuklar ve bunların kontrolsüz beyan ve hareketleri güç zehirlenmesini zirveye taşıyabilir.
Güç zehirlenmesi zirveye çıkmış kişiler için artık “dost tavsiyesi ve samimi eleştirileri” bir nevi hakaret olmaya başlar. Zira onlara göre artık “kimsenin kendisini eleştirmeye hakları yoktur”! Olamaz da!
***
İktidar olmak ve bu yolla gücü elde toplamak, otorite kurmak ve zenginleşmek biz Müslümanlar için ciddi anlamda bir imtihan vesileleridir.
Kontrol edilemeyen güçler ileriki safhalarda telafisi mümkün olmayan felaketlere ve toplumsal travmalara yol açabilir.
İktidar olmanın nimetinden faydalanmak isteyen ve güç zehirlenmesine uğramış siyasi önderin etrafında kümelenen çıkar grupları, toplumu ve kamu kurumlarını sömürmeye başlarlar. Oluşturdukları koruyucu çembere başkalarının girmesine müsaade etmezler. Dışarıda kalanlar ise “fitne ve fesat” çıkarmaya başlarlar. Eğer bir toplumda “ fitne ve fesat” başlamışsa..! Gerisini siz düşünün!
Bu olanların Dünyada örneği çoktur. Birçok zenginliklerine rağmen kalkınamamış veya geri kalmış ülkeler incelendiğinde, bu ülkelerin güç zehirlenmesine uğramış diktatörler tarafından yönetildiğini ve çıkarcılar tarafından kamu kurum kuruluşlarının sömürüldüğünü görmekteyiz. Saddam, Esat, Kaddafi, İdi Amin, Boko Haram ve diğerleri gibi…
Daron Acemoğlu tarafından kaleme alınan ve geniş bir akademisyen grubu tarafından yapılan araştırmalara dayanan “Ulusların Düşüşü” adlı kitapta bu yazdıklarımla ilgili birçok örnekler bulabilirsiniz.
Ayrıca Dünya savaşlarında milyonlarca insanın ölümüne sebep olanların da ülkelerinde güç zehirlenmesine uğramış ihtiraslı liderler olduğunu hepimiz gayet iyi biliriz. Hitler, Mussolini, Stalin ve diğerleri…
Unutulmasın ki; tarihte güç zehirlenmesi yaşayan birçok kişi, kendilerini dev aynasında görseler de “içi kurtlanmış bir ağaç olduklarını” ancak devrilince anlayacaklardır.
***
Günümüz siyasetine ve siyasi liderlerine baktığımızda, “güç zehirlenmesine” dünden razı kişi veya kişilerin olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Mevcut siyasi liderlerden bazılarının “benim polisim”, “benim askerim”, “benim vatandaşım” gibi açıklamaları, siyasal gücü tamamen eline geçirdiklerinde “artık her şey benim” diyebileceği endişesini taşımaktayım.
Doğrusu ise ülkemizin bütün değerlerinin “bizim” olduğudur.
Bu “güç zehirlenmesini” kolaylaştıracak ve ülkemizi tek adam yönetimine doğru yönlendirecek olan yasal değişikliklere karşı çok hassas ve dikkatli olmalıyız.
Bu gün için toplumuzun dinamik yapısı buna fırsat vermeyebilir. Ancak Osmanlı’nın son zamanlarından beri sürekli ve hızlı bir değişim gösteren toplumsal yapımızın ileriki yıllarda farklı mecra ve maceralara sürüklenmesi ihtimalini de göz önünde bulundurmalıyız.
Son Anayasa değişikliğine “hayır” deme gerekçelerimden biriside ihtiraslı kişilere yasal yoldan “güç zehirlenmesine” fırsat verilmesini istemiyor olmamdır.