Cumhuriyetimizin kurucusu büyük lider Atatürk; 1931 yılında Dolmabahçe sarayının balkonundan yaptığı “Kendimi hiçbir zaman Osmanlı’nın telkin ettiği başka milletleri öven, Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım” tarzındaki konuşması, adeta, Göktürkler döneminden Cumhuriyetin kuruluş dönemine kadar geçen yaklaşık 1300 yıllık süre içerisinde, unutulan/unutturulan Türklüğün yeniden canlanması misyonunu ve Osmanlı devlet merkezinde yer alan Enderuni zihniyete olan tepkilerinin izlerini taşımaktadır.
Millî dil, millî tarih ve Türklük olgusu, Atatürk ile birlikte, Türk toplumunda yeniden tarihi bir görev üstlenmeye başlamıştır.
Atatürk, Türk Dil ve Türk Tarih Tetkik Cemiyetlerini kurarak modern anlamda milletleşme sürecini başlatmış ve Türklüğü ön plana çıkarmıştır. Bu cemiyetlerin ana hedefleri Orta Asya’ya yönelmek, Unutulan/unutturulan Türklüğün kökenlerini araştırmak olmuştur.
Özetle Atatürk’ün ana felsefesi “Türk’e dönmek” ve “Türk milleti” gerçeğinde bütünleşmek olmuştur.
***
Atatürk’ün ölümü ile birlikte Enderunî aydınların baskıları sonucunda, Türk Milliyetçiliği devreden çıkarıldığı gibi Türk Milliyetçileri Turancılıkla, ırkçılıkla ve faşistlikle suçlanmıştır. Meşhur 1944 olaylarını hatırlayınız!
Türklüğü dışlayan bu Enderunî zihniyet mensupları “Farklılıklar bizim zenginliğimizdir” diyerek ülkemizdeki alt etnik ve kültür gruplarını motive etmek ve ülkemizi bir“kültürel veya etnik mozaiğe” çevirmek istemişlerdir.
Atatürk’ün Türk milletinin kökeninin Orta Asya’ya, yani Asyatik bir teze dayandırma girişimlerine karşı, Cevat Şakir öncülüğünde Türk hümanizması modelini ileri süren Anadolucu Halikarnas Balıkçıları yeniden ortaya çıkmışlar ve“Türk bir milletin adı değildir ve asla bir millet oluşturmamaktadırlar” şeklindeki söylemleriyle, Türklerin Asya dışında bırakılması ve Akdeniz’de bütünleşmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Türk Hümanizmi, Yeni Anadoluculuk, Mavi yolculuk ve benzeri kozmopolit faaliyetlerde bulunanlar kendilerini Greko-Latin köklere dayandıran Enderunî zihniyet bakiyelerinin/mensuplarının solcu taifeleridirler.
Sosyolog Orhan Türkdoğan’ın tarif ettiği gibi “ Bunların, 1890’lardan beri körükledikleri ve 1917 Devrimi ile Rusya’da ortaya çıkan komünizm anlayışlarında bile, gerçek halk tabakası asla bir prima-faktör değildir. Bunlar, Anadolu insanını tanımazlar, toplumsal gerçekleri sadece romantik üsluplarla, fantastik hayallerle bir “sınıf mücadelesi” jargonu içinde ele almaya çalışırlar. Modası geçince bu Enderunî sosyalistler, kapitalistleşme süreci içine girmek suretiyle, kalıp değiştirebilirler.”
***
Ülkemiz Cumhuriyetle birlikte bir zümreye ait olmayan tüm toplumu kapsayan millî/ ulus devlet modeline geçmiştir. Bu model aynı zamanda “ümmet’ten millet’e” geçiştir. Karmaşık bir dil anlayışına son verilerek, Standart kültürün en belirleyici unsurlarından “dil” ön plana çıkarılmıştır. Bu dil “Türk Dil”idir. Türk dili ortak payda olmuştur.
Türk kavramı çatısı altında gruplar arası ayrım düşünülmemiş, hiçbir “boy”, “kavim” ve “zümreye” üstünlük sağlanmamıştır. Ana hedef “birliktelik” olmuştur.
***
Bütün bu doğrulara rağmen, Enderunî zihniyet mensuplarıyla dışa bağımlı bazı aydın etiketli gafillerin sürekli “farklılığımız zenginliğimizdir” veya “ Türkiye çoğulcu bir toplumdur” gibi görüşleri, beyan ve açıklamaları ihanetten başka bir şey değildir.
Bu söylemlerle sürekli bir şekilde alt-kültürler oluşturmak ve desteklemek suretiyle farklılıklar yaratmak ve çoğulculuk adı altında topluma yeni yönler tarif etmek bölücü, çatışmacı ve ayrımcı duyguların desteklenmesine ve beslenmesine yol açar.
Zibignev Brezezinski’nin de dediği gibi “Bir toplumu biçimleyen kültürden, küresel mozaiği yansıtan bir kültüre dönüşülmesi, kaçınılmaz olarak, değerlerin derinden değişmesine yol açacak ve toplumun birliğini daha da zayıflatacaktır.”
***
Atatürk’ün oluşturduğu bu sistem; şu anda kendilerini ikinci cumhuriyetçiler olarak adlandıranlarla, milliyetçiliğe karşıt fikirleriyle bilinen “cemaatleşmiş” gruplar tarafından yıkılmak istenmektedir. Bu gruplar, çok kültürlülük modeline dayalı federatif yapılı yeni oluşumlar peşindedirler.
***
Yazımın başlığında da belirttiğim gibi, Gerçek zenginliğimiz farklılıklarımız değildir. Yetkili üst düzey kişiler de dâhil, bilerek veya bilmeyerek(!) “Farklılıklar bizim zenginliğimizdir” veya “Türkiye şu kadar etnik gruptan(sayılar 36-47 arasında değişiyor) ibarettir” veya “ülkemiz bir mozaiktir” gibi söylemler de bulunanlar, art niyetli olsunlar veya olmasınlar ülkeye büyük bir ihanet içerisindedirler.
“Farklılıklarda birlikteliğimiz” yoksa nasıl zenginlik olsun?
“Farklılıklar bizim zenginliğimizdir” anlamında kozmopolit bir söylem yerine “FARKLILIKLARDA BİRLİK BİZİM ZENGİNLİĞİMİZDİR” söylemiyle birlikteliğe yönelmemiz gerekmektedir.
Bu bizim gerçek zenginliğimiz olmalıdır.
Hayırlı Pazarlar…