Bülent Vedat AYDEMİR
Kalkınmış ülkeler diye adlandırılan ülkelerin tarihlerini özellikle de demokrasi, millî/ulus devlet ve sanayi devrimi gibi kavramların öne çıktığı 17. Yüzyıldan sonraki tarihsel süreçlerini inceleyen bilim adamları, bu ülkelerin kalkınmalarının ve zenginliklerinin temelinde, hükümetlerin hukukun üstünlüğü ilkesine çok sıkı bağlandıklarını tespit etmişlerdir.
Tespit edilen diğer önemli hususlar ise millî bütünlüğün sağlanması, devlet ile toplum arasında karşılıklı güvenin oluşturulması ve yurttaşlara karşı sorumlu ve duyarlı davranılmasıdır.
Bir başka özellikleri ise demokratik ilkelere dayalı olarak siyasal gücün kullanımına sınırlamalar getirmeleri; yurttaşların siyasetçileri kontrol altına alabilmelerini sağlayan hukuki düzenlemeleri yapmaları ve bu sayede siyasetçilerin makamlarını kullanarak kendilerini ve yakınlarını zengin etmelerine fırsat tanımamalarıdır.
Bu bakış açısıyla devleti yönetenler (seçilmiş ve atanmış), yönettikleri halk kitlelerine ekonomik fırsatlardan yararlanma fırsatlarını vermişlerdir.
Bu ülkelerde insanlar daha fazla siyasi hak elde etmişler ve bu haklarını ekonomik fırsatların genişletilmesi için kullanmışlardır.
Bu sistem sayesinde oluşturdukları siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki kurumların temel işlevi “kapsayıcılık” olmuştur. Bu “kapsayıcı” kurumlar vasıtasıyla bireyler beceri ve yeteneklerini en iyi şekilde kullanmışlar, istedikleri tercihleri yapabilmişlerdir. Bu sayede geniş halk kitleleri ekonomik etkinliklere katılmışlardır.
Bu devletlerde kapsayıcı mahiyetteki siyasal kurumlar ülkedeki istikrar ve istikrarın devamlılığını güvence altına almışlar; ülke insanları, bu kurumlara ve bu kurumlar tarafından oluşturulan hukukun üstünlüğü ilkelerine tam anlamıyla inanmışlarve güvenmişlerdir. Dolayısıyla da mülkiyet haklarından endişe etmemişlerdir.
Bu ülkelerde insanlar ( özellikle de yöneten ve yönetilenler ) birbirlerine güvenmişler, işbirliği yapmak suretiyle hızlı bir kalkınma ve zenginleşme süreci geçirmişlerdir.
***
Az kalkınmış veya geri kalmış ülkelerde ise, kalkınmış ülkelerde gözlemlenen gelişmelerin tamamen tersinin yaşandığı görülmüştür.
Bu yapıdaki ülkelerde en çok dikkat çeken özellik, hukukun üstünlüğü ilkesinin geri plana itilmesi, elit kesimin zenginleşmesi ve bu zenginleşmenin bedelinin topluma ödetilmesidir. Diğer bir ifadeyle, bu elit denen kesimin, bedelini başkalarına ödeterek kendilerini zenginleştirmeleri olmuştur.
Bu da devlet ile toplum arasında karşılıklı güvensizliğin temelini oluşturmuştur.
Bu tür ülkelerde siyasal gücün belirli bir grubun elinde toplanması ve gücün kullanılmasında kısıtlı yasal engeller konulması neticesinde, siyasal güç sahiplerinin ekonomik kurumları da kontrol etmeye başladıkları izlenmiştir.
Yöneticiler, siyasal açıdan güçlü gördükleri gruplara kaynak aktarmaktan çekinmemişler, bu kesimlerin desteğiyle iktidarda kalmanın yolunu aramışlardır.
Siyasal gücü ellerinde tutanların, zaman geçtikçe, bu güçlerini rekabeti sınırlamak için kullandıklarını; oluşan pastadan alacakları payı arttırmaya çabaladıkları gözlemlenmiştir.
Bunların önceliği ülke kalkınmasından ziyade kendi kalkınmaları olmuş, bu hedefe varmak için de çalıp yağmalamak olmuştur.
Verimlilikten uzak bu uygulamalar neticesi bu ülkelerde sürekli ödemeler dengesi açıklarından ve döviz darlığından kaynaklanan ekonomik ve siyasi krizler yaşanmıştır.
***
Toplumlar kendini yönetecek kurulları siyasi bir süreç neticesinde belirler. Bu sürecin nasıl işleyeceği ise siyasal kurumlar tarafından belirlenir.
Siyasal kurumlar da toplumdaki gücün kimde olduğunu ve bu gücün ne amaçla kullanılabileceğini belirler.
Daron Acemoğlu “bu siyasi gücün dağılımı yeterince eşit değilse ve sınırlandırılmamışsa siyasal kurumlarmutlakiyetçidir. Buna karşılık gücü toplumun geniş kesimlerine dağıtan ve bu güce sınırlamalar getiren siyasal kurumlar ise kapsayıcıdır” diyerek “ kapsayıcı kurumlara sahip devletler tam anlamıyla merkezileşmiş güçlü devletler olmuşlardır.” Tespitinde bulunmuştur.
Daron Acemoğlu’na göre;
“Kapsayıcı ekonomik kurumlar;
-Piyasaların gelişimine yol açar;
-Daha etkin bir kaynak tahsisini teşvik eder;
-Eğitimi ve beceri edinmeyi daha fazla özendirir;
-Daha fazla ileri teknolojik yeniliklerin önünü açar;
-Sömürücü kurumlara nazaran kaynakların daha eşit bir dağılımına yol açar;
-Daha geniş kitleleri yetkilendirir
-Daha eşit şartlar sağlar; söz konusu iktidar mücadelesinde bile
-Bu durum küçük bir elit’in, ya da en azından bazılarının, kitlelerin taleplerine boyun eğmek yerine onları ezmesini daha güç hale getirir.”
(D.Acemoğlu Ulusların Düşüşü Doğan Kitap-2014 S:305)
***
Kalkınamamış veya az kalkınmış ülkelerde mevcut statükodan faydalanan varlıklı ve iyi örgütlenmiş grupların varlığı bilinmektedir. Bu gruplar ekonomik ayrıcalıklarını ellerinden alacak, siyasal güçlerini azaltacak değişikliklere şiddetle direnmişlerdir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, bu gruplar ancak kendilerinin sömürebileceği zenginliklerin üretilmesini isterler. Ülke kaynaklarının sanayiye aktarılmasını istemezler. Çünkü ülke kaynaklarının bu şekilde kullanılması, devlet vasıtasıyla elde edilecek kazançlarda belirgin azalmalara yol açacaktır.
Bu tür ülkelerde devlet vasıtasıyla zenginleşen grupların ve bu grupları yönlendiren elitlerin yerine geçmek isteyen birçok gruplar ve elitler her zaman olmuştur.
Bu grup/elitlerin değişimi çoğu zaman iç çatışmalara yol açmıştır.
Bu değişim neticesinde sadece bir elit/grup gitmiş, yerine aynı zihniyete sahip bir başka elit/grup gelmiştir.
Bu ise daha ileri yetersizliklere yol açmakla kalmamış, bu grupların devlet eliyle zenginleşme uğruna girdikleri çıkar savaşları, toplumlarda siyasal çalkantılara, asayişsizliklere ve bunalımlara sebep olmuştur.
Ülkemizdeki “fetö kalkışmasının”ın bu açıdan da sorgulanması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum.