YARINKİ TÜRKLÜK
Ali BADEMCİ
Özellikle merkezî Asya olmak üzere Asya’nın tamamı; Avrupa’nın büyük kısmı ve Afrika’nın kuzeyinde Türklük; bir ırktan ziyâde bir büyük coğrafyayı ve aynı zamanda, büyük bir kültürle birlikte, hattâ bir dini yâni İslâmiyet’i ifâde eder. Bir Avrupalı; Çin, Japon ve Moğol denildiği zaman Uzak Doğu’yu hatırlarken, Türk değiniz zaman kendi yaşadığı toprakları ve İslâmiyeti aklından geçirir. Bunun gibi Arap, Fars, Rus, Yunan Hindistan denildiği zaman işte Budizm’i, İngiliz sömürgeciliği, Sankiristçe gibi kafa kalıntılarını düşünürken Türk denildiği zaman mutlaka Babûr’u hatırlayıverip anlatmaya bile başlar.. Fransız için bütün Asya hiçbir şey ifâde etmezken Türk denildiği zaman mutlaka Kanunî Sultan Süleyman düşünülür. İngilize ise Türklük çok şey ifâde eder ki, Çanakkale’yi saatlerce anlatarak aynı zamânda kendi târihini hatırlar.. Zaten Rus milleti için hiçbir şey söylemeye gerek yoktur ki sanki beraber yaradılmışız gibi iç içeyiz. 20.yüzyılı baştan sona etkileyen Lenin’in bile ortaya çıktığı yıllarda Tatarlığı konuşulup yazıldıktan sonra, 16. asır öncesi gibi, sonrasında da Türk kültürünün derin izlerini çok rahat müşâhade ederiz. Öyle ki, 19.yüzyıl bizim Tatar, Kazak, Başkırt gibi târih yaratmış Türk kavimlerinin bazı aydınları öyle bir etki altında kalmışlardır ki Türk tarihinin Ruslar’la devâm ettiğine inanmak gafletinde bile bulunmuşlardır.
Düşünebiliyor musunuz; gerçekten ne çılgın,ne kadar saf,ne kadar da zavallı bir milletiz! O muhteşem coğrafyadan kalkmış bize gönlünü açan bir Bozkurt’un peşine takılarak demir dağları eritmiş,koca Asya Bozkırları’na yayılmışız.. Destanlarımız böyle diyor.. Her milletin böyle muhayyel bir yaratılış hikâyesi mutlaka vardır.Bizimki de öyle değil mi?Her ne olursa olsun Ergenekon’a tekabül eden bugünkü Moğolistan toprakları cennet olmayabilir,ama,Türklüğün ilk cennetinin burası olduğunu 19.asır sonunda Radloff ve Thomsen’in çözüp okumayı başardığı Orhun Abideleri ve Yenisey Yazıtları bize ve âleme ziyâdesiyle ispat ediyor. Yaratıldığımız vatanı ne için terk ettiğimiz çok önemli değildir. Milletimize daha milyonlarca yıl ad olabilecek ünvânı ilk olarak burada elde ettiğimiz gözümüzün önündedir ve târihçi ile arkeologlar tarafından teyid edilmiş bir gerçektir. Türklüğün varoluşu ile birlikte bu topraklarda kabına sığmayışı ve yıllarca Çinliler’le mücâdelelerini yine bu milletin tarihi kayıtlarından öğrenmekteyiz. Ne yazık ki, “târih yapıp da târih yazmayan” ulu milletimizin yaratıldığı topraklardaki geçmişlerini arkeolojik kazıların, yani yazıtların dışında, sadece Çin yazılı kaynaklarında bulmaktayız. Çinlilerin verdiği bilgiler bile ilk yurtta Türklüğün muhteşem bir varlığı olduğunu, hatta, muhteşem Çin Seddi’nin Türk korkusundan korunmak için inşâ edildiğini târihçiler bildirmektedir. Çinliler’le mücâdelelerde hemen aklımıza bir nüfus dengesi gelmektedir. O zaman savaşların ekonomik sebeblerle çıktığını ve sadece insan gücüne dayandığını düşünürsek demek ki yaratılış coğrafyasında Türklük en az Çinliler kadardı sonucuna varırız. Demek ki, yaratılış coğrafyasında kalmış olsaydık bugün milyarla ifade edilen Çinliler kadar kalabalık bir millet olacaktık.Yani şöyle böyle demek ki daha sonra yayıldığımız Asya-Avrupa-Afrika topraklarında bugün Türk olarak adlandırılmayan ve en azından Türk olarak adlandırılanların beş katı Türk vardır. Peki bu Türklük nerededir? Cevabı çok basittir: Türklüğün temas ettiği milletlerin içindedir. Yani Çinliler’in, Ruslar’ın, Farslar’ın, Hindliler’in, Araplar’ın kültürlerinde ve demografik yapılarında hem kemiyet hem de keyfiyet olarak Türklük mevcuttur.
Milâttan önceki asırlarda, milâdi beşinci yüzyıla kadar atayurdundan orta Avrupa içlerine kadar uzanan, hatta zaman zaman kabından taşarak Avrupa’nın etnolojik yapısını değiştiren muazzam Türk yayılmasının Hun adı altında dalgalandığını görmekteyiz. İslâmî yıllara kadar Batı Hunlar’ın Orta ve Doğu Avrupa’da ortaya koyduğu değişikliğin İslâmi yıllardan sonra günümüzde bile Macar(Hungary), Bulgar, Peçenek, Uz vs. adlarla izlerini görmekteyiz. O zamanlarda nankör Hırıstiyanlık milletleşmeyi mahvettiği için Türklüğü de yutmuştur. Hiristiyanlık kavimleri yuttuğu milliyeti yok ettiği için bu dinde bugünkü mezheplerin ortaya çıkmasıyle sonuçlanacak kavgalara sebeb olmuştur. Bugünkü İngilizler’in Protestanlığı kabul ettikten sonra kendilerini ancak ispat edebildiklerini görmekteyiz.. Târihin ne garip bir tecelisidir ki Avrupa’da Osmanlı’nın kolay kökleştiği yerler de Hun yoğunluğu kültürünün yoğrulduğu bu topraklarda olmuştur. Osmanlı devirlerindeki Arnavut,Boşnak gerçeğinin kesinlikle bu noktai nazarla izâh edilmesi gereklidir. Selçuklu Sultanı Alparslan Malazgirt’de Bizans’ı bildiğimiz gibi ordularında bulunan Ermenilerin ihâneti kadar Peçenek ve Uz(Oğuz) adlı Hiristiyan Türkler’ın saf değiştirmesi sebebiyle yenmiştir.
Her din ortaya çıktığı yılların en büyük sosyal, kültürel ve siyâsî ihtilâlidir. Mevcut inançlarından memnun olamayan ve arayış içinde bulunan milletler yeni inanışları aslında mevcut inançlarında tatmin olmadıkları için kendilerini ispat etmek gâyesiyle aramışlardır. İslâmiyet öncesi bizim yazılı tarihi kaynaklarımızdaki nasihatler, yenilgi ver zaferlerin sürekli sorgulanması esasında o andaki inançlarının boşluklarından kaynaklanmaktadır. Her millet gibi bizim de millet olarak bütün dinlerle az çok temasımız olmuştur. Her toplum gibi bizim tatminsizliğimizi de bu şekilde anlamak lâzımdır. Bugünkü Ruslar’ın belki bizden de önce İslâmiyete meylederek ve kısmen Müslüman olması, daha sonra Türkler’în kahir ekseriyetle Müslüman olması üzerine Hiristiyan olmaları da bizim tarihimiz ve tarihî sosyal hayatımız açısından çok önemlidir.
İslâmiyetin ortaya çıkışından sonra Avrupa’da, Karadeniz’in kuzeyinde Bulgar Türk Devleti önemli bir güçtü. Hatta bu Bulgarlar’ın bir kısmı 9.asırda Müslüman meşhur Arap Seyyahı İbn Fazlan, 10.asırda bu bölgeye yaptığı seyahatte onlardan övgüyle bahsetmiştir. İşte bu şuur ileride Asya’dan Avrupa’ya doğru muazzam topraklarda Altınordu Müslüman Türk İmparatorluğu’nun ilk İslâmî nüv’eleri olmuşlardır. Bir çoğumuzun çok iyi bilmediği Altınordu İmparatorluğu Doğu Avrupa’dan Orta Asya’nın kuzeyindeki bugünkü Rusya,Kafkasya,Ukrayna,Volga,İdil-Ural, hatta Sibirya’nın büyük kısmını elinde bulunduruyordu. Selçuklular devrinde Altınordu ülkesinden giden Türklerin, kendilerinden çok önce 8.ve 9.asırlarda, Mısır’a tabi Suriye topaklarında kurulmuş ve uzuın ömürlü olmamış, tıpkı kendilerinden sonrakiler gibi bugünkü Türkistan’dan gelen Türk beylerinin kurduğu Tulonoğulları ve İhşidler’in küllenmiş kültür bakıyeleri üzerinde Memlûklu Devleti’ni kurmuşlardır, ki bu devlet Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı Devleti topraklarına katılmış, fakat, kölemenlik 20.yy. kadar Arnavud Kavalalı oğulları insiyatifinde yaşamıştır. Geçen yıllarda Özbekistan’ın Fergana Bölgesinde Mısırda kurulan Tulonoğlu Devleti’nin kurucusu olan Ferganalı Tabgaçoğlu Ahmedin 1200. doğum yılı Devlet Başkanı İslam Kerimov’un iştirakiyle kutlanmıştır. İşte yukarıda bahsini ettiğimiz eriyen Türklüğün külleri üzerinde kaç zaman sonra yeniden Türklüğün veya Türklük çemberi içinde Türk varlığının yeşermesinin en güzel örneklerinden biri budur. Günümüzde bile hâlâ Halep merkezli Suriye ve Mısır’da bu yeşertileri görmekte ve canlı olarak şâhidi olmaktayız.
Türkler’in Orta Asya’ya yerleşmesi ve buranın adını Türkistan olarak Dünya’ya kabul ettirmeleri ise başlı başına o devirlerden başlayan ve günümüze kadar devam eden bir sosyal târih hadisesidir. Orta Asya topraklarının Türklerin vatanı karşılığında tescil edilmesi tabii önemli bir hâdisedir. Bugün için Türkistan Asya’da, Türklerin yaşadığı her yerdir. Doğu-Batı-Kuzey-Güney gibi tarifleri yapmak bile çok anlamlı değildir. 200 yıl Rus emperyalizmi, Türkistan’ı inkâr etti ve adını silmeye çalıştı. Silebildi mi sorusuna olumlu cevap vermenin mümkün olmadığı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.Çin, yıllardan beri Doğu Türkistan’a ‘Sinkiang’ diyor. Ama yakın zamandaki hâdiselerde dünyanın bütün haber kaynakları ‘Doğu Türkistan ’ dedi. Kuzey Afganistan’ın adına ne dersen de orası Güney Türkistan’dır. Türklük Türkistan adını yaratıldığı toprakları terk ettirme fedakârlığına katlanacak kadar sosyal ve kültürel bir kabullenme ile sahiplenmiştir. Bu sebeble Türkistan daha muhtevası değiştirilemeyecek kadar sağlam bir tarzda Türk Anayurdu’nun adı olmuştur.Son 100 yıllık sosyal, kültürel ve ekonomik esâret bu topraklarda hala yaşayan ırkdaşlarımız gibi hepimiz üzerinde ‘Türkistan ‘adına adetâ ilâhî bir anlam yüklemiştir.
Türkler’in Müslüman olması, bugün bile tam çözülememiş, belki dünyâ târihinin en önemli hâdiselerinden biridir. Bu önemli hâdise bugünkü verilerle tam olarak değerlendirilememiştir. Onun için bugünkü bunalımlı Orta Doğu ve İslâmî Türk Coğrafyası vatanlaşmamış kuru topraklar olarak hâkim güclerin deneme tahtası olmuştur. İslâmî Türk Târihi tabii ki Türk Târihi açısından da çok önemlidir.. İslâmiyet çok parçalı yaşayan Türklüğü birleştirebilmiş muazzam ve sıhrî bir güç olmuştur.Türklüğe taze bir kan sağlamıştır. Ne yazık ki İslâmiyet dışında kalan birçok Türk kütlesinde de ırkî erazyon devâm etmiştir. Birmisâl olmak üzere Bulgar ve Macarlar ilmen olmasa fiilen Türklük insiyatifinin dışında kalmışlardır.. Hazarlar ve Gagauzlar’ın durumları da çok farklı değildir. Müslüman olan Türkler’in ise evvelâ Büyük Türkistan’a hâkim olduklarını, bilâhare, İslâm’ın ilk coğrafyası ile birlikte Anadolu, İran, Kafkaslar, Deşt-i Kıpçak’da bir veya birdan fazla devlet oluşumu ile kurumlaşması İslâmiyet açısından da pek önemli olmuştur. Selçuklu organizesi ile birlikte Abbasiler Devri bildiğimiz gibi İslâm açısında büyük tefekkür yıllarıdır. Abbasiler devrinde Türkler her şeyden evvel İslâmiyetin kurumlaşmasını sağladıkları gibi yüce dini ,kendi kültürlerinin Araplaşması pahasına, Araplaşmak’tan kurtarmışlardır.
Şu husûsun bilhassa altını çizmeliyiz: İslâm tarihinde Abbasiler devri fikir hareketleri İslâmiyetin bütün insanlığa ulaşmasını kolaylaştırmış, hatta sağlamıştır.. İslâmî ilimler Bağdad Selçuklu medreselerinde doktirinleşmiş zamanımıza temiz bir İslamî düşüncenin intikalini sağlamıştır.Selçuklu medeniyet ve adâleti geçmiş yıllardaki İranlılar ve Türkler ile diğer milletler üzerinde İslâmiyet adına işlenen Arap şiddetini geçici de olsa unuttumuştur. Bugün hoşgörüye dayanan İslâmî tefekkür kesinlikle Selçuklu Nizamiye Medreseleri’nde teşekkül etmiştir.Tabii ki bu amel,yani İslami düşüncenin gelişmesinin ,Türk düşünce hayatına akisleri de üzerinde ehemmiyetle durulacak muazzam bir Türklük azâmetinin teşekkülü ile sonuçlanmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un Araplar’a Türk Dilini öğretmek için Divân-ı Lügat-it Türk’ü Abbasi Halifesine takdimi; kendisi gibi gibi bir Doğu Türkistan Türk’ü olan Balasagunlu Yusuf Has Hacib’ın Kutadgu Bilig’in aşağı yukarı aynı yıllarda yazılmış olması Türk Düşünce hayatının zirveye vurduğunun göstergesidir. İslâmiyet’in ilk yıllarda Arapların bile yazışma dili olarak kullandıkları Farsça, Abbasiler Devri’nde Türkçenin öne çıkmasiyle, bazı düşünce adamlarına göre eski önemini kaybetmiş sayılabilmekdedir. Öyle ki, Sasani veya Pers devri Farsçası ile İslâmiyet sonrası Türk Farsçası’nın aynı lisan olduğunu Pehleviler bile isbat edemedi. Yani gerçekte bugünkü Farsça tıpkı Osmanlıca gibi bir Türk lisanıdır.Yoksa öyle Hz.Mevlana Farsça yazacak kadar Türklük çemberi dışında değildir. O yıllarda Türkçe, en azından o zaman Dünya’nın hâkim gücü olan İslâm Konfederasyonu’nun 3 lisanından birisi hatta en önemlisi olmuş, ileriki yıllarda, ’Osmanlıca’ adı altında cihan-şümul bir yazışma lisanı ortaya çıkmıştır.
Kendisi Moğol ırkından bir kişi olmakla beraber özellikle Kuzey Türklüğü, yani Deşt-i Kıpçak ve bugünkü Kazak bozkırlarında yüzyıllardan beri parça bölük yaşayan Türk kavimlerini birleştirerek büyük bir Türk İmparatorluğu kurmuş olan Cengiz Han, tamamen Türklerden müteşekkil kuvvetli bir ordu ile Dünyâ’yı titretmiştir. Cengiz Han İmparatorluğunun kuruluşu kadar ölümünden sonra Türk coğrafyasında meydana gelen yeni oluşum ve devletleşmeler Türk ve Türkistan tarihinin en önemli yıllarıdır. Bir Cengiz oğlunun kurduğu Altınordu Müslüman Türk İmparatorluğu zamanın en büyük devletidir. Aynı şekilde ileriki yıllarda Orta Asya’da Cengiz İmparatorluğu bakiyeleri ve sistemi üzerinde muazzam bir Türk İmparatorluğu olan Timur İmparatorluğu ortaya çıkmıştır. Cengiz Yasası ve Timur’un Tüzüğü aynı akidelerdir. Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletleri Moğol tufanından ziyâdesiyle nasibini almışsa da Kafkasya, Azarbaycan, İran, Irak, bu zamanlarda iyice Türkleşmiş Anadolu’da ise 600 yıl hükümran olacak Dünya Tarihi’nin bugün bile en sistemli devleti olduğu kabul edilen Osmanlı varlığı bütün haşmetiyle ortaya çıkmıştır.
Osmanlı Anadolu’da Moğol istilâsının külleri üzerinde kurulmuş olabilir. Özellikle Selçuklular’ ın aksine Osmanlı’da resmi dil, yani konuşma dili Türkçe olduğu gibi, yazışma lisanı olan Osmanlıca dahi gerçek Türkçedir ve kuruluştan çok sonra ortaya çıkmıştır. Osmanlıca’ın kucağında barındırdığı İstanbul Türkçesi, öyle ki, 600 yıl sonra Gaspıralı İsmail Bey tarafından, bütün Türk kavimleri için müşterek bir lehçe aranırken boşu boşuna en güzel Türkçe olarak seçilmemiştir. Netice itibariyle Osmanlıca Türk Çağatay kavimlerinin de müşterek lehçesi olmuştur. Gidip gelenlerimiz görmüştür ki bugün bile %90 oranında bu lehçe Türk Dünyası’nda geçerlidir.Televizvon programlarında soruyorlar: ”Osmanlıl”Türk müydü ?Osmanlı’nın Türklüğünü tartışmak bugün devletimizin adı olmuş Türklüğü tartışmaktan farklı değildir. Bütün kurumları ile birlikte Osmanlı ile bugünkü Türkiye arasındaki en önemli fark idâre tarzının mutlakıyetten cumhuriyete dönüşmüştür. Cumhuriyeti kuran mübârek insanlar, aynı millet gibi, birer Osmanlı değil miydi? Osmanlı’nın ifâde ettiği anlam Türklükten başka bir şey değildir.. Zaten Tanzimat’tan itibaren görüyoruz ki devletin adı bile bugünkü gibi Türk Devleti karşılığı olarak ‘Türkiye’dir. Osmanlı Devleti toprakları üzerinde bugün hayat süren devletler tarihlerini Osmanlı harfleri ve geçmişlerini de Osmanlıca ile ifâde etmektedirler.. Avrupa’daki eski Osmanlı toprakları üzerinde bile bu gerçek ayaktadır. Avrupa ve ABD üniversitelerinde Türk Târihi Osmanlıca ile tedris edilmektedir. Yanılmıyorsam kürsülerin adı da ‘Osmanlı Kürsüsü’dür.. Tabii ki Osmanlı toprakları üzerinde kurulu 40’a yakın devletin geçmiş kayıtları ancak böyle bir eğitimle çözülmektedir. Osmanlı ve Osmanlıca derken “Osmanlıcılık”ı ifrata götürmemek, hele hele Türklüğü hesaba katmayarak tamamen dini temele oturtmak çok yanlıştır. Kimlik münakaşalarının sıkça yapıldığı günümüz Türkiye’sinde “Neo Osmanlıcılık“ gibi bir heyula yaratmak büyük hatâ, hatâ olduğu kadar da içi boş bir düşüncedir. İmparatorluk dağılırken çalışılan bu düşüncenin, hatta ”Hılâfetin” bile içinin doldurulamadığı,düşüncenin bir işe yaramadığı yakın tarihi bir gerçektir. Amerika’nın benzer görüşleri bugünkü siyasete uyarlayarak bir Orta Doğu Projesi ihyası tamamen ham bir hayalden öteye gidemez.. Zaten şu Amerikan siyaseti öteden beri Türkiye’de ve dünyada Türklüğü doğru yorumlayamamış, böylelikle dünya siyâsetinde Türk denklemini çözememiştir. Bazen etnik ırkçılık,bazen de dini telakkilerle kendisi bir dünya devleti olması hesabiyle “Târihte Türklüğü” okuyamamıştır. Milli Mücâdelede yaptığı hesapların yanlış çıkması, 2.Dünya Savaşı’nda Alman tarafına geçen “Türk Lejyonları”nı doğru dürüst değerlendiremediği halde, asrın sonuna doğru yıllardır beraber çalıştığı bu insanların liderleri ile Sovyetler’ dağıtmayı başarmıştır.
Her şey bir yana bugünkü dünyada Türklük kesinlikle dünden iyidir ve Dünyâ Siyâseti’nin temel taşıdır. Sovyetler’in dağılmasiyle ortaya çıkan 5 Türk Cumhuriyeti ayaktadır. Geçmişte yaşanan acı tecrübelerden ziyâdesiyle ders alınmış görülmektedir. Bugünkü Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Rusya Fedarasyonu’na bağlı Tataristan, Başkırdistan gibi federe cumhuriyetlerde çoğunluk olarak yaşayan Türkler esâret yılları için “nerede hata yaptık” sorgulamasının idrâki içindedirler.Bugün bu cumhuriyetlerde muazzam bir sosyal ve kültürel gelişme vardır. Özellikle Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan’dan gelen mesajlarda bile “Türkistan’dan Selâmlar” hitabı kullanılmaktadır. Hemen olmasa bile yakın bir gelecekte Ruslar’ın 70 senede bura insanlarının kafasına kazıyamadığı kavim ve kabile adları tarihe karışacaktır. İnsan genetiği kesinlikle sun’i şeylere fazla devamlılık tanımıyor. Demokrasiye geçişleri belki biraz daha zaman alacak ama Azerbaycan ve Kazakistan’da olduğu gibi ekonomik refah arttıkça mülevves bir iptidailik hattâ göçebelik kalıntısı olan zorlama görüşler kendiliğinden zihinlerden silinecektir. Belki bir nesil değil de birkaç nesil sonra her şey aslına dönecektir. Üniversiteler ve buralarda çalışan ve aralarında birçok Türkiye Türkü’nün de bulunduğu ilim adamlarının çalışmaları insanları kendine döndürecektir.”Güneşin balçıkla sıvanamadığı” ilâhi hükmü tecelli edecektir. Tıpkı başlangıçta olduğu gibi Türklük yine Orta Asya bozkırlarında yeşerecek ve Dünya’yı aydınlatacaktır.. Bizler, bizden olmayanlar gibi bu gerçeği şuurla görmek zorundayız. İşte bu yılki Doğu Türkistan gerçeği gözlerimiz önündedir. Düne kadar dünya tıpkı Çinliler gibi “Sinkiang” derken bu sene bütün dünya medyası “Doğu Türkistan” demeyi öğrenmiş, inşallah gerçeği de görmüştür.
Aslında Amerika’nın Afganistan’da Himalayalar’ın tepesinde neyi gözetlediği husûsunu da sık sık ABD basınında yayımlanan “Türklüğün Yükselişi” tesbitlerinin içinde değerlendirerek geleceği görmemiz lâzımdır. Önceleri Türk kavimlerini, Türk Düşüncesi’nde hiç yeri olmayan bir şekilde mezhebî durumuna göre vasıflandıran Turgut Özal akabinde “21.yy.Türk Asrı Olacaktır” demek zorunda kalmıştır. Yarınlar “Dilde, İşte, Fikirde” bir Türklüğe gebedir. Yakın gelecekte çocuklarımız 3 kıtalı olmanın gururunu duyacaklar, ekonomide, sosyalhayatta, kültürde hatta dinde bir ve tek Türklüğü yaşayacaklardır. Ne mutlu o günleri göreceklere, yaşayacaklara ve o ilâhî havayı teneffüs edeceklere.. Benden hayâl etmesi.. Sağlıcakla kalın dostlar..