Recep SAVRAN
Ah ah canım milletim; engin, derin, yardımsever, insancıl ırkım! Çoban dedem; bize kahvaltı yerine keçi memesini somortan kara nenem! Sen hiç böyle kötümser değildin! Allah’a hamd ederdin”; hiç ağzından düşürmezdin ki “Allah devlete zeval vermesin!”. Biliyor musunuz batı dillerinde en azından bu deyimin deyim olarak karşılığı yok! “Geogle”ya “Grace” diye tercüme ediyor! Yani “Zerâfet!” Ne alâkası var Allahaşkına?
TATSIZ BİR SEÇİM SÜRECİ
Hakikatten tatsız, tuzsuz bir seçim süreci yaşıyoruz; bir yandan terörizmi engelleme yönünde savaş çanları çalarken, diğer yanda “Ülke battı, Türkiye bitti” gibi kötümser tablolar; feveran artık algıları aşmış aşağılık duygularına dönüşmeye başlamıştır. Hangi tarzda olursa olsun savaş istenir veya beklenir mi? Maalesef bekleniyor, TV’ler borazanlık yapıyor ve her gün yarını işaret ediyor! Devlet belki de caydırıcı olsun, ciddiyetimiz anlaşılsın diye özellikle benzer açıklamalar yapıyor ama, hiç de telâş yok! O halde karar merciinde tel’âş yok iken insanımızdaki bu heyecan nedir, anlayabiliyor musunuz? Şu birkaç günden beri “Fırat’ın Doğusu” yerini “İdlip”e devretti! Bu sefer de bu tarafa, yani Hatay’ın güneyine yığınak yapılıyor çığlıkları!
Elbette bir siyaset oluşuyor, Fırat’ın Doğusuna bir harekât için için ABD çok aşağılarda mevcûdiyeti bilinen IŞİD’i işaret ederken, Rusya yol açmak için İdlip kartını ileri sürüyor! Bu hareketlenmelerde anlaşılmayacak bir şey yok! Her iki hareket de birbirinden öncelikli ve önemli! Düne kadar İdlip adını bile bilmeyen ve “İklib” diye telâfffuz eden cahil medya şimdi stratejiden dem vuruyor! Menbiç mi, Münbiç mi daha anlamış değiliz; işin kolayı ikisini de doğru kabul etmek! Bu farklılığın eski yazıda biraz yazılış şekillerinden kaynaklandığını hiç söyleyen yok! İlginç bir medyamız var, başlangıçta yüzyılların “Cebel-i Akra” (Keldağ) adını birden bire “Cebel-i Ekrad” (Kürtler’in Dağı) yaparak stratejistliğe soyundular; ama, buralarda numunelik da olsa “Kürt” olmadığını hâlâ anlayabilmiş değiller! Hiç olmazsa Afrin ve Bab gibi girilebilecek ve görülmesi mümkün olan yerleri acaba stratejist olup da gören var mı? Tabiî olarak eski askerler ve güvenlik eğitimi görenler hariç! Biz şarlatanlardan bahsediyoruz!
Bu hengamede “ekonomi alarm veriyor, sistem çökmüş, açlık sınırının altındayız, her şey ateş pahası” başlıkları doğru da olsa çok can sıkıcı! Ekonomiyi bilen de bilmeyen de konuşuyor! Elbette spekülâsyon veya fırsatçılık diye bir şey var, lâkin “ arz-talep” kanunu diye bir şey de var! Yani pazarlarda soğan ve patates yığınlarla dolu ise neden fiyatı artısın! Spekülasyon varsa devletin organları da var, olmayan bir şey oldu gibi gösteriliyorsa onun da muhatabı devlettir! TV’lerde saatlerce verilen pazar fiyatları gerçek fiyatların çok üzerinde, demek her şeyin fiyatı artsın, enflasyon hortlasın diye bir temenni var! Döviz düştüğü halde zamların alınmaması da bu fırsatçılık düşüncelerinin mahsülü değil mi?
Elbette ülkede ekonomi güllük gülistanlık değil, biz emekliler aybaşını getiremiyoruz! Fakat ekonomi der ki “İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur.” Yani emekli maaşlarını 5000, asgari ücreti 10 bin lira da yapsanız yine de fazlası talep edilecektir! “Bekâra avrat boşamak kolay” da acaba ülke hâsılası böyle bir duruma geçit verir mi? İnanın düşünen yok; vatandaş siyasetçiden daha makul düşünüyor ve hiç olmazsa “Allah devlete zeval vermesin” diyebiliyor! Lâkin “Boğaz”da viski yudumlayıp da “Bu mevsimde hangi balığın yeneceğine” karar veremeyenler ahkâma devam ediyor! Reklâm, reklâm ama Prof. Müftüoğlu “Balık yeyin” demiyor mu? Yahu vatandaş balığı nereden bulacak, özellikle kıyılardan uzak bölgelerde!
Vallahi kusura bakmayın ülkede hiç de bu kadar abartılan durum yok, vatandaş eskisinden daha iyi durumda, 15 yaşındaki çocukların cebinde en az 1500 lira değerinde akıllı telefon var! Ne yapalım beslenemiyorsa telefon almasın “Balık” yesin! Neden “Obezite” var, veya ülkede şişmanlık neden rahatsızlık? Neden katır gibi saatlerce yürüyoruz? Demek çok yiyoruz; hani açlık vardı? Çocukluğumuzda peynir bulamadığımız için 10 tane zeytin, 50 gram çökelek ile kahvaltı ederdik! Mübarekler şu en kötü otelin kahvaltı menüsüne bakın! Yemede tahdit yok! İstersen 10 kişinin yemesi gerektiğini tek başına yiyebilirsin! Neden çökelek içine baharat koyarlar, elbette peynir gibi “ye beni”si olsun diye!
Şeker ve gazyağı almak için para lâzım diye analarımız bizlere tereyağı ve peynir yedirmezdi. Bazen çökelek de lüks idi ki, sabahları sıcak süt veya ayran çorbası içerdik; bol nişastalı, hatta patatesli mercimek çorbası bile sonradan çıktı! Pekmez boldu, çayı 1970’lerden sonra öğrendik! Kahveyi hiç bilmezdik, neye biliyor musunuz “Menengiş “vardı! Yağlı, yani omegalı bir dağ kahvesi, ne gerek var çöl bitkisine! Üstelik çöl bitkisi susuzdur ve şişer, yani hormonlanması kolay,” menengiş”e böyle bir şey yapamazsınız!
Hiç merak ettiniz mi, düne göre alternatif, bugünlere göre nostaljik bu yiyecekler neden dağ köylerinde yaygın? Çünkü orada Türkmenler yaşıyor! Kimdir bunlar ki ürettiklerini yiyemezler! Koyun ve kuzuların o mis gibi eti yerine kuyruklarını yiyerek et yedim diye kendilerini teselli ederler! Şimdi etler kokmuyor ama eskiden kuyruk kokusu birkaç gün geçmezdi! Lâf lâfı açıyor ama o zaman bugünkü ev parfümleri de yok!
Ah ah canım milletim; engin, derin, yardımsever, insancıl ırkım! Çoban dedem; bize kahvaltı yerine keçi memesini somortan kara nenem! Sen hiç böyle kötümser değildin! Allah’a hamd ederdin”; hiç ağzından düşürmezdin ki “Allah devlete zeval vermesin!”. Biliyor musunuz batı dillerinde en azından bu deyimin deyim olarak karşılığı yok! “Geogle”ya “Grace” diye tercüme ediyor! Yani “Zerâfet!” Ne alâkası var Allahaşkına?
Kafanızı bozmayın, hoşçakalın.