BUNLAR MI HAYDUT
Ahmet B.Karabacak
“Bunu ben sormasam, insaf ehli sormasa, daha düne kadar “ben de ülkücüyüm” deyip mangalda kül bırakmayan, hiç verilmeyecek dünya nimetlerinin peşinde koşanlar sormasa bile, ilahi adalette 5000 (beş bin) şehit kardeşim, çilekeş yakınları ve Türk milleti elbette soracaktır.”
Ali KARCI
Türkiye’nin sovyetleştirilmek istendiği ve ülkücülerin bir ölüm kalım savaşı verdikleri günlerde, anlaşılıyor ki, olayların en yoğun olduğu İstanbul’da öğrenci olan ve olaylar hiç yaşanmıyormuş gibi kayıtsız, tek bir ülkücüyle teması olmamış, öğretim üyeliği zamanında bir ülkücünün derdiyle ilgilenmemiş, siyasete girmiş, oportünist (faydacı) bir zihniyetle hep liberallerin safında yer almış, geçimsizliği sebebiyle oralardan da dışlanınca, Devlet Bahçeli’nin isabetsiz bir davetiyle iki dönem milletvekili olduğu M.H.P’de huzursuzluk çıkarınca “biraz dinlensin” kararına tepki gösterip, 1944’lü yıllardan beri her bulduklari fırsatta Türk Milliyetçilerine olmadık baskılar uygulayan ve ülkücüleri faşistlikle damgalamak isteyen C.H.P.’nin koltuğunda, Amerikan sermayeli bir televizyon kanalının desteğinde ölü doğan bir siyasi parti kuran, ne siyasi ne de fikri hayatta müsbet bir iz bırakmadan kaybolup gidecek bir bayan siyasi figür; Türk dünyasının eğitimli tek organize gençlik teşkilatı olan, bir ömür boyu beraber olmakla seref duyduğum ülkücü kardeşlerime boyunu çok aşan bir üslupla HAYDUTLAR diye hakaret etti.
Daha önce tanıdığım, bazıları kürtçüler ve komünistler tarafından şehit edilmiş, bazıları halen mücadeleleri ile gençlere örnek olan kardeşlerimi tekrar hatırlatmak istiyorum.
Sormak istiyorum: bunlar mı haydut. Bu çirkin sıfatı kullanana ve ona susarak destek verenlere kısa geçmişe ve aynaya bakmalarını tavsiye ederim.
Yıllarca idam tehditleri altındaki kardeşleriyle ceza evlerinde çile çeken sevgili kardeşim, Ülkü Ocakları’nda yetişen mücadele adamı Efendi Barutçu, tanıdığı bazı ülkücüleri ve geçenlerde vefat eden İstanbul Ülkü Ocakları başkanlarından Nihat Çetinkaya’yı yazdı, Nihat Çetinkaya ömrünü inandığı Türk Milliyetçiliği davasına adamıştı. Azerbaycan’in kurtuluş ve kuruluşuna da büyük katkı sağlayan bu kardeşim de mi haydutdu?
Bunu ben sormasam, insaf ehli sormasa, daha düne kadar “ben de ülkücüyüm” deyip mangalda kül bırakmayan, hiç verilmeyecek dünya nimetlerinin peşinde koşanlar sormasa bile, ilahi adalette 5000 (beş bin) şehit kardeşim, çilekeş yakınları ve Türk milleti elbette soracaktır.
***
Ali Karcı
Savcılık yaptığı yıllarda 1980 darbesini yapan cuntanın lideri Kenan Evren hakkında, o karanlık günlerde korkmadan dava açan Ali Karcı, ülkücülerin ilk ağabeylerinden biri idi. Kendini övmenin ayıp olduğunu bilen, ben yaptım… ben… ben diye ortalıkta gezinenlere Ali Karcı’nın hayatı bir cevaptır…
Bir gün yayın evinin kapısından Ali Karcı girdi ve:
“-Bu aydan itibaren, tespit ettiğim on kişiyi vergiye bağladım. Bunlardan biri de sensin.”
Dedi…
* * *
Ali Karcı’yı nasıl ve nerede tanıdığımı hatırlamıyorum. Fakat o, herhangi bir olayda on kişinin bulunamadığı zamanda, istenilen yerde daima bulunan, yorulmayan, küsmeyen, şahsî bir çıkar beklemeyen ve dâvâsının üstünde bir fikri ve bir baskıyı kabul etmeyen insandı. Maraş’lı olan Ali karcı, hemen bütün milliyetçi gençler gibi günü gününe yaşamağa çalışırdı. Uzun yıllardan beri fakültede okuyor, geçimini sağlamak için bir derginin yazı işleri müdürlüğünü yapıyordu.
Ali Karcı’yı “KAHRAMAN” larımızın arasına almam sebepsiz değildir. Şimdi, bizim aramızda olan veya olmağa çalışan pek çok kişi o zorlu 1965 yıllarında henüz aramıza gelmezken, gelmeğe korkarken o, yakasına rozet takarak gezmeğe, fakülte içinde “kulis atmağa” başlamıştı bile. Üniversiteler içinde gençlerin nüvelenmeğe başladığı o devir içinde Ali Karcı’nın rolü pek büyüktü. Bütün milliyetçi çevre kendisini tanır, o bazen şaka yollu “beni tanımayana ceza keserim” derdi.
Komünizmle Mücadele Derneği Üniversite Şubesi Başkanı olmuştu. Ne yeri vardı bu şubenin, ne masası ne de dolabı. Giriş beyannameleri ve mühür cebinde idi. Nerede komünizme karşı olan bir üniversite öğrencisi yakalarsa hemen “nutuk çekmeğe” başlar, onu derneğe kayıt etmeden bırakmazdı. Bütün hedefi üye sayısını beş yüze çıkarmaktı. Aylık aidat bir lira idi. Bir gün bu aidatları toplayacağını hesaplar, onunla neler yapacağını plânlardı.
Zaman zaman vücudundaki ağrılardan şikâyet ederdi. Fakat bu ağrılar onun ifadesine göre “bir mücadeleye girdiği “ zaman hemen geçiyordu. Bunun için midir bilinmez, Ali Karcı’nın İstanbul’da geçen uzun yılları devamlı mücadele içinde geçti.
***
1965 yılı idi sanıyorum. İzmir’de Komünizmle Mücadele Derneği’nin büyük kongresi vardı. İstanbul delegesi olarak biz de katılıyorduk. Orada okumak üzere bir konuşma metni hazırladı. Konuşmada ağırlık noktası, komünizmle mücadele edenlere yardım etmeyen zenginlere ve iş adamlarına çatılmasıydı. Bu konuşma, kongrede büyük gürültü kopardı. Ali Karcı “biz sizin servetinizin bekçisi değiliz. Komünistler kadar biz sizlere de karşıyız. Fakiri fukarayı ezen zengin, milliyetçi değil, sömürücüdür” deyince kıyamet koptu. Kongrede bir yığın delege ona çattı, durdu. Şimdi (1977) A.P. ve M.S.P.’de bulunan bu kişiler Ali Karcı’ya utanmasalar komünist bile diyeceklerdi. Geçen zaman onun haklılığını defalarca ortaya koydu.
***
Bir ara, yazı işler müdürü bulunduğu dergide çıkan bir yazıdan dolayı yazarı ile beraber ona da hapis cezası verdiler. Temyiz süresi içinde, ne yapacağını düşünüp durdu. Bazen biz takılıyor, “Boş ver, biraz istirahat edersin, çok yoruluyorsun, ders de çalışırsın” diyorduk. O, hapse girmekten değil, içeride canının sıkılmasından korkuyordu. Neyse, af kanunu yetişti ve Ali “istirahattan” kurtuldu.
***
Yazmayı unuttum galiba: Hukuk fakültesinde okuyordu. Fakat bu okuma o kadar uzun sürmüştü ki, sınıfta kalan öğrenciye biz hemen ”Ali Karcı’nın rekorunu kıracaksın galiba” diye takılıyorduk. Bir ara geçim zorluğu onun okulunu bitirme ümidini kırmağa başlamıştı. Ders çalışamıyor, sabahtan akşama kadar derneklerde ve Marmara kıraathanesinde oturuyordu. Hangi yurtta kaldığı da belli değildi.
Bir gün gene, zaman zaman yaptığım gibi, Taha Akyol’un kaldığı Site yurduna gittim. Orada Ali Karcı, Taha ile ders çalışıyordu. Galiba okulu bitirmesine en büyük katkı Taha’nın oldu. Beraberce o yıl Site yurdunda kaldılar ve o yıl galiba beraberce okulu bitirdiler.
İstanbul’da memleketine gideceği zaman bütün arkadaşlarına tek tek uğradı ve kendisini uğurlamaları için otobüsün başına davet etti. Bir akşam zamanı, yılların Ali Karcı’sını Lâleli’den Maraş otobüsüne bindirdik. Oldukça kalabalıktı otobüsün başı. Ali bize bir “nutuk çekti”. İstanbul’u bize emanet olarak bıraktığını söyledi.
***
Aradan zaman geçti. Ali’yi bu ara yedek subay olarak İzmir’den izinli olarak gelmiş gördük. O, gene inandıklarını bulunduğu ortamda yaymakla meşguldü. İzmir’de ev tutmamış, Ülkü Ocağı binasında yatıyormuş. Kalenderliğini, alçak gönüllülüğünü orada da gösteriyormuş. Gene zaman geçti. Onun savcı olduğunu duyduk. Ağrı’dan gelen gençlerden selâm göndermiş. Gençler “Ali Ağabey” diyorlardı da başka bir şey demiyorlardı. Orada her türlü zorluğa rağmen vatan hizmetinden bir nebze dahi geri durmamış.
***
Ali Karcı, genç ülkücülerin örnek alacağı, tavizsiz, korkusuz, inancı için çalışan ve dürüst bir milliyetçi idi. Yalnız kalınan zamanlarda başlatılan mücadelenin yılmaz bir kahramanı idi. Selâm sana koca Ali. Yolun ve bahtın açık olsun…
Ülkücü Kadro Dergisi. Sayı:2 1 Ocak 1977