HÜNKÂR ANSİKLOPEDİK BEKTAŞÎLİK SÖZLÜĞÜ
Eser: Hünkâr Ansiklopedik Bektaşîlik Sözlüğü
Yazar: A. Yılmaz Soyyer
Yayınevi: Post
Yayın tarihi: Ekim, 2019
Yayın Yeri: İstanbul
A. Yılmaz Soyyer:
1960 yılının 7 martında Konya Ereğli’de doğdu. Çocukluğu 10 dönümlük koskoca bir bahçenin içerisinde geçti. Mahalle çocuklarıyla, tavuklar, köpekler, kuzular ve ağaçlarla beraber hâlâ tadı damağında olan bir çocukluk yaşadı. Erken gençlik diyebileceğimiz 13-14 yaşlarında kitabı keşfetti. Okudu, okudu, okudu. 25 bin nüfuslu bir ilçede bulunan halk kütüphanesinde, dünyâ klasikleriyle tanıştı. Bu arada lisede edebiyat derslerinde eski Türk şiiri onu iliklerine kadar sardı. Eski şiirin kavram ve anlam dünyâsını öğrenerek iyi bir şâir olmak için gittiği ilahiyat fakültesinden sosyolojiye sevdalı bir bilim insanı adayı olarak mezun oldu. Önce Osmanlı Arşivinde dört yıl çalıştı. Fakültede öğrendiği orta derecede Arapça ve yarım yamalak Farsça Osmanlı arşivinde çok işine yarayacaktı. Arşivi bırakıp akademik hayata geçmesiyle de bu bilgi birikimi onun hep arkasında oldu. Araştırma görevlisi olarak gittiği Şanlıurfa’da doktora tezi olarak nasîbine Kısas isimli bir Çelebi Bektaşî köyü düştü. Şöyle bir bakayım belki bir şeyler çıkar diye gittiği bu muhitin renkliliği ve ilginçliği onu hâlâ bırakmadı ve çeyrek yüzyıldır bütün bir çalışma dünyâsını Bektaşîlik kaplamış durumdadır. Yazları Osmanlı Arşivine, bu defa araştırmacı olarak postu serdi, Süleymaniye Kütüphanesinin müdavimleri arasına girdi, her şeyden önemlisi İstanbul’daki Bektaşî mezar taşlarını okurken türlü tuhaflıklarla karşılaştı. Bu sayede iyi bir Bektaşî yazmaları (fotoğraf olarak) ve mezar taşı fotoğrafları arşivine sahiptir.
Dr. Sait Başer beyefendi 1990’lara doğru, Seyran Yayınlarını kurmuştu; Soyyer’in doktora tezini âlicenaplık göstererek “Sosyolojik Açıdan Alevi-Bektaşî Geleneği” adıyla yayınladı; yayın hayatının kapısını da bu destekle açmış oldu. Daha sonra “Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedî Nurî” adlı çalışması Kubbealtı Neşriyatça basıldı. 2005’te “19. Yüzyıl’da Bektaşîlik” Akademi Yayınlarınca yayınlandı. Bilâhare romanlar faslı başladı. “Çerağlar Uyanırken” Doğan Kitap’tan çıktı. Uzun bir aradan sonra Post Yayın hem “Çerağlar Uyanırken”i hem de yeni romanı “Semah Aşka Doğrudur”u okuyucuya sundu. Son romanı “Mevlevî” de Post Yayınca neşrolundu.
İlk şiirinin TÖRE dergisinde yayınlanışından tam 40 yıl sonra POST Yayın bir şiir kitabının, “Çifte Vav’ın İzinde”nin altına imza attı. Her yayınladığı kitaptan sonra “bu defa genel din sosyolojisi çalışacağım” dese de erenler meclisinde (!) nasîbi Bektaşîlik çalışmaktan yana yazılmış olacak ki bu konuya tekrar ve tekrar dönmektedir.
KİTABIN ÖNSÖZ’Ü
Bir Bektaşîlik sözlüğü yazmayı bu konuya başladığım ilk dönemlerden beri hep arzu etmişimdir. En sonunda, kesin bir kararla sonu ve ucu nerede nihayetleneceği belli olmayan bu çalışmaya başladım. Bektaşîlik, cumhuriyet döneminde şehirleşmenin getirdiği bir zorlamayla önüne bir Alevî eklemesiyle “Alevî-Bektaşîlik” hâline geldiğinden beri konuyu bu çerçeve içerisinde ele almak imkânsız hâle gelmişti. Çünkü bu “Alevî-Bektaşî” kavramının içeriği akla gelecek her türlü bâtınî yapılanmaya âit kavramlarla doldurulmaktaydı. Hatay- İskenderun bölgesinde yaşayan ve tarihî ismi Nusayrilik olan bir mezhep de müntesiplerini son kırk yıldır kendilerini Alevi olarak nitelendirince, bazı kalem erbabınca, bu kapsam içerisine fütursuzca alınıverdiler. Bu sözlükle biraz da “Bektaşîlik” mefhumuyla neyin anlaşılması gerektiğini ortaya koymaya çalıştım. Bu en azından benim için Türk kültürünü -âdeta- kuran ve yayan bir irfân ocağını bir antropolog bakışıyla tesbit etmekti. Hayatımın ilk gençlik ve üniversite eğitimi dışındaki bütün bölümleri Bektaşîlik çalışmak ve bu yapıyı anlamaya çalışmakla geçti.
1960 yılında Rumeli muhaciri bir âilenin çocuğu olarak Konya Ereğli’de doğdum. Ereğli’de hiç Alevî yoktu, yerli nüfus ya Bektik denilen ya da dağlı ismi verilen Türkmenler ile 1924 Lozan mübâdili muhacirlerden oluşmaktaydı. Bunların da tamamı sünniydiler. Bektaşîlikle lise edebiyat derslerinde tanışmış olsam da bilgilerim çok sağlam değildi. İlk defa ciddi olarak araştırma görevlisi olarak vazifeye başladığım Şanlıurfa’da Bektaşîlik konusunu ele almaya giriştim. Hazırlık ve tez yazma sürecini Bektaşîliği öğrendim diyebileceğim bir vetîre olarak görmüyorum. Asıl eğitimim 10 Kasım 1992’de Şanlıurfa’nın Kısas beldesinde yaşayan Çelebi Bektaşî zümreyi bir doktora tezi olarak sunmamla başladı diyebilirim. Daha sonra Bektaşîliğin tarihî sürecini, özellikle de yasaklanıp kapatıldığı 19. yüzyılı el yazması kütüphanelerde, Osmanlı Arşivi’nde ve İstanbul’daki mezarlıklarda bulunan mezar taşlarındaki bilgilere odaklanarak uzun seneler boyu öğrenmeye gayret gösterdim. Bu konuda bir ilmî kitap, iki roman ve çok sayıda makale yazdım. Pek çok uluslararası ve yerel sempozyuma, çalıştaya katıldım. Bu süreçte kendimi Babagân kolu üzerinde çalışıyor buldum. Babagân kolunu çalışmam beni tasavvufun derinliklerine taşıdı; çünkü İstanbul ve Rumeli Bektaşîliği yâni şehir kültürüyle yoğrulmuş Bektaşî inancı bu yolun yolcularınca yaşanmaktaydı.
Bu sözlüğün adını “Ansiklopedik Bektaşîlik Sözlüğü” koydum. Muhtevasının ismiyle müsemma olmasına gayret sarf ettim ve konuyu efrâdını câmi ağyârını mâni bir şekilde ele alma girişiminde bulundum. Bektaşîlik olarak Hacı Bektaş Velî dönemindeki yol arkadaşları ve takipçilerini anlamaktayım. Yani Bektaşîlik anlayışımın merkezinde Hünkâr Hacı Bektaş bulunmaktadır. Otman Baba’dan Sarı Saltuk’a kadar onunla şu veya bu şekilde temas kurmuş, gönüldaşlık etmiş er kişileri de bu çerçevede saydım. Sözlük ya da lugat hacminde olmasını hedefleyerek başladığımız iş zaman ilerledikçe âdeta bir Bektaşîlik Kâmusu’na dönüştü. Kâmus, devr-i Osmanî’de en kapsamlı lugatlere verilen isimdi.
Sözlüğün ana eksenini Bektaşîliğin Babagân kolunun teşkil ettiği doğrudur, çünkü Çelebiler kolu hakkında tarihî bakımdan bilgi âdeta yok mesabesindedir. Bununla birlikte elimden geldiğince Çelebiler kolu ulularına da yer vermeye çalıştım. Bilhassa ibadet amaçlı törenlerdeki bu iki kol arasındaki farklılığın görülebilmesi çok önemlidir ve bu çalışmada buna dikkat edilmiştir. Sözlükte İbn Arabî temelli tasavvuf kavramları sıklıkla görülmektedir. Bu İbn Arabî’nin vahdet-i vücud anlayışının bütün bir Anadolu tasavvufuyla birlikte Bektaşîliği de etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Mesela, Nûr-ı Muhammedî kavramı İbn Arabî tarafından sistemleştirilmiş ve bütün tasavvufî yolları etkilemiştir. Sözlüğün içerisinde verdiğimiz “Bektaşî Kütüphaneleri” maddesinde yer alan kitapların önemli bir kısmının İbn Arabî’nin eser ve şerhleri olduğu görülmektedir.
Günümüz Çelebi ve Babagân Bektaşîlerinin bir kısmı sözlükte yer verdiğimiz kavramlardan bazılarını hiç duymamış olabilirler. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki biz tarihî veya çağdaş Bektaşîlikten delillendirmedikçe hiçbir kavrama yer vermedik.
Sözlük alfabetik olarak hazırlanmıştır, ayrıca “kavramlar”, “şahıslar” gibi ayrımlara gidilmemiştir. Şahıslar kadrosu belirlenirken, ikrar / nasip töreninden geçtiği kesin olanlar bu çerçevede yer bulmuşlardır. Örnek vermek gerekirse, Bektaşîlerin kendilerinden olduklarını beyân ettikleri Atatürk, Nâmık Kemal ve Enver Paşa gibi ünlü şahısların ikrarlı oldukları belirlenemediğinden Bektaşîlik sözlüğünde onlara yer verilmemiştir. Bunların dışında kalan iki valide sultân ve Neyzen Tevfik gibi hayatını Bektaşîliğe hizmetle geçirmiş bir iki şahsın Bektaşîliklerine itiraz edenler olmakla beraber sözlükte yer bulmuşlardır. Bezmiâlem Valide Sultân ile Pertevniyal Valide Sultân ise Bektaşî dergâhların yasaklandığı dönemlerde bu yapıları adeta yeniden açmışlardır. Biz de Bektaşî olduklarına kuvvetli göstergelerin bulunduğu bu kişileri sözlüğe aldık. Bir de şiirleri kuvvetli bir Bektaşî kültürü taşıyan ve sahanın uzmanlarınca Bektaşî olmaları muhtemel görülen Ispartalı Seyrânî’yi Babagân Bektaşî neşvesi taşımasından ve Kayseri Develili Seyrânî ile Kayserili Rûzî Baba’yı da Bektaşî tavrını çok kuvvetle yansıttıkları için lügate aldık.
Sözlüğün içerisinde Bektaşîlik kavramları, Bektaşî olduğu kesin olan şahısların en mühimleri, Bektaşî dergâh ve tekkeleri bulunmaktadır. Bu lugatın ana yapısını 1925’te bütün dergâhların kapatıldığı döneme kadar var olan kavram ve şahıslar teşkil etmektedir. Geleneğin günümüzdeki bazı çok önemli temsilcileri de sözlüğe alınmışlardır.
Geçmişte Ocaklar olarak görülen ve pek çoğunun pîri, Hacı Bektaş’ın arkadaşı olan ve bugün Alevi biçiminde isimlendirilen gruplar -pîrleri muhteva içerisine alındığı halde- çağdaş yapılanmaları kapsam dışı bırakılmışlardır. Çünkü mesela bir Güvenç Abdal, bir Hubyar Sultân tek başlarına özel sözlükler hazırlanacak hacimde yapılanmalardır.
Sözlüğü hazırlarken ilkin Bektaşî geleneğinde hazırlanmış el yazmalarının bilgilerini -tarihen hatalı olsalar da- almaya özen gösterdik, sonra çağdaş bilgiler eklenildi. Mesela 12 İmam hakkında Bektaşî el yazmalarında pek çok bilgi mevcuttur, ancak bu bilgiler günümüz tahkikli malumatıyla çoğu kez örtüşmezler. Biz ikisini de vermeyi tercih ettik, çünkü geleneğin bilgileri bir algının tespiti için çok önemlidir.
Alıntı yaptığımız her kaynağın dipnotunu verdik. 30 yıldır Bektaşîleri gözlemlerken öğrendiğim kavramların da bulabildiysek kaynağını vermeye çalıştık. Aslında -bizce- buna hiç gerek yoktu ve 30 yıl Bektaşîlik çalışmış biri “ben bizzat kaynağım” diyebilmeliydi. Buna maalesef ki pek az kez cesaret edebildik; akademisyen olmamız sebebiyle “nereden aldın?” sorusuna cevap verememekten çekindik. Dipnotsuz maddeler bizim gözlemlerimiz sonucunda yazdıklarımızdır. Bu da bizim tasarrufumuz olsun. Bektaşî ıstılahlarıyla ilgili beyitlerin sadeleştirmesini de yaptık. Bu konudaki mânâ tasarrufları tamamen bize âittir.
Bu çalışmada da -diğerlerinde olduğu gibi- aziz dostum Ömer Özercan titiz tashihiyle eserin okuyucuya güzel bir yazımla ulaşmasında rol oynamıştır; kendisine müteşekkirim. Bektaşî babası ve pek değerli, muhterem dostum Dursun Fütûhî de çalışma boyunca sorduğumuz konularda hem yanlışlarımızı düzeltmiş hem de Babagân kolundaki farklılıkları belirtmiştir. O olmasaydı bu sözlük asla kemâle eremezdi; aynı zamanda gelenekten yetişmiş bir Bektaşî babasının bu çalışmayı gözden geçirmesi ve onay vermesi de ayrıca mühimdir.
POST Yayınevi’nin editörü Dr. Hayri Ataş dostumla yayınevinin kurulduğu ilk zamanlardan beri teşrik-i mesâî içerisinde olduk; yazmış bulunduğum bütün kitapları büyük bir fedâkârlıkla neşretti, özellikle ekonomik sıkıntıların Türk basın ve yayın hayatını sarstığı bir dönemde bu sözlüğü yayınlama cesareti teşekkürü hak eden bir tutumdur.
Hiçbir çalışma eksiksiz olmaz, biz de elimizden geldiğince tekmîl etmeye gayret ettiğimiz bu çalışmayı -eksikli olduğunu kabul ederek- yayınlıyoruz.