Tiridine Bandım
Bülent Vedat AYDEMİR
Türk Halk Müziği, Türklerin yurt ve insan sevgisini, kahramanlığını, sağlam ve güzel karakterini, ince ve derin bir duygu ile ifade eden en değerli folklor unsurlarından birisidir: Türk milletinin dilidir, aynasıdır.
Türk Folklorunun en değerli ürünlerinden olan türkülerimiz, hayatımızda önemli bir etki bırakan olayların, duygu ve düşüncelerin, kendi kültür ve sanat anlayışının müzik yoluyla anlatımıdır.
Türkülerimiz, Anadolu’daki Türk dili kadar kendine özgü ve köklü bir yapıya sahiptir.
Türkülerin büyüleyici ve insanı saran kuvvetinden söz eden Ahmet Hamdi Tanpınar, “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler, ona mutlaka türküler yoluyla gitmelidir” demiştir.
Türkler acılarını, sevinçlerini, sevgilerini türkülerle ifade etmiştir.
Beşikte ninni, çocuklukta oyun, askere yâren, sevdalıya tercüman, düğünde neşe, tasada ortak, mezarda ağıt olmuştur türkülerimiz!
Bazı Türkülerimiz vardır ki, ilk bakışta anlamsız gibi görünürler.
Ama dinledikçe, dinlerken düşündükçe ozanın ince zekâsıyla hiciv sanatının çok güzel örneklerinin sunulduğu birer eserler olduğunu anlarız.
Hiciv sanatının türkülere yansımasının en güzel örneklerinden birisi de
Kastamonu-Tosya yöresine ait “Tiridine Bandım” türküsüdür
Bu türkünün hikâyesini rivayetlere dayanarak anlatmaya çalışacağım.
—
Osmanlı döneminde Kastamonu’da çeşitli bahanelerle halktan vergi toplayan zalim bir bey varmış.
Halk ozanları da köy düğünlerinde ve diğer sazlı sohbetlerde Kastamonu beyini türkülerle eleştirilermiş.
Bu eleştirileri duyan bey, bölge ulema ve imamlarına haber salmış ve bu eleştirilere son verilmesi talimatını vermiş.
Ulema ve imamlarda camilerde ve dini sohbetlerde beyin bu kızgınlık ve sözlerini yöre halkına ileterek beyi haklı çıkarmaya çalışırlarmış.
Günlerden bir gün bey bir şölen düzenlemiş ve bölge ozanlarını da bu şölene davet etmiş.
Bu arada bey, şöleni tertipleyenlere şu talimatları vermiş: “Bu çalgıcılara misafirlere verilen etten ve yemekten verilmeyecek. Onlara sadece et suyu ve ekmek verilecek. Beyi ve efradını eleştirmenin cezasını çekmiş olacaklar
Öyle de yapmışlar.
Şölene katılan halk ozanları, et suyuna ekmeği (tirit) kâh doğrayarak, kâh bandırarak yemişler.
Sıra ozanların türkü söyleme faslına gelmiş.
Şölene katılanlar çeşit çeşit yemek ve et yerlerken, bizim ozanlar et suyuna ve kuru ekmeğe talim etmişler!
Ozan bu, haksızlığa dayanır mı hiç?
Başlarlar çalıp söylemeye ve türkülerle dalga geçmeye!
Misafirleri güldürür eğlendirirler, dalga geçer düşündürürler, haksızlıklara göndermeler yaparak ders vermeye çalışırlar.
—
Sabahleyin erken çifte giderken, aman aman
Öküzüm torbadan düşmüş, gördün mü?
Öküz köylünün en çok işine yarayan hayvandır.
Onunla dağdan odun taşır, çift sürer ve harman kaldırırlar.
Öküzle bir yere gidilecekse sabahleyin erken kalkılır ve hemen yola çıkılır. Öküzün yemlenmesine zaman olmadığı için yolda boyunlarına asılı torbalardaki yemle öküzlerin karınlarını doyururlar, böylece zamandan kazanılmış olur.
Kimi zaman yolda giderken öküzün boynundaki torba düşer ve bunun farkına varılmazsa hayvan çift sürülecek yere geldiğinde aç kalmış olur, aç öküz de yapılacak işte verimli olamaz.
Ozanın burada bunu anlatmak ister.
Ozan köylünün dostu ve gücüdür.
Yemeği kesilirse güçten takatten kesilir.
Öküzün torbasının düştüğü gibi!
—
Ozan tabii ki bununla kalmaz ve devam eder!
Amanın amanın amanın yandım
Tiridine tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın, para virip aldım
Yemeği kesilen, kuru ekmeği suya batırıp tirit yiyen, aç bırakılan ozan yanmıştır. Ama bu aç bırakılma öyle bedavadan, hiç yoktan, durup dururken başına gelmemiştir.
Ozan bunun bedelini Kastamonu beyini eleştirerek ödediğini kastederek “para verip ödedim” demektedir.
—
Ozan devam eder:
Manda yuva yapmış söğüt dalına, aman aman
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?
Manda yine yörenin önemli geçim kaynaklarından biridir. Sütünden, yağından ve gücünden faydalanılır.
Ancak mandanın derisi tüysüz olup dış zararlılara karşı korumasızdır ve güneşe karşı da dayanıksızdır. Bundan dolayı da serin yerleri severler ve devamlı su içinde kalmaktan hoşlanırlar.
Türkü yöresi Tosya bilindiği gibi pirinci ile de ünlüdür. Çeltik tarlalarının sürülmesinde kullanılan mandalar, yazın sıcağında göletlere yatarak az kıllı olan derilerini serinletmek ve sineklerden korumak amacıyla çamura bularlar. Bunun için de göletlerin ve çeltik tarlalarının kenarlarında bulunan ve dalları da suyun içine kadar uzanan salkım söğütlerin dalları üzerine, gölgesine yatarlar. Suyun bol olduğu yerde söğüt çok güzel yetişir ve serpilir.
Söğüt ile manda arasında ortak yan sudur. Mandanın olduğu yerde söğüt, söğüt ağacının olduğu yerde de manda olur.
Mandanın derisi kalın olduğu için sinek mandanın derisine diş geçiremez. Manda yavrusunun ise derisi henüz çok taze ve ince olduğu için sinekler mandaya değil de yavrusuna hücum eder.
Hayvanların kuyruk altlarına girip ısırması hayvanı oradan oraya sıçratır.
İşte böyle bir yere yatmış mandanın yavrusu da yanında imiş ve söğüt dalları onları yerde sardığı için “yuva yapmış” gibi olmuşlar.
Mandanın yavrusu daha ince ve korunmasız olduğundan sinek çok kolay olarak o yavruyu ısırır, canını yakarmış
Kastamonu ağzında “kapmak” ısırmak demektir.
Ozan şunu anlatmak ister!
Köylü kendisini korumakla görevli beyin gölgesinde bir yuva kurmuştur.
Burada manda gibi yani yağı ve sütü ile gücünden faydalanılan ise ozandır.
Ozan köylünün hem canı hem de yavrusudur.
Ama korumasızdır.
Sinek köylünün hem canı, hem de yavrusu olan ozanı gapmıştır “ısırmıştır”.
Canı yanan ozan sormaya başlar.
Ey köylü sen bunu biliyor musun?
Bu akıl almaz olayı gördün mü?
—Ozan durur mu?
Sırada ulema ve imamlar vardır!
Sabah ezanını okurken aman aman
Müezzin minareden uçtu gördün mü?
Yukarıda belirttiğimiz gibi bey din görevlilerine talimatlar vermiş, onlar da camilerde bey lehine konuşmuşlardır.
Bu zulmü yapana karşı söz söylediğimiz için imamlar da uçtular.
Onları da kaybettik artık erenlere kavuştular.
Zulümden yana tavır koydular.
Bunu da gördün mü?
—
İşte Hiciv sanatının türkülere yansımasının en güzel örneklerinden birisi olan
“Tiridine Bandım” türküsü de, ilk bakışta anlamsız görünen, ama dinledikçe düşündüren, güldüren, ozanımızın ince zekâsıyla hiciv sanatının en güzel örneklerinden birisinin sunulduğu türkülerimizdendir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi, “Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler, ona mutlaka türküler yoluyla gitmelidir”
Güzel hikâyesiyle, sözleriyle ve kıvrak melodisiyle keyifle dinlenecek bir türkü…
—
Not: Bu güzel Türküyü 1940’lı yıllarda derleyerek Türk kültürüne önemli katkılar sağlayan “Türkü Ana” lakaplı Zehra Bilir Hanımefendiyi rahmet ve minnetle anmak istiyorum.
Zehra Bilir 1913 yılında Malatya iline bağlı Arapgir ilçesinde dünyaya gelmiştir.
Şalvar ve başörtüsü gibi yöresel kıyafetlerle sahneye çıkan, mendil sallayarak türkülerimizi otantik özellikleriyle yorumlayan ve derlemiş olduğu çeşitli türkülerle Türk halk kültürüne önemli katkılarda bulunan Zehra Bilir 1952 yılında sanat hayatına son vermiştir. Uzun süre huzurevinde yaşamını sürdüren sanatçı 2007 yılında kalmış olduğu huzurevinde hayatını kaybetmiştir.