Halim KAYA
Ve nihayet 16.04.2023 tarihinde Pazar günü gerçekleştirildi Ahmet Selimoğlu’nun Samsun’daki imza günü. Bir kere ertelenmişti. Erteleniş sebebi de asrın felaketi olarak kayda geçen ve 11 ilimizde taş üstünde taş bırakmayan 6 Şubat 2023 tarihinde saat 04.17 meydana gelen 7,7 büyüklüğündeki depremdi.
Bütün Trabzonlu hemşerileri sahip çıktı Ahmet Selimoğlu’na, herkes birbirini simasından ve şivesinden Trabzonlu olduğunu anlıyor, Trabzon’un neresindensin hemşerim diyerek söze giriyorlar varsa o ilçe veya köy ile ilgili hatıraları ve tanıdıkları sorup soruşturuyorlardı. Trabzonlu olmayıp kitabın ve Ülküdaşlığın hukukuyla orada olan bendeniz, Şaban Kılıç, Aydın Tomakin birkaç kişiden biriydik. Gönül isterdik ki Samsun’daki ülkücüler daha çok ilgi göstersin, inandıkları davanın kahramanlarını anlatan bu “Trabzon’da Solmayan Güller” adlı kitabı alıp okusun. Belki bu durumun sebebi de ülkücü hareketin yaşadığı dağınıklık ve insanına parlak bir gelecek vadedememesidir.
Ahmet Selimoğlu’nun yazdığı “Trabzon’da Solmayan Güller” adlı kitabı Yüzde yayınlarından basılmış, 160 sayfadan müteşekkildir. Kitabın künyesini oluşturan kaçıncı baskı olduğu ve hangi tarihte nerede basıldığı, kültür bakanlığı tarafından verilen bandrol bulunmamaktadır. Bu da kitabın Türkiye kültür tarihine geçmediğini ve eğer ileride birileri araştırma yapacaksa bu kitaptan haberdar olamayacağı, kitabın sadece alanların bilgisi dahilinde kalacağı anlamına gelmektedir. Büyük ihtimalle bu kitap Ahmet Selimoğlu tarafından amatörce basıldı, kitap basım konusunda hiçbir profesyonel kişiden bilgi alınmadı.
Kitabın hemen girişinde “Bu Adları Unutmayın” başlığı altında 51 kişinin adları sıralanıyor ki bunlar ülkücü hareketin mücadele tarihinde şan ve şerefle yer almış ancak çoğu 12 Eylül 1980 tarihinden önce vefat etmiş, sadece bu listenin içinde bulunan hemşerim Hüseyin Kurumahmutoğlu 1987 tarihinde Mamak zindanlarında Namaz kılarken ense köküne aldığı dipçik darbesinin yol açtığı rahatsızlıkla vefat etmiştir.
Yazdığı Türk tarihiyle ilgili kitaplardan dolayı aldığı Destancı lakaplı tanınan yazar Ahmet Haldun Terzioğlu yazdığı “Destancı der ki” başlıklı yazısında Ahmet Selimoğlu’na bu kitabı niçin yazdığını sorduğunu ve Ahmet Selimoğlu’nun da “Ülkücü Şehitleri unutturmamak için” (S:8) diyerek samimi ve vefakârane bir cevap verdiğini görüyoruz ama Ahmet Haldun Terzioğlu acı gerçeği yüzümüze vuruyor. “Unuttular Ahmet Reis!’ dedim. ‘Unuttular. Hatta öyle bir unuttular ki gerçek Ülkücü Şehitleri, uyduruk tipleri şehit, diye yazdılar sağa sola. Mafya kırıklarını Ülkücülüğe bağlamaya çabaladılar. Soytarı tipli jönleri, uzun saçlı korkakları, orospuların koynunda zıbaran şarkıcıları Ülkücü Şehit, diye anar oldular! Bu da unutmaktır! Bu da Unutmaktır!” (S:8) diyerek haykırıyor, ama sesi kitap sayfalarının arasında kalıyor. Sadece onun sesi kitap sayfalarında kalmıyor tabi ki bizim de sesimiz kitap sayfaları olmasa bile yazdığımız birkaç satır yazının satırları arasında kalıyor. Ahmet Haldun Terzioğlu’nun yukarıdaki cümlede bahsettiği olayı aynen görmüş müdahale etmiş biri olarak hak veriyorum kendisine. Adam ülkü şehitlerini isimlerini paylaşıyor baktım bizim oralardan da bir isim var. Tanışıklığımız olmadığı için mesaj attım MSN’den, mesajı aldı mı almadı mı bir alamet göremedim. Bir yıl geçtikten sonra şehit dediği adamın ölüm tarihinde sosyal medyadan tekrar şehit diye aynı ismi yazınca MSN üzerinden sesli arama yaparak kendisine bu adamın Ülkücü Şehit olmadığını, çapkınlık yaparken dost tuttuğu kadının kocası durumu fark edince birlikte plan yaparak her zaman görüştükleri kadının evinde pusu kurularak öldürüldüğünü, ölüsünün bahçeye gömülüp üzerine patates dikildiğini ve uzun aramalar yapıldığını, altı ay sonra cesedinin bulunduğun söyledim. Sağ olsun hemen mesajını sildi. Sırf vefa ve unutmamak adına başka yerlerdeki arkadaşların şahitlerden ve teşkilatlardan teyit etmeden her ölene şehit adını verdiklerini bunun da böyle yanlışlara sebep olduğu gibi Ülkücü hareketin şehitlerinin yüceliğini bayağılaştırdığını kendisine ifade etmiştim. Samimi bir arkadaşmış ki verdiğim bilgi için teşekkür etti. Daha önce başka yazılarımda da ifade ettiğim gibi Ülkücü Şehit unvanı sadece bu davaya inan ülkücülerin vatan, millet, din ü devlet yolundaki mücadelesi sırasında öldürülenlere verilir. Diğerleri yani bu mücadele sırasında farklı sebebe bağlı bir ölüm ile ölenler çok iyi ülkücü olsalar da sadece iyi samimi vefalı bir ülkücü ölmüş olur şehit olmazlar.
Ülkücü Hareket nurlu bir harekettir. Temelinde Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş Veli’nin, Yunus Emre’in, Mevlana’nın nefesleri vardır. Bunun için Ahmet Haldun Terzioğlu’nun “Değişen de dönen de kıvıran da cayan da bölen de kancıktır. Ülkücü’ye kancıklık yakışmaz!” (S:11) sözünün altına imzamı atarım, atıyorum, attım. Ülkücü Harekete karşı bu fiilleri işlemiş olanlar mesuliyet yüklenmişlerdir, ne olurlarsa olsunlar ilahi huzurda hesapları zor olacaktır.
Ahmet Selimoğlu’nun yazdığı “Trabzon’da Benim Tanık Olduğum Ülkücü hareket…” (S:18) başlıklı yazıda basından tanıdığım Nihat Genç, Arslan Bulut, Servet Avcı çok kitap yazmasından dolayı tanıdığım Destancı lakaplı Ahmet Haldun Terzioğlu, Nazan Bekiroğlu gibi simaların yanında yakından tanıdığım Hüseyin Hüsnü Serdar gibi bir isim hatırlanması bilinmesi gerekenler arasında anılmayı, yazılmayı hak eden bir isimdir. Kendisiyle Uludağ Üniversitesindeki öğrenciliğimiz zamanında ülkücülük dolayısıyla tanışmış ve daha sonra kardeşi Mustafa Serdar ile Bursa’da aynı mesleki eğitimde birlikte aynı sınıfta okumuş, Bursa-Dikkaldırım’daki evlerine misafir olmuştum. Hüseyin Hüsnü Serdar ile hayat biz daha sonra memleketim Samsun’da buluşturmuş ve Türk sağlık Sen Başkanlığı yaptığı zaman zarfında birlikte çalışma fırsatımız olmuştu. Hata Bursa’ya İl sağlık Müdür olurken Şube Müdürü olarak bizi de götürmek istedi ancak biz yeni bir düzen kurmakta zorlanacağımız için affımızı istediğimizde hanımı devreye girerek bizim hanımı ikna etmeye çalışmıştı. Sakin, girişken çalışkan birisi olarak hala Bursa’da faaliyetlerine devam etmektedir. Allah sağlık ve afiyet versin. Aynı yazıda Samsunlu şehrim merhum Harun Atay ağabeyin ismini de görmek onu rahmetle anmamıza vesile oldu. Bafralı hemşerim Bafra’nın aziz şehitlerinden Ekrem Çamaş’a da Allahtan rahmet dilememize vesile oldun Ahmet Selimoğlu. Nihat Genç gibi ülkücü kökenli olup daha sonra sol görüşü tercih eden birsinin bu kitapta anılmasını anlarız ancak Cemal Kamacı gibi Refah Partili olan hayatının hiçbir döneminde ülkücü olmamış birisini ülkücülerin anlatıldığı kitapta yer almasının tek tutar tarafı her halde Trabzonlu olmasıdır.
Trabzon sokaklarında öldürülen bir ülkü olarak Mehmet Salih Güçlü (Diyarbakır 1956- 30.09.1978 Trabzon) (S:51) hatta Trabzon gibi göç almayan yerli nüfusun olduğu bir il’de Ülkü Ocakları yönetimine girerek Ülkücü hareketin ilk yıllarında Türkiye’nin her tarafından teveccüh gördüğünü, başarı grafiği yüksel ülkücü hareket hakkında iç ve dış düşmanların yaptığı anti propagandalarına karşılık verip kendisini anlatamadığı, devletin de adalet ve huzuru sağlayarak can güvenliğini tesis edemediği için geçen zamanlarda can korkusuna düşen insanların bu teveccühün tükendiğini görüyoruz. Teveccühün olduğuna Bingöl den belediye başkanı seçilen ancak sonradan şehit edilen Hikmet Tekin merhum ile Muş ilinden çıkarılmış olan milletvekili ispat ederken, devletin can ve mal güvenliğini sağlayamadığının en bariz delili de Alparslan Türkeş’in 1975 yılı Diyarbakır mitinginde ilin valisinin bizzat Türkeş Bey’e sizin can güvenliğinizi sağlayamayız diyerek mitingi iptal etmesini istemesi ve Türkeş Bey’in de kabul etmeyip konuşmak için kürsüye çıkmasıyla saldırının başladığı ve miting alanında toplanmış sivil halka o zamanın Apocuları yeni adıyla PEKAKA’lıları tarafından yaylım ateşi açılmış Türkeş Bey yine ülkücülerin korumasıyla canını zor kurtarmıştı. Bu konudaki “Komondo Recep” adlı hatıratı yazan zamanın Ülkü Ocakları başkanının kitabını ve bizim yazdığımız aynı adlı değerlendirme yazımızı okuyabilirsiniz.
19.04.1979 tarihinde şehit edilen Baki Ayhan’ın şehit edildiği anda olaya şahit olan Bilal Bahar katillerin bir arabaya binip kaçtıklarını görünce arabayı takip etmiş ve “Aracın failleriyle Bahçelievler Askerlik Şubesi Nizamiyesinden içeri alınıyor. Araçtan inen, saçları asker traşlı kişiler binaya giriyorlar.” (S:98) Bu olay ve Ahmet Selimoğlu’nun anlatmış olduğu diğer şehit vakalarında asker, jandarma, polis kıyafetli kişilerin ateş açması da gösteriyor ki Ülkücüler sadece fikri muarızlarının silahlı saldırısına maruz kalmamışlardır. Devlete çöreklenmiş ve kendi işgal ettikleri mevkilerin meşruiyetini toplumda oluşturdukları suni olayların varlığına bağlamış kifayetsiz muhterislerini organizasyonlarına da maruz kalmıştı. Ahmet Selimoğlu’nun da “12 Eylül 1980’in yolunda hazırlık taşları döşenirken, günde 3-5 ölümle sonuçlanan, terör olayları olan Türkiye’de ‘adalet’ aramak mümkün olmuyor” (S:98) diyerek işaret ettiği ve darbecilerin (Orgeneral Bedrettin Demirel) kendi ağızlarından “İhtilalin olgunlaşması için bekledik” şeklinde itiraf ettiği üzere resmi bir organizasyon kolluk kuvvetleri tarafından yapılmıştır.
Bir kişinin ülkü şehit olduğunu söyleyebilmek için şehit olduğu söylenen kişinin sınıf arkadaşları, şehit olurken gören şahitler, okul ve bölüm başkanları, Ülkü ocakları il başkanı ve yönetim kurulu üyeleri, teşkilat tarafından onaylanması ve ülkü olacaklarına mensup biri olduğunun, ülkü mücadele ederken şehit edildiğinin tasdik edilmesi gerekir. Ülkücü şehitlik makamını bazı hissi duygular ve arkadaşlığın vefa borcu olarak görüp hak etmeyenlere yakıştırılması yakıştıranları da vebal altına koyacaktır. “Şehitlik sadece askerlik ile de olmaz. Vatanı, milleti, devleti, bayrağı ve dini savunmak, korumak, kollamak için; sivil, kadın, erkek, genç, çocuk, dede, nice fark etmez herkesin üzerine düşeni yapması gerekirse vatan, devlet, bayrak, din için canını cananını, malını, servetini feda etmesi gerekir.” (S:127) diyen Hasan Tüfekçi (S:128) camiayı bu hususta hassa davranmaya, ülkücü şehitlere vefalı davranmaya çağırıyor ve ülkücü şehitliğe layık görülenleri sahte şehitlerden ayırmanın, ayıklamanın ölçüsünü ortaya koyuyor.
Maalesef Cengiz Yeğin’in yazdığı gibi “Yolu zikzaklı olanları hatırladık da gerçek ülkü devlerini şehitlerimizi görmezden geldik.” (S:126) “Sen doğru ol, eğri bir yolunu bulur.” diye meşhur bir söz var ya işte onlar her zaman vitrinde olmayı başarırlar, başarmışlardır.
Ne acıdır ki bu günümüzü de Yaşar Özkan bu kitap için yazdığı “Ölümsüz Şehitlerimize” başlıklı yazısında “Ülküdaşlarımızdan bazılarını başka yollarda görmek çok acı verici! Ülkücülüğü gömlek gibi giymişler ki ilk fırsatta çıkardılar” (S:145) diyerek dile getirmiş. “Gömlek gibi giymişler ki” ifadesinde aslında ülkücülükleri ruhlarına işlememiş, kabuğunda kalmış demek istediğini herkes ilk görüşte anlayacaktır. Yaşar Özkan’ın bu ifadesi yanında “hangi partide olursa olsunlar” (S:135) mantığı ülkücüleri bölünme hususunda daha rahat daha serbest hareket eder duruma getirmiş ve bugüne kadar başka partilerde olanlar kendilerine hizmetten başka bir iş görememişlerdir, göremeyeceklerdir. Ancak onların peşinden gidenlerin oylarına talip olup alan iktidarlar onları kullanmış kullanmaya da devam edecektir.
Ahmet Selimoğlu’nun samimi duygu ve düşünceler ile yaptığı “Trabzon’da Solmayan Güller” kitap çalışmasıyla kırk dokuz ülkücü daha kayıt altına alınmıştır. Belki Bafralı hemşerin şehit merhum Hüseyin Kurumahmutoğlu gibi Trabzon Ülkü Ocakları ile bir ilişkisi olmayan birkaç ülkücü de bulunmuş olabilir ama olsun onlar da Trabzon’da olmasa da ülkemizin diğer illerinde Ülkücü mücadelede yer almışlar ve hatırlanmayı ve bu vesile ile bir Fatiha’yı hak etmişlerdir.