YESEVÎ’DEN YUNUS’A İSLAM, TARİH VE YAŞADIKLARIMIZ
Halim KAYA
1996 yılında tayinim Bursa’dan Samsun’a çıkınca Bursa yerel basınında 1975 yılında tutuklanıncaya kadar ki zamanda Başbuğ Türkeş’in manevi oğlu olarak manşetlere taşınmış rahmetli Mahmut Metin Kaplan Ağabey “her ne kadar memleketine, memleketimize gidiyorsan da orada bizim dönemden Bursa BİTİA mezunu Mehmet Alkan var, onu bul, o, sana yardımcı olur” dediği için gidip Çalışma Bakanlığıda İş Müfettişi olan Mehmet Alkan’ı işyerinde bulmuş, Mahmut Metin Kaplan’ın selamını söyleyerek tanışmıştım. Mehmet Alkan (Allah sağlık afiyet versin) Ağabey, “Ben Türk Ocağında faaliyet yürütüyorum oraya faaliyetlerimize katılmak üzere gel” dediği için gittiğim de Samsun Türk Ocağında Şube başkanı olarak “Yesevî’den Yunus’a İslam, Tarih ve Yaşadıklarımız” kitabının yazarı Prof. Dr. Kenan Erzurumlu ağabeyimi tanıdım. O günden beri Türk milliyetçiliği ile ilgili her türlü faaliyetlere gönüllü nefer olarak katılarak birlikte olmaya devam ettik.
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu Ağabey Tıp profesörü olması hasabiyle bu alanda yazdıklarının yanında okuyan araştıran, tahkik ve tetkik etme melekesi yüksek bir ilim adamı olarak Türkiye’nin problemleri ve Türk milliyetçilerinin problemleri hususunda yapmış olduğu okumalar ve incelemeler sonucu Türk milletinin zihni karmaşasını gidermek babından bu kitaptan önce 23 adet kitap yazmış bir büyüğümüzdür. Ha Kenan Erzurumlu Hocamın bir vasfı da “korsan konferansçı”dır. Bu namını Türk Ocağının yürütmüş olduğu faaliyetler sırasında getirilen konferansçılara soru sorma faslında söz alarak, katılmadığı, düzeltilmesi gerektiğini düşündüğü hususları açıklamaya başlamadan önce ortamı yumuşatmak, latife ile söze başlamak için, kendisini “Korsan Konferansçı Kenan Erzurumlu” olarak tanıtmasından dolayıdır.
Prof. Dr. Kenan Erzurumlu’nun “Yesevî’den Yunus’a İslam, Tarih ve Yaşadıklarımız” kitabı Doğu Kütüphanesi yayını olarak birinci baskısı İstanbul’da 2022 yılında 231 sayfadan müteşekkil basılmıştır. Kitap, “Giriş”ten sonra yedi bölüm ve “Son Söz”, “Kaynaklar”, “Teşekkür” kısımlarından oluşmakta ancak kitabın aslını oluşturan yedi bölüm başlıca “Semavi Dinlere Dair”, “EskiTürk Dini”, “Din ve Mitoloji” “Tarihi Belgelerin ve Kutsal Kitapların Çevirileri Üzerine”, “Dil Bilmek/Anlamak”, “Kur’an’ı Kerim’i Anlamak”, “Türkçe Kur’an Meselesi”, “Allah-Tanrı Kavramları Üzerine”, “TÜRK’ün ‘BİR’ TENGRİSİ” ve Esma-ül Hüsna”, “İslamiyet Öncesi Arabistan”, “Asr-ı Sadet’te İslamiyet”, “Peygamber Efendimi (SAV) ve Sonrasında İslam”, “Mezhepler ve Milliyetler”, “Tarikatlar ve Türkler”, “Tarihte Türkler ve İslamiyet”, “Türk Müslümanlığının Dini Dayanakları”, “Salat-Namaz Üzerine”, “Bilim ve İslam Medeniyeti”, “Türk’ün İslam Anlayışı” gibi yıllardır ülkemizde tartışılan konuları işleyen başlıklar yanında daha bir çok önemli başlık ihtiva etmektedir.
Kitabın “Teşekkür” kısmında teşekkür edilen isimlere baktığımızda; Türk Milliyetçiliğinin Aksaklıları arasına girmiş Ahmet Bican Ercilasun, eski Samsun Müftüsü İbrahim Acar, OMÜ’de İlahiyat Fakültesinde Hoca olan İsrafil Balcı, Mehmet Okuyan, ismini OMÜ’lü olması dolayısıyla ortak çevremizde çokça duyduğum ancak bu güne kadar kendisiyle yüz yüze tanışmak nasip olmayan Bekir Batı, yine Samsun Ülkücülerinin ağabeyi OMÜ Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Musa Sarıca, yakından tanıdığın Eski Türk Ocakları Başkanı ÖMÜ’den emekli Nazmi Polat, Tarih Profesörü üretken ve çalışkan kardeşim İbrahim Tellioğlu, yakın zamanda Türk Ocağı Samsun Şube Başkanlığını devreden Prof. Dr. Serkan ŞEN gibi kitaba “katkı, eleştiri ve teşvikleri” olduğunu öğrendiğimiz alanında uzman ilahiyatçı, edebiyatçı, tarihçi hocaları görmek kitabın ilk bakışta sağlıklı ve çok titiz hazırlandığı intibaını veriyor.
Kenan Erzurumlu Hocam hemen daha kitabın başında merhum Mümtaz Turhan’ın “Kültür Değişmeleri” adı altında yazdığı kitaba atıf yaparak bu kitapta işlenen kültür değişiminin aslında bir “milli kimlik aşınması/tahribatı” olduğunu ve bununda son yirmi yılda olduğunu söyleyerek iddialı ancak Türk milleti için büyük tehlike içeren “milli kimlik aşınması/tahribatı” (S:10) gibi bir konuya dikkatimizi çekiyor. Hoca uyandırmaya devam ederek “Bugün Türkiye’de, ‘Türk-İslam- kimliğini kabul edenlerin oranı yüzde 80’in altına inmiştir. Belirli güç odakları tarafından hedeflenen rakam ise yüzde 60’tır” (S:10) diyerek kafamıza ikinci balyoz darbesini indiriyor. Ne demek sayısız İlahiyat fakülteleri ve İmam hatip Liseleri açılırken buraya öğrenci çekmek için belki İHL tarihinde olmamış teşvikler verilirken kendini Türk Müslüman’ı addedenlerin sayısı % 99-90’lardan % 80’lere düştü demek ve bu düşüşün de % 60’a kadar olacağını söylemek. Yukarıda bu kitaba “katkı, eleştiri ve teşvikleri” olduğunu gördüğümüz sahasının uzmanlarının da onayından geçen bu keskin verinin bir kişiden hasıl olabilecek bir sürçülisan olmayacağı aşikardır. Aman dikkat deyip inşallah bu konulara ilgililer de eğilir diyelim ve devam edelim.
Kenan Erzurumlu hocam Türklerdeki Kök Tengri inancının İslam’daki Allah inancının inanç esaslarına benzediğini, Türklerin de Kök Terngri’yi İslam’ın tebliğ ettiği “Allah”ın vasıflarıyla vasıflandırdığını uzun uzun anlattıktan sonra Göktürkler döneminde dikilen ve Türklerin ilk yazılı abidesi olduğu bilinen Orhun Abidelerinde yer alan “Üstte gök yıkılmazsa, altta yer çökmezse, Türk milleti, senin ilini, senin töreni kim bozabilir?” cümlesinin Kur’an’ı Kerim de bildirilen “Ad ve Semud kavimleri, yıldırım, dondurucu rüzgar ve yer sarsıntısı ile; Hz. Nuh’a uymayanlar su (sel) basmasıyla, Hz. Musa’ya karşı çıkanlar suda (denizde) boğularak, Hz. Lut’un Kavmi gökten yağan azapla (ateşle) yok olmuş” (S:20) olmalarını Orhun Abidelerinde kullanılan yukarıdaki ifadeyle uyuştuğunu ve dolayısıyla aynı bilgileri veren farklı ancak Kök Tengri inancının taşıdığı semavi dinin emareleri olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Bunu da “Kök Tengri inancının semavi bir din olduğu görüşü yaygındır ve bu inançta, ruhban sınıfı yoktur” (S:28) cümlesinde özetlemektedir.
Kenan Erzurumlu Hocam Kök Tengri inancı ile İslam inanç sistemini karşılaştıran kendinden önce farklı hocaların farklı yerlerde söylemiş olduğu, yapmış olduğu tespitleri incelemiş ve bugün elimizde olan “Yesevî’den Yunus’a İslam, Tarih ve Yaşadıklarımız” adlı kitabı yazarak bir araya toplamış, yorumlamış Türklerin Kök Tengri inancı ile ilgili ulaşılan en son her bilgiyi kullanarak okuyucunun derli toplu ve bir mantık silsilesi içinde mevzuyu kavramasına imkân tanımıştır. Kitapta atıf yaptığı İbrahim Kafesoğlu, Mustafa Kafalı, Sadettin Gömeç, Ünver Günay, Harun Güngör, Ahmet Ali Arslan, Günnur Yücekal Arpacı, Fuzuli Bayat, Ahmet Zeki Velidi Togan, Abdul Kadir İnan, Wilhem Radlof gibi ismini sayamadığım daha nice sahasında uzman kişileri incelemiş ve bize bir el kitabı hazırlayıp alın okuyun ve kolayca geçmişinizi öğrenin demiştir.
Oğuz Kağan’ın peygamber olması ihtimali üzerinde duran Kenan Erzurumlu Hocam daha sonra “Oğuz Kağan’ın, Kur’an’ı Kerim’de adı geçen Zulkarneyn olduğu görüşü yaygındır.” ve “Zulkarneyn’in demir işlemeyi bildiği, büyük bir devlet kurduğu anlaşılmaktadır.” (S:31) ifadelerinde iki asrı görmüş (yüz yıldan fazla yaşamış) veya çift boynuzlu (taşıyan) manasına gelen Zulkarneyn’in Oğuz Kağan olduğuna değinmiştir. Ben, devlet kurmuş olan Oğuz Kağan’ın devletinin sınırlarının doğu ve batı yönlerinde uzanması dolayısıyla kendisine de Zulkarneyn adının verildiği yönünde bir bilgiyi daha önce bir kaynakta okumuştum. Zulkarneyn’in demiri işlemesinin de Oğuz Kağan olduğu kanaatini güçlendirmesinin diğer en önemli ve kesine yakın delili olması tarihte demiri ilk işleyenlerin Türkler olması dolayısıyladır.
Kenan Erzurumlu Hocam bu kadar sahasının uzmanı kişiler atıf yapması ve yukarıda isimlerini saydığımız çok sayıda kendisini eleştiren ve önerilerini sunan uzmanın bulunmasına rağmen temkini elden bırakmamakta, kesin ve net yargılarda bulunmaktan olduğunca kaçınmaktadır. Belki de Kenan Erzurumlu Hocayı bu tutuma iten “Tarihi belge’yi okuyabilmek, anlayabilmek ve yorumlayabilmek için, filolojiye ve özellikle antik dillere-lehçelere vakıf olmak, çağın sosyo-ekonomik-antropolojik gerçeklerini bilmek şarttır.” (S:33) şeklindeki kanaatidir.
Kenan Erzurumlu Hoca bizim Kur’an’ı Kerimi doğru okuyup doğru anlamamız için dikkatimizi çekmekte, bizi temkinli davranmaya davet etmektedir. “Kur’an’ı Kerimi anlamak için, ‘sadece vahiy ve nakil yeterli’ diyenler, Kur’an’ın dediğini değil, kendi anladıklarını/işlerine geleni söylemektedirler. Aklı ve bilimi reddetmektedirler.” derken Kur’an’dan başka kaynak kabul etmeyenleri “kendi anladıklarını-yorumlarını naklederken Kur’an’a atfederek ‘sözlerinin Allah kelamı” olduğunu iddia etmektedirler.” (S:50) derken de Kur’ân’ı Kerîm’i kendi zanlarınca tercüme ederek bu Allah’ın indirdiği Kur’an diyenlerin meallerinin İslam’ın yanlış ve eksik anlaşılmasına sebep olduğunu söylemektedir. Kenan Erzurumlu Hocanın anlattıklarından kendisinin İslam’ın en doğru anlaşılmasının yolunun İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin fıkıh usulü yoluyla olduğunu ifade etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. İmamı Azam Ebu Hanife Fıkıh usulünde Kitap (Kur’an’ı Kerîm- Ayetler) ve Sünnet (Hadisi Şerif)’ten sonra Kıyas-ı Fukaha (Kur’an ve Hadislerdeki hükümlere kıyas etmek), Kıyas yaparken başvurduğu İstihsan (Uzman kişilerle mevzuyu tartışmak, danışmak ve bilinenden hareketle bilinmeyene ulaşmak), İcma-i Ümmet, Rey (kendi kanaati) ve İçtihat (Ayet ve hadislerden yeni hüküm çıkarmak), Örf ve Anane (Ayet ve Hadislere aykırı olmayan toplum gelenek ve görenekleri) esas alan bir İslam anlayışını takip eder. Kenan Erzurumlu Hoca İslam’ın yanlış anlaşılmasına “sadece vahiy ve nakil yeter” diyenler ile “Kur’an’ı kendi zanlarınca tercüme” edenlerin yanında “Peygamber Efendimiz’den yalan, yanlış, uydurma hadis” nakledenlerin de sebep olduklarını ifade etmektedir. Mealler hususunda, “mealler tek kişi ve tek bilim dalı mensupları tarafından değil; Arapçaya vâkıf tüm bilim dallarının temsilcilerinin katılımıyla (multidisipliner – disiplinlerarası) bir kurul olarak yazılmalıdır. Meal yazım kurullarında, matematik, felsefe, tıp, fizik kimya, astronomi, arkeoloji, antropoloji vs. gibi bilim dallarından uzmanlar bulunmalıdır.” (S:52) diyerek en sağlıklı meal yazım yolunu da işaret etmektedir. Çünkü artık bilim çok mikro alanlara ayrışarak detaylanmış ve eski zamanlardaki gibi bilimin birkaç farklı konusunda genel hatlarına sahip uzmanlık dönemi artık geçerliliğini kaybetmiştir.
Hz. Muhammed’in ümmiliği hususuna değinen Kenan Erzurumlu Hoca Kur’an’da ‘ikra’ diye hitap edilen Peygamberin, çeşitli memleketlerle ticaret yapan birisinin okuma yazma bilmemesinin mümkün olmayacağını savunarak, ümmiliğin okuma bilmemek olmadığını delillerle açıkladıktan sonra, “Hz. Muhammed’in ümmiliği, Mekkeli oluşu, peygamberlikten önce Zebur’u, Tevrat’ı ve İncil’i okumamış olması, onlar hakkında yazılı veya sözlü yorumda bulunmaması, (eski) dinlerle ilişkisinin olmaması anlamınadır.” (S:61) şeklinde son ve net kanaatini bildirmiştir. “Tüm kültürlerde ve mitolojilerde ortak olan kozmolojik bilgilerin, Hz.Adem’in Yaratılışı, Habil-Kabil Olayı, Nuh Tufanı, Sırat, Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Salih, Zulkarneyn gibi peygamberlere ait kıssalar” duyum-nakille [insanların nesiller arası bilgi aktarım yoluyla ve okuma ile] değil; “vahiyle Peygamber Efendimiz’e bildirilmiş olduğudur.” (S:63-64) “Peygamber Efendimiz’in ümmiliği, daha önceki bilgilere ulaşmamış olması ve Kur’an’da geçen bilgilerin kendisine vahiyle iletildiğinin kanıtıdır.” (S:64)
Kenan Erzurumlu Hocam -haklı olarak- Peygamber efendimizin babası “Abdullah”ın adını örnek vererek “Allah” lafzının “Tanrı” yerine kullanılmasının İslam’ın vahyolunmayla ilk kez kullanılan bir isim olmaması ve daha önce müşrik Arap toplumunda da “Allah”, Tanrı adı olarak kullanıldığı için “Allah” ismini Kur’an’i bir isim olarak kabul edip “Allah” karşılığı olarak “Tanrı” kelimesinin kullanılmayacağını söyleyen bazı kişilere (S:77) karşı çıkmaktadır. Kenan Erzurumlu Hocam haklıdır çünkü Allah lafzı ilk Kur’an ile vahyolunan bir isim değildir. Daha önceden de müşrik Arap toplumunda kullanılmaktaydı. Haklıdır çünkü Türkler, İslamiyet’ten önce de “Tanrı” kelimesine tapılan, kendisine ibadet edilen isim olarak Kur’an’daki doksan dokuz güzel isim ve Allah’ın vasıfları gibi vasıflar yüklemişler, Türklerin İslamlaşmasıyla da birlikte “Tanrı” kelimesini tamamen “Allah” yerine aynı vasıflarla kullanmaya başlamışlar ve her iki kelimeyi de birbiri yerine kullanmayı kabul etmişlerdir. Prof. Dr. Serkan Şen’in birkaç ay önce yazmış olduğu “Etimolojinin İzinde- Kelimeden Kültüre Seyahatler” adlı kitabın ilk incelediği kelime de “Tanrı” kelimesi olup Türklerin “Tanrı” kelimesine yüklediği manalar örneklendirilmiş olup “Allah” kelimesine yüklenilen manalar ile “Tanrı” kelimesine yüklenilen manalar İslamiyet öncesi manalar olmasına rağmen hemen hemen aynı manaları taşıdığı gösterilmiştir. Kaldı ki İslam tarihindeki ilk Müslüman Türk alimler “Tanrı” ile “Allah” kelimesinin aynı anlamda kullanılmasında bir beis görmemişler, kullanıcının kendi ihtiyarına bırakmışlardır. Kenan Erzurumlu Hocam da Prof. Dr. Fuzuli Bayat (S:85-86), Prof. Dr. Hikmet Tanyu ve Sait Başer (S:86) den nakillerle “Tanrı” isminin “Allah” isimi ile aynı vasıfları taşıdığını göstermeye çalışmıştır. Sait Başer’in“(Bir Tengri) ifadesinin, kullanım yerine göre kapsadığı anlamları, Türk Kozmolojisin ve “Yaratılış ve Türeyiş Destanı” nın ışığı altında, “Esma-ül Hüsna” ile karşılaştırıldığında, Cenab-ı Allah’a atfedilen sıfatlarından 57’sini karşıladığını görüyoruz.” (S:87) ifadeleri ile sanki birebir karşılaştırmalı olarak tespit edilmiştir.
Ziya Gökalp’e göre millet olmanın aşamalarını ortaya koyan, İbn Haldun’un Araplar hakkındaki kanaatini ve millet olmanın din aşamasındaki birlik durumunu tespit eden Kenan Erzurumlu Hoca “[Araplar] Ortak ülkü, ortak yaşama arzusu, kader birliği ‘milleti millet yapan’ değerlerden yoksundur. Günümüz Arap devletlerinin tamamı, kabilelerden veya kabileler federasyonlarından oluşmaktadır.” (S:92) diyerek Arapların günümüzde de millet oluşumunu tamamlayamadığını, Peygamber efendimiz zamanında sağladıkları dini birlik olma aşamasından dört halife döneminden sonra geri giderek emperyal devletlerin sınırlarını cetvelle çizdiği suni kabile devleti olarak yaşadıklarını ifade etmektedir.
Cat Stevens veya Yusuf İslam olarak da bilinen İngiliz şarkıcının söylediği bir söz var. “Müslüman olmadan önce Müslümanları görseydim Müslüman olmazdım. İyi ki İslam’ı Kur’an’dan öğrenmişim” dediği gibi eğer “Türkler kendilerine yapılana baksalardı Müslüman olmazdı, Dinin aslı Türkleri Müslüman olmaya teşvik etti.” dedirtecek bir durum da Türklere yapılan katliamlara rağmen Türklerin Müslüman olmasıdır.“Bu dönemde [Emeviler] uygulanan baskıcı politikalar, katliamlar ve kalleşlikler Türklerin İslam’a geçişlerini en az 150 yıl geciktirmiştir.” (S:123) diyen Kenan Erzurumlu Hoca daha sonra Türklerin İslamlaşma sürecini beş başlık altında toplar. Beşinci Emevi Halifesi Abdulmelik döneminde Kâbe’yi Mancınık ile attığı taşlar ile yıkan Zalim Haccac’ı Irak ve Doğu bölgesine genel vali olarak ataması ile Zalim Haccac’ın da Kuteybe’yi Ordu komutanı atadığını ve Kuteybe eliyle Türk Tarihinin en büyük katliam ve soy kırımının yapıldığını hatta ordusunu katliama teşvik için Kuteybe’nin “Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim.” (S:124) dediğini Tarihi Taberi’den aktararak Arap ordularının kelle avcısı gibi Türk avladıklarını göstermiştir.
“İmam Maturidi’nin, Ebu Hanife’nin, Ahmed Yesevi’nin, Hacı Bektaş’ın, Yunus Emre’nin Arap Müslümanlığı’ndan ayrıldığı yerler, Türk İnancını koruyarak yeni girilen dine yorum getirmelerinden ve Arap örf-adetlerine “hayır” demelerinden kaynaklanmıştır.” (S:129) diyen Kenan Erzurumlu Hoca, Türk Müslümanlığının temeli olan bu din önderlerinin hayatlarından ve dini kabullerinden herkesin yer vermediği örnekler vermektedir.
Halk olarak bizim Dinlerarası Diyalog çerçevesinde kaldırıldığını bildiğimiz Cuma günleri hutbede okunan “Allah katında din İslam’dır” ayetinin kaldırılmasının aslında Avrupa Birliği’nden sorumlu Devlet Bakanı’nın DİB den rica etmesi üzerine Diyanet’in B.02.1.DİB0.12.00.01/203-02-230 sayılı ve 17.02.2006 tarihli talimatıyla kaldırılmış (S:164) olduğunu öğreniyoruz. Kenan Erzurumlu Hocam “Siyasi- sosyal veya ferdi hiçbir irade ayetlerin üzerinde olamaz. Okunmasını yasaklayamaz/kısıtlayamaz. Herhangi bir iradenin emriyle Kur’an’ın okunmasının yasaklanması, o iradenin Cenab-ı Allah’ın iradesinin önüne geçirilmesi anlamına gelir ki bu şirkten daha ağır bir günahtır.” (S:164) diyerek bu “Allah katında din İslam’dır” ayetinin hutbede okunmasının yasaklanması işinin şirk olduğunu ifade etmektedir. Hatta bu emre uyan imamların arkasında kılınan namazların (S:165) kabul olduğu konusunda endişeler taşıdığını ifade etmekten de kaçınmamaktadır.
İslam’da ki “kader” konusuna temas eden Kenan Erzurumlu Hoca, ‘ölçü ve takdir etmek’ manasındaki kaderi; takdir etmek, kısmak (rızık daraltmak), sahip olmak (ele geçirmek), güç yetirmek, kıymet, kazanmak, Yüce Allah’ın sıfatları olarak sıraladıktan sonra Tükler arasında ‘alın yazısı- kader’ şeklinde kullanılışın yerine aslında “kitap” ve “yazdı” manasına gelen ‘Ketebe’ kelimesinin kullanıldığını söyleyerek bu fiilin de 9 manaya kullanıldığını ayetlerdeki (S:180-181) kullanılış şekilleriyle ortaya koymaktadır.
Burada ‘Kader’ kelimesinin aslında daha çok eylemi gerçekleştiren için kullanıldığını, yani ismi fail olduğunu ‘Ketebe’ kelimesinin de eylemi gerçekleştiren ismi fail tarafından muhatap aldıklarına, yarattıklarına dair takdir ettiklerinin tayin edildiğini ifade etmek üzere kullanıldığını görüyoruz.
Kenan Erzurumlu Hoca bu sefer iğneyi Yavuz Sultan Selim’e batırmış ve onu hiç milli yönden yaklaşarak sahiplenmek yoluna gitmemiş “Günümüz Türkiye’sinin başındaki üç temel sıkıntının tohumları, Yavuz zamanında atılmıştır. Bunlar; Kürtçülük meselesi, Alevi-Sünni ayrımcılığı ve bilim-eğitim-sanat meseleleridir” (S:204) diyerek çok doğru bir eleştiri yapmıştır.
Kenan Erzurumlu Hoca “Yesevî’den Yunus’a İslam, Tarih ve Yaşadıklarımız” kitabın da yukarıda örneklerini vermeye çalıştığımız çağımızın İslam toplumlarında ve özellikle Türkiye’mizdeki Müslümanlar arasında daha nice tartışmalı konuyu kaynaklarından uzmanlarından inceleyerek kanaat ettiği, inanıyorum ki kendisinin de hayatına uyguladığı, yaşadığı, son bilimsel veriler ile netleşmiş kesin hükümleri bir araya getirerek bir nebze olsun toplumuzdaki iman ve ibadet hususlarındaki karmaşaya çözümler sunmaya, yanlış bilinen inanılan bazı bilgi ve hükümleri düzeltmeye çalışmıştır.