
Halim Kaya
Yazar, hikayeci, şair, fikir adamı, aydın olan Ömer Seyfettin’in aynı zamanda asker olarak katılmış olduğu Balkan Harbinde karşılaşmış oldukları ve yapmış olduğu gözlemler dolayısıyla yazdıkları önem arz etmektedir.
Ömer Seyfettin’in “Balkan Harbi Hatıraları” olarak tutmuş olduğu günlüğü daha sonra bulunmuş ve Niyazi Ahmet Banoğlu tarafından 12 Ocak 1967 tarihi ile 23 Mart 1967 tarihleri arsında çıkan 3. Ve 13 sayıları arasında Hayat mecmuasında yayınlanmıştır. Ömer Seyfettin bu günlüğünü27 Eylül 1328 [10 Ekim 1912] tarihinde Selanik’te tutmaya başlamış 15 Teşrinisani 1329 [28 Kasım 1913] tarihinde esir tutulduğu Yunanistan’ın Naflion kasabasında son vermiştir.
Ömer Seyfettin’in “Balkan Harbi Hatıraları” hatır günlüklerini kitap halinde basıma hazırlayan Tahsin Yıldırım, kitabı 199 sayfa olarak yayınlayan ise Ketebe yayınlarıdır. Kitap Ömer Seyfettin ve Tahsin Yıldırım hakkında kısa biyografik bilgi verdikten sonra “İçindekiler” başlığı şile fihristi yer almaktadır. “İçindekiler”i incelediğimizde “Sunuş” (s.7)birinci bölüm olarak “Ömer Seyfettin’e Dair” ana başlığı altında “Hayatı” (s.11), “Edebi Şahsiyeti” (s.20), “Eserlerinde Balkanlar” (s.26), “Eserleri” (s.32)alt başlıkları yer almaktadır. İkinci bölüm olarak “Balkan Harplerine Dair” üst başlığı yer almakta olup birçok alt başlık ile kitabın asıl hacmini oluşturmaktadır. Üçüncü Bölüm “Balkan Harbi Hatıraları” üst başlığından oluşmakta olup “Sınır Boylarında” (s.109), “Balkan Cephesinde Geçen Günler” (s.114), “Esaret Günleri” (s.145) alt başlıklarından oluşmaktadır. “Ekler”, “Kaynakça” ve “Dizin” ile son bulmaktadır.
Günlük dendiğine göre elimizdeki kitap Ömer Seyfettin’in sadece günlük olarak yazdığı yazılardan müteşekkil değil, anlaşılan yayına hazırlayan Tahsin Yıldırım Ömer Seyfettin’in balkanlar ile ilgili başka yerlerde yazmış olduğu yazıları ve arkadaşlarına göndermiş olduğu mektupları da bu kitaba ilave etmiştir.
Tahsin Yıldırım yayına hazırlamış olduğu kitaba Ömer Seyfettin’in hayatını anlatarak başlıyor. Verdiği bilgilere göre Ömer Seyfettin, Ömer Şevki Bey ve Topçu Kaymakamı Mehmet Bey’in Kızı Fatma Hanım’ın çocuğu olarak 11 Mart 1884 -Rumi takvim ile 28 Şubat 1299-tarihinde Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğmuştur (s.11).Tahsin Yıldırım neye dayandırdı bilmiyoruz ama o Ömer Seyfettin’in hikayelerinden yola çıkarak hayatını anlatmaktadır. Yani Tahsin Yıldırım’a göre Ömer Seyfettin hikayelerini gerçek hayatında yaşamış olduğu olaylardan esinlenerek kaleme almıştır.
Ömer Seyfettin asker olmasını isteyen babası Ömer Şevki Efendinin isteği doğrultusunda okuduğu Mekteb-i Osmanî’den alınarak 1893 yılında Eyüp Baytar Rüştiyesine yazdırılır. Dört yılda baytar mektebini tamamlayan Ömer Seyfettin 1896 yılında Edirne Askeri İdadisine kaydolur. Askeri İdadide okurken şiirler yazmaya başlar, ilk yazdığı “Yad” şiirini 14 Şubat 1900 tarihli Mecmua-i Edebiyye dergisinin 16.sayısında yayınlar. 1900’de idadiyi bitirerek İstanbul’da Mekteb-i Harbiye-i Şahâne’ye başlar (s.14). 1903 yılında Makedonya’da çıkan savaş yüzünden “Sınıf-ı Müstacele” denilen uygulama ile bir yıl eksik eğitim ile 22 Ağustos 1903 yılında mezun olup 24 Ağustos 1903 tarihinde Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu’nun İzmir Redif Tümeni’ne bağlı Kuşadası Redif Taburu’una tayin edilir. 17 Ocak 1908 tarihinde de İzmir jandarma zabitan ve Efrat Mektebi öğretmenliği ile birlikte jandarma mekteplerini kurmakla görevlendirilen İtalyan General Degiorgis’in mihmandarlığınaatanır. (s.15).
“Ömer Seyfettin’in Aralık 1908 ya da Ocak 1909’da Selanik Üçüncü Ordu’ya tayini çıkmıştır.” 31 Mart olayları üzerine Hareket Ordusu ile 17 Nisan 1909’da Rumeli’den İstanbul’a gelmiştir. 1911 yılında mecburi hizmet tazminatını Ziya Gökalp aracılığıyla ödeyerek Selanik’e gitmiştir (s.16). 11 Nisan 1911’de Ömer Seyfettin’in “Genç Kalemler” dergisinde “Yeni Lisan” isimli ilk başyazısı yayınlanmıştır (s.17).
Ömer Seyfettin 14 Ekim 1912 tarihinde tekrar orduya çağrılmış, Garp Ordusu 39. Alay 3. Tabura atanmıştır. 20 Ocak 1912’de Yunanlılara esir düşmüş, 28 Kasım 1913’te serbest bırakılmış, 17 Aralık 1913’te İstanbul’a gelmiştir. Ömer Seyfettin “nesilleri edebi ürünlerle eğitmek ve oluşturulacak kimliğin” inşası için çalışmak üzere askerlikten İttihat ve Terakki ile yaptığı görüşmeler neticesinde ayrılır (s.17). 1914’te başladığı Kabataş Sultanisindeki öğretmenliğini ölünceye kadar sürdürür. 1915’te ittihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Kadıköylü Doktor besim Ethem Bey’in çağdaş bir eğitim görmüş, Kadıköy’de bir Fransız okulunda okumuş, Moda-Mühürdar sosyetesine mensup kızı Calibe Hanım ile 1899-12 Şubat 1915 evlenmiş, 6 Aralık 1916’da “Güner-Yaprakların arasından sızan gün ışığı” adını verdiği bir kızı olmuştur (s.18). Kızları Güner’in varlığına rağmen 5 Eylül 1918’de Calibe Hanımdan boşanır (s.19).
Ömer Seyfettin 16 Temmuz 1915’te Çanakkale savaşı devam ederken cepheyi görmek ve gördüklerini yazmaları amacıyla aralarında “Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip Yöntem, Mehmet Emin Yurdakul, İbrahim Alaattin Gövsa, hakkı Süha gezgin, Enis Behiç Koryürek” (s.19) gibi yazarların bulunduğu bir ekip ile Çanakkale’ye gitmiştir.
Ömer Seyfettin 1917-1918 yıllarında Darülfünun Tedkikat-ı Lisaniye Encümeni (Dil İnceleme Komisyonu) üyeliğinde de bulunmuştur (s.19).
Ömer Seyfettin 25 Şubat 1920’de hastalanmış 4 Mart 1920’de Haydarpaşa Hastanesine kaldırılmış, 6 Mart 1920’de hayat gözlerini yummuştur. Cenazesi önce Kadıköy Kuşdili Mahmud baba Mezarlığına defnedilmiş, yol geçmesi dolayısıyla daha sonra 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na naklediliştir (s.20).
Ömer Seyfettin Askeri İdadi de öğrenciyken 10 Haziran 1314 (23 Haziran 1898) tarihinde yazmış olduğu “Lâne-i Garam” şiiriyle 1 Temmuz 1314 (14 Temmuz 1898) tarihinde “Pul” mecmuasının 12. Sayısında M. Enver adıyla yer almıştır (s.21). Ömer Seyfettin’in “Temmuz 1917’den sonra, Ziya Gökalp’in çıkardığı Yeni Mecmua’da yayımladığı hikayeleriyle ünü yaygınlaşmıştır. Tanin, vakit, Türk Dünyası, Zaman, İfham gazetelerinde (1918-20), Türk Yurdu (1913), Yeni Mecmua (1917), İnci, Diken, Şair (1918), Donanma, Büyük Mecmua (1919), Halka Doğru, Türk Yurdu, Zekâ gibi dergilerde hikâye ve romanlarının yanı sıra şiir ve makaleleri yayımlanmıştır.” (s.22) aslında bu dergi ve gazete çeşitliliği bir şeyi göstermektedir. O günlerde gazete ve dergiler okuyucusu olan herkesi yazıyor, yazdırıyordu. Patronların ve siyasi grup ve dini cemaatlerin tekelinde değillerdi. Farklı görüşlere yere verebiliyorlardı. Böylece farklı görüşlere sahip yazarlar ile farklı görüşlere sahip daha fazla okur kazanıyorlardı.
Ömer Seyfettin’in kullandığı Müstear isimler “Ayas, Ayn., Ayan. Kef, Ayn. Sin, Camasb, C. Nazmi, Ç. Kemal, Enver Perviz, F. Nezihi, M. Enver, Ömer Tarhan, N. Nazmi, Ö. Seyfettin, Perviz, Süheyl Feridun, Şit., Tarhan, Tekin, C. Nizami, Kaf-ı Farsi, Kaygusuz, Ömer, Cim., Sin., Nazmi, A. H. Ayas.” (s.25) şeklinde olup yirmi altı tanedir.
Ömer Seyfettin’in edebiyatımızdaki yerini Tahsin Yıldırım “Mazi Fikrini ve geçmişin kahramanlıklarını tema edinen yazarlardan biri de Ömer Seyfettin’dir. Onun eserlerinde milliyet ve din çok belirgin bir öğe olarak karşımıza çıkar.” (s.28) tespit ederek onun kahramanlıkları konu alan milli ve dini yazılar yazdığını dolayısıyla milliyetçi muhafazakâr olduğunu ima ile ifade etmektedir.
Tahsin Yıldırım Ömer Seyfettin’in eserlerinden yola çıkarak onun karakter ve yapısını ortaya koymaya çalışırken izlediği metot ile de onun zamanına yaptığı eleştirilerini eserlerinin içerisinden tespit ederek yorumsuz olarak ortaya koymaktadır. “Teselli” hikayesinde kullanmış olduğu “Fakat harp, yalnız cesaret miydi? Asıl tedbir lazımdı.” İfade ile Ömer Seyfettin’in savaşın kahramanlık ve cesaret işi olduğunu söylerken savaşmamak için gereken tedbirleri almayanları da zımnen eleştirdiğine işaret etmektedir.
Tahsin Yıldırım, Ömer Seyfettin’in Balkan Harbi Hatıralarından daha fazla başka kişi ve yerlerden derleme Balkan harbi bilgileri yanında Ömer Seyfettin’in Eserleri üzerine yazdığı değerlendirme yazılarını da ekleyerek kitabın muhtevasını oldukça kabartmış, kitap Ömer Seyfettin günlüklerinin yayınlanması amacından taşarak sanki özellikle ÖmerSeyfettin’in Balkan Günlükleriyle destekli bir kitaba dönüşmüştür.
13 Mart 1912 (H.1310) tarihinde Türkiye aleyhine Sırplar ile Bulgarlar arasında ittifak kuruldu. 29 Mayıs 1912 tarihinde de Bulgarlar ile Yunanlılar arasında ittifak kuruldu (s.43).Üstelik Sofya Büyükelçisi olarak Asım Bey, Kral Ferdinand’ı ziyaret etmiş, romatizma nedeniyle tedavi gören kral ona ‘Görüyorsunuz, savaşacak halim mi var?’ demiştir. Bu siyasi aldatmacaya inanan Asım Bey İstanbul’a çektiği telgrafta ‘Balkanlardan imanım kadar eminim. Hiçbir harp zuhur edemez.’ demiştir (s.45). Ancak Sofya elçisi (1909-11) iken Hariciye Nazırlığı’na (1911-12) getirilen [Mustafa]Asım [Turgut] Bey bu ittifaklardan iki ay sonra 15 Temmuz 1912 tarihinde Meclis’i Mebusan’da yaptığı bir konuşmada hala hiçbir şeyin farkında olmayarak ‘Balkanlar’dan imanı kadar emin olduğunu, burada Osmanlı Devleti’ne karşı bir ittifakın kurulmayacağını’ söylemiştir (s.44). Bir büyükelçi olan ve Dış İşleri Bakanı pozisyonuna getirilmiş bir adamın öngörüsü bu kadarsa vah o yönetilen devlete. “Bundan sonraki gelişmeler hem diplomatik basiretsizlik hem de istihbarat körlüğü sıfatlarını hak eder.” (s.45)
Tahsin Yıldırım Balkan Harbi nedenlerini yedi başlık altında toplamıştır. “1-Fransız ihtilalinin doğurduğu fikri akımların etkisi, 2-Başta Rusya olmak üzere Avrupa devletlerinin Balkan uluslarını kışkırtmaları, 3- Haçlı dünyasının Osmanlı Devleti’ni Balkanlar’dan atmak istemesi, 4-Balkan Devletlerinin sınırlarını genişletmek istemeleri, 5-Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp Savaşı’ndaki başarısızlığının ve hükümetin yanlış politikalarının Balkan uluslarını cesaretlendirmesi, 6-Osmanlı-Alman yakınlaşmasını tehlikeli, bulan İngiltere’nin, Estonya’nın başkenti Reval’de yapılan RevalGörüşmeleri’nde (1908) Rusya’yı Balkan politikası ve Boğazlar konusunda desteklemesi ve Rusların Balkan milletlerini kışkırtması, 7-Balkanlardaki küçük devletlerin Osmanlı’dan pay kaparak milli birliklerini sağlama isteği.” (s.50-51)
Yukarıda izah ettiğimiz Osmanlı devlet yönetimi ve Büyükelçiliğinin Balkanlarda kurulan üçlü Yunan, Bulgar ve Sırp İttifakının kuruluşundan haberdar olmaması ve Kral Ferdinad’ın Büyükelçiyi romatizma tedavisi görüyorum diyerek kandırması gibi İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmeden önce 1910 yılı ilkbaharında Sömürgeler Enstitüsünün organizesi ve masrafları üstlenmesi ile yüz yirmi kişilik bir Osmanlı aydın ve bürokrat grubunu İtalya’da gezdirmiş ve dostluk gösterileri yapmış (s.51) ve Osmanlıdevlet adamları da buna kanmıştır. Bu olaylar göstermektedir ki Osmanlı devletinin istihbarat denilen bir çalışması olmadığı gibi siyaset çevrelerinin ve bürokrasisinin safdil bir yapıda olduğu ve her söylenene kanarak düşmanların göstermeye çalıştıkları hal üzere siyaset ettikleri, kandırılmaya ve aldatılmaya müsait oldukları gibi alternatif politikalar üretecek yetenekte de olmadıkları anlaşılmaktadır.
Osmanlı devletinin istihbarat yoksunluğu ve devlet adamlarının aymazlığı yanında devlette görev verilmiş gayrimüslim azınlıklara mensup devlet adamlarının Osmanlı aleyhine işledikleri fiiller ve takip ettikleri siyaset de Osmanlının dış politikadaki açmazlarından birisidir. Cemil Topuz anılarında yazdığına göre, çıkan Balkan Savaşında Osmanlı Yöneticileri Şurayı Devleti toplayıp savaşı bitirmek ve en azından daha fazla yer kaybetmeyi önlemek niyetiyle toplanırlar. Ancak “Şura-yıSaltanat’ın toplanmasından birkaç gün evvel kayınpederi Cemaleddin Efendi’nin kendisine, Hariciye nazır Noradunkyan Efendi’nin bu konuda çok önemli rol oynadığı ve ‘Hepimizin fikrini çelen odur. Çünkü Meclisi Vükela’nın her içtimaında bir sırasını getirip: ‘Harp gayri kabili içtinaptır diyorsam inanınız efendim!’ cevherini yumurtluyor ve arkadan bizi muharebeye teşvik ediyordu.’ dediğini, nakletmektedir.” (s.56)
Tahsin Yıldırım daha çok Süleyman Tevfik’in ve buna paralel düşünen hatıratlardan alıntılar yaparak Ömer Seyfettin’in Balkan Harbi Günlüklerini kendi fikir ve görüşleri doğrultusunda anlaşılacak kıvama getirmiştir. Ayrıca Tahsin Yıldırım tarafından İttihat ve Terakki konusunda ileri sürdüğü fikirlerin de İttihat ve Terakki’nin içinden birsi olan hem de ittihat ve Terakkinin yayın organı mesabesindeki GençKalemler Dergisinde yazan ve yönlendiren birsi olarak Ömer Seyfettin tarafından ileri sürüleceğini düşünmüyoruz. Nitekim bizim bu görüşlerimizi yahşin Yıldırımın bu kitapta aktardığı “İttihatçılar bir düziye, ‘Ya harp ya ölüm’ diye bağırıyorlardı.” cümlesi ile “İttihat’a mensup gazete idarehanelerinde dört günde Sofya’ya gidiş geliş şimendifer biletleri satılıyorlardı.” (s.60) cümlesi ittihatçıların dolayısıyla Ömer Seyfettin’in yazarla aynı düşünmediğine delalet eder. Ömer Seyfettin daha çok savaşın kötü gidişinden ve devletin yetersizliklerinden bahseden bir hatırat tutmuştur. Doğrudan savaş karşıtlığından bahsetmemiştir.
Avusturya-Macaristan ordusundan ismi, verilmeyen bir subayın Osmanlı ordusunun yenilmesinin sebeplerini saydığı raporda (s.78) en enteresana sebep olabilecek birisi şudur. “Gayrimüslimlerin [Osmanlıda] orduya sokulması çok büyük yanlıştı. Bulgaristan, Müslüman tebaasını ordusuna sokmadığı halde bunun tersine olarak Türkler Hristiyanları silah altına aldılar. Dindaşlarına karşı zorla harbe sürüklenen Osmanlı Bulgarları, Sırp ve Rumları, ordulara tehlikeli, bir unsur teşkil ediyorlardı.” (s.80)Osmanlı tebaası Bulgarlar, Sırp ve Rumlarasker olarak gönüllü ve isteyerek kendi dindaşlarına karşı savaşmamış Osmanlı ordusunu güçsüz kıldıkları gibi başarısızda olmasına sebep olmuşlardır.“Daha ilk çarpışmalarda, Müslüman sınıfları arasına sokulan gayrimüslimlere itimadın ne kadar büyük yanlış olduğu anlaşıldı. Ateş başlar başlamaz grup grup Hristiyan askerler, başlarındaki askeri (Bir tür askeri şapka) atarak karşılarındaki düşmana iltihak ettiler.” (s.80)
Fethi Okyar hatıratında ordunun içine siyaset girdiğini “Bazı zabitlerin kalpaklarındaki şekil İttihatçılığını, bazılarındaki ise İtilafçılığını belirtiyordu. Kimler sokmuştu bu uçurumu ordunun içine… Kalbinde vatan muhabbeti ihtiraslarının üzerine çıkabilmiş hangi kişinin havsalası böylesine ihaneti alabilirdi.” (s.81) Diyerek ordudaki bu ikiliği vatana ihanet saymaktadır.
Tahsin Yıldırım bu kitapta 83. sayfada Ömer Seyfettin’in 5 Kanunievvel (18 Aralık 1912) tarihli günlüğünden aktardığı ilk hatırasında ifade ettiği “Bu sabah Leskovik’e doğru yola çıktık. Aydonan’da şiddetli muharebeler oluyormuş. Biz Leskovik’ten cephane Alacağız. Yolda kaybolan hayvanımı aramak için geri kalmıştım. Bir çalılığın içinde doktoru, eczacıyı, Birinci ve İkinci Taburlardan birkaç zabiti gördüm. Yeri kazıyorlardı. Meğerse açlıktan bir nefer ölüyormuş. Ağzından köpükler akıyordu. Zavallı daha tamamıyla nefesi bitmeden, kazılan mezarının kazma seslerini işitiyordu.” (s.83) cümlelerden de anlaşılmaktadır ki Ömer Seyfettin hatıratında Tahsin Yıldırım gibi ittihat ve Terakki’yi suçlamamaktadır. Sadece genel durumu tespit etmekte suçlu aramamaktadır.
“[Türkler Balkanlara yerleşmelerinden yaklaşık beş asır sonra] 93 harbi ve balkan Harpleri sırasında ve sonrasında Anadolu’ya doğru önü alınamaz bir göçe başlamışlardır. Atık Balkanlar’da cinayetler silsilesi ve cinnet baş göstermiş, Sırpı, Ulahı, Pomakı, Arapı, mekadonu, arnavutu… velhasıl Osmanlı İmparatorluğu içinde ne kadar gayri-i Türk unsur varsa hepsi, Türkü imha etmek için ayaklandırılmıştır.” (s.89)Raif Karadağ “Muhteşem İmparatorluğu Yıkanlar” adlı kitabında yukarıda etnik kökenlerini saydığı Osmanlı tebaasının güçsüz zamanında nasıl Türk düşmanı kesildiklerini ortaya koymaktadır.
Kitaba “Hatırat” adının verilmesine sebep olan Ömer Seyfettin’in “Balkan Harbi Hatıraları” nihayet kitabın 109. Sayfasında “Sınır Boylarında” diyerek başlıklandırılmış olarak 27 Eylül 1328/10 Ekim1912 tarihinde Selanik’ten yazdığı günlüğün ilk yazısı ile başlıyor. Bundan öncekiler Ömer Seyfettin’e ait değildir, Tahsin Yıldırım’ın başka günlük ve yazarlardan topladığı ancak kendi fikrini destekleyen yazılardır.
Ömer Seyfettin’in 5 Teşrinievvel (1328) [18 Ekim 1912] tarihinde yazdığı “Meğerse bir Osmanlı Bulgar neferi çok rakı içmiş. Ve yolda yürürken birden düşmüş ve ölmüş. Çiftlikte papaz aramışlarsa da bulamamışlar. Bizim bölüğe doğru yeni gelen Bulgarlar ölüye doğru soğuk baktılar ve hiçbir teessür göstermeksizin yollarına devam ettiler.” (s.110-111) ifadeleri göstermektedir ki Hristiyan Bulgar halkının bir kısmının Osmanlı Ordusunda asker olarak görev yapmaktadır. Ayrıca bu askerlerin dini ihtiyaçlarına cevap verecek “Papaz” gibi din adamı ihtiyacı karşılanmamıştır.Ayrıca “İhtiyatların çoğu Pomak. Bir kelime Türkçe bilmiyorlar.” (s.112) Müslüman Pomaklar da Osmanlı ordusunda görev aldıkları halde dil bilmeyenler için -ordu içi Ali okulunda dil öğretmek ya da tercüman bulundurmak gibi- bir şey yapılmıyor.
“Alay yaveri bana, erkanı harbin bir lafını gülerek tekrar etti. Hep diyormuş ki: (Ahval vahimdir…)”(s.111)Ömer Seyfettin’in 5 Teşrinievvel (1328) [18 Ekim 1912] tarihinde günlüğüne yazdığı bu notlardan da anlaşılıyor ki askerin başındaki subaylar bile gelecekten umutsuz. Ayrıca Tahsin Yıldırım,Ömer Seyfettin’in 5 Teşrinievvel (1328) [18 Ekim 1912] tarihligünlük yazısını ya ikiye bölüp bu kitaba aynı tarih ve farklı not olarak koydu. Ya da Ömer Seyfettin günlüğüne yazı yazdıktan sonra yazıyı sonlandırır mahiyette bağladığı için tekrar bir şeyler yazmak durumunda kalınca yeniden tarih atarak yazacaklarını ilave etti. “Sınır Boylarında” (s.109-113) başlığı ile bölümlendirilmiş ve Ömer Seyfettin’in yazdığı yedi günlük nottan oluşan, ancak birisinin bölünmüş olması ihtimali ile sekiz not olarak düzenlenmiş bölümdeki notların hiçbirinde ne devleti suçlayan bir ibare var, ne de İttihat ve Terakkiyi suçlayan bir ibare. Bütün notlar günlük eksiklikler, yapılan işler, meçhul haller, göç kafileleri ve istirahat ile konaklanan mevkileri havi.
Ömer Seyfettin’in Harp Günlüğü “Balkan Cephelerinde Geçen Günler” (s.114) başlığı ile bir önceki “Sınır Boylarında” bölümünden ayrılmış.
Ömer Seyfettin 16 Teşrinievvel (1328) / 29 Ekim 1912 tarihinde yazdığı günlük notunda Ordu ric’at ederken çektiklerini “Demek Türklerin yaşamak hakkı yokmuş.” (s.116) diyerek gayet net anlatmış. Ancak asker hiç savaşmadan konaklama yerlerinden konaklama yerine intikal ile zaman geçirmiş zaman ve enerjileri boşuna israf edilmiştir. Bu durumda geri çekilen birlikler ellerindeki imkanları kaçarken geride bırakacaklarına ölümüne savaşa girilmesi daha faydalı olup düşmanı yenemeseler birle durdurması mümkün olabilirdi.
Ömer Seyfettin 17 Teşrinievvel (1328) /30 Ekim 1912 tarihinde günlüğüne “Artık Rumeli bir daha yapışmamak üzere Türk ilinden kopmuştur.” (s.117) notunu düşerken küçük askeri birliğinin başından bütün ülkenin mukadderatının menfi olduğunu görüyor. Kaybedilen topraklarımızı Sırp ve Bulgarlardan Avrupalıların alıp bize vermeyeceğini düşünüyor.
O zaman sinema yok ki, cephede geçenleri bir sinema şeridi gibi dakika dakika göstersin Ömer Seyfettin, o da cephede olanları dakikalara sâri anlatabilmek için yazdığı notu ilk tarih atıldıktan sonra vuku bulan olayları yazarken vuku bulduğu dakikaları cümlenin başına yazmakta bulmuş, kısaca o gün tarihten sonra yazacaklarınıdakikalandırarak yazmaya başlamıştır. Harp Günlüğünü sinema şeridine döndürmüştür. 5 Teşrinisani (1328) /18 Kasım 1912 tarihinde yazmış olduğu Harp Günlüğü notunu ve bundan sonraki bazı notlarını “Saat beş, Saat on, Saat on bir” (s.124) ve 6 te4şrinisani (1328) / 19 Kasım 1912 tarihli notu “Saat on bir” (s.124) ile 7 Teşrinisani (1328) /20 Kasım 1912 tarihli notu “Gece, Saat bir” (s.125) gibi alt bölümlere ayırarak diğer notlarını eklemiştir.
“Şimdi çamurda oturuyor, ayaklarımın yaralarını yıkıyorum” (s.125) günlük notu da göstermektedir ki Ömer Seyfettin bir subay olarak savaş alanlarında cepheden cepheye intikallerde işine yarayacak en önemli uzvu olan ayaklarının tedavisini yaptıramıyor, istirahat ederek iyileşmesine fırsat bulamıyor. Subayın hali bu olunca askerin eratın halin hiç yazmaya gerek yoktur.
Arnavutluk kurtarmaya giden Türk ordusunun karşılaştığı ise ayrı bir moral bozan görüntüdür. Ömer Seyfettin Berat, 23 Teşrinisani (1328) /6 Aralık 1912 tarihli harp günlüğü notunda bu görüntüleri tarif ediyor. “Buranın ahalisi kendi kendilerine istiklallerini ilan etmişler.” İstiklallerini kime karşı ilan etmişler Osmanlıya bağlı değillerse buralarda Türk askerinin ne işi var. “Ahali o kadar Türk düşmanı ki, belediye dairesine kartallı bayrakları çekmekle kalmayarak Redif dairesindeki al ve beyaz boyalı sancak direğinin rengini bile değiştirmişler. Kırmız ve siyaha boyamışlar.” (s.131) Arnavutluk bayrağı hala siyah iki kara kartal ve kırmızı zeminden oluşmakta olup bayrak siyah beyaz renklerin hakimiyetindedir.
Günlükten 134.sayfaya kadar yaptığımız okumalar sırasında aklımız takılan birkaç husus dillendirmek istedim. Birincisi askerilerin çoğu savaş girmeden cepheler ve konaklar arasında lojistik ve intikal yetersizliğinden perişan olmuş, yine çoğu açlık ve sağlık yardımı alamamaktan israf olmuş, silah yetersiz, konaklar arasında ve cepheden ric’atlardadüşman eline bırakılan top tüfek ve diğer silahların sayısının haddi hesabı olmadığı,orduda eğitimli asker hiç mesabesinde az bulunduğu, bir düzen, ciddiyet ve otorite olmadığı için hiçbir iş neticelendirilememiş, hatta yenilgi bile bir ciddiyet ile yerine getirilmemiştir. Sanki düşman askeri ile Türk askeri iç içe iken farkında olmadan yenilmiştir.
Ömer Seyfettin’in savaş hatırlarından oluşan “Balkan Harbi Hatıraları” günlüğünün ikinci bölümünü oluşturan “Balkan Cephesinde Geçen Günler” ikinci bölümü (s.114-144) oluşturan notlar 69 güne sari olarak yazılmış ve 10 Teşrinievvel (1328) /[23 Ekim 1912] tarihinde başlayıp 6 Kânunisani (1329) /[19 Ocak 1913) arasındabitecek şekilde yazılmıştır.23 Ekim’den 19 Ocak’a geçen gün sayısı 88 gün olmasına rağmen Ömer Seyfettin bu 88 günün hepsinde günlüğüne not almamış, ancak 69 gününde not tutmaya müsait olmuştur. 19 gün ise askerleriyle cepheden ve konak yerlerinden ötekine intikallerle ve çatışmalarda geçmiş olabilir.Ömer Seyfettin bu bölümde de yazmış olduğu hiçbir günlük notunda da siyaset, devlet ile İttihat ve Terakki’nin adı geçecek şekilde eleştirici bir cümle kurmuyor.
Kitabın hatırat kısmının veya Ömer Seyfettin’in harp Günlüklerinin üçüncü bölümünün başlığı “Esaret Günleri” (s.145) olarak isimlendirilmiş.
Ömer Seyfettin 7 Kanunisani (1329) / [20 Ocak 1913] tarihinde yazdığı not ile 21 nefer ile Yunanlılara esir düştüğünü de not almış. “Kaçamadım. Yirmi bir neferle esir düştüm. Bulunduğumuztepeden efzunlar göründü. ‘Teslim olun’ diye haykırdılar. Biz de ellerimiz kaldırdık. ‘Teslim’ diye bağırdık. Neferleri bağladılar, beni yüzbaşıya verdiler.” (s.145) diyerek tarihe not düşüyor.
Ömer Seyfettin’in 3 Kanunisani (1329) [27 Ocak 1913], Narda’da yazdığına göre Müslüman bir asker dinden dönmek ister. “Yanımda kendiliğinden gelip teslim olmuş bir topçu zabiti var. Hristiyan olmak istiyor ve benim tercümanlık etmemi rica ediyor.” (s.147)Aslında barış ve güçlü zamanlarda bazı insanlar yaşadıkları ülkenin dinin menfaatten istifade etmek üzere taklit ederler ama sözde o ülke halkının yani milletin dinene inanmıştır. Böyle zor zamanlarda kimse kendisini zorlamasa da ilk işi dinini değiştirerek yeni güç dengesinden nasiplenmektir gayesi. Bunlar zayıf karakterli menfaatperest insanlardır. Dinleri uğruna ölmeyi göze alamazlar. Nitekim Ömer Seyfettin’in şahit olduğu olayda da kişi kendi rızası ile din değiştirme yollarını aramaktadır ve bunun için tercümanlık yaparak işini kolaylaştırmak için yardım etmesini istemektedir.
Ömer Seyfettin’in İttihat ve Terakki düşmanı olmadığı gibi bir aydın olarak Enver Paşa’nın şehit edilmesi haberi karşısında da haberin doğru olmaması temennisinde bulunarak, Enver Paşa’nın şehit edildiği haberi karşısında üzülmektedir. “Moralı bir Jandarma zabiti var. Bana hep fena haberler getiriyor. Bugün sevinerek geldi. Enver’in ihtilalciler tarafından öldürüldüğünü söyledi. İnşallah sahi değildir.” (s.148) Ömer Seyfettin’in günlüğüne 16 Kanunisani (1329) [29 Ocak 1923] tarihinde Narda da “Saat sekiz” diyerek yazdığı bu günlük notu da benim Ömer Seyfettin hakkında İttihat ve Terakki düşmanı olmadığı, aleyhinde bir şeyler yazmayacağı düşüncemin doğruluğunu gösterir zannederim.
Ömer Seyfettin 20 Şubat (1329) / [5 Mart 1913 tarihinde Atina’da Günlüğüne ikinci bir ayrım ile “Akşam, Saat on iki” diyerek “Ve Yanya’nın zapt olunduğunu, otuz iki bin kişi esir edildiğini söyledi.” (s.151) notunu yazıyor. Bu not Yanya’nın Yunanın eline geçtiğini ve ayrıca 32 esir verdiğimizi haber veriyor. Ancak bu esir sayısı sadece bir noktada bu kadar yüksek olursa on cephede savaşan Osmanlı askerlerinden esir düşenleri varı siz hesap edin.İkinci not da 28 Şubat (1329) / [13 Mart 1913] tarihinde Atina’da yazılmış “Bugün şehre gittim. Postahaneden annemin gönderdiği çamaşırları ve esvabı aldım.” (s.151) Bu notun enterasanlığı esir olan ve hali hazırda nakledilen, bu şehirde kaç gün kalacağı belli olmayan bir askere memleketinden posta yoluyla eşya gönderilmesi ve bu eşyaların gayet hızlı gelmesi, o günkü teknoloji ve nakil araçlarının hızı düşünüldüğünde gayet hızlı gelmiş.
Ömer Seyfettin “Esaret Günleri” (s.145-155) bölümünde 7 Kanunisani (1329) / [20 Ocak 1913] tarihinden 15 Teşrinisani (1329) / [28 Kasım 1913] tarihleri arsında yaklaşık bir yıl çeşitli yerlerde esir kamplarında kalmış, bu kaldığı yaklaşık 337 günde sadece 52 gün not yazmıştır.
Günlüklerden sonra Ömer Seyfettin’in yazmış olduğu ve Kıvılcım’da İbrahim AlaaddinGövsa tarafından yayınlanmış, Akbaba’nın 34. sayısında 2 Nisan 1339 /2 Nisan1923 tarihinde yayınlanmış olan “Borazan Bekir” (s.159) hikayesi kitaba ek olarak eklenmiş. İkinci hikâye “Ömer Seyfettin’in Köpeği” (s.162) Sadri Ertem tarafından Resimli Ay mecmuasının 31. Sayısında Mart 1929 tarihinde yayınlanmış. Kitaba eklenen üçüncü Ömer Seyfettin hikayesi “Hudut Oyunu” (s.167) Kenan Hulusi Koray tarafından Yeni mecmuanın 73. sayısında 20 Eylül 1940 yılında yayınlanmış.
“Tirendaz” (s.168) kelimesi ok atan, okçu, elinden iş gelen, becerikli manasına geliyor ve büyük ihtimalle de “Hudut Oyunu” hikayesinde “ok atan, okçu” manasında kullanılmıştır ancak bu kelimeyi rahmetlik anam temiz ve ütülü takım giyinen kişiler için “tirentez giyiniyor” diyerek onun itinalı, süslü, giyindiğini söylemek isterdi.
Kitabın dördüncü hikayesi yaşayarak sınanmış bir öykü olan “Zorla Hastalık” (s.171) aslında Ömer Seyfettin hikayesi değil yaşanmış ve Kenan Hulusi Koray tarafından kaleme alınmış ve Vakit Gazetesinde 3 Şubat 1941 yılında yayınlanmıştır.
Kitaptaki beşinci ek ancak hikâye mi yoksa yaşantıdan bir kesitlik hatıra mı ben karar veremedim. “910 Model” (s.176) Kenan Hulusi Koray Vakit gazetesinde 8236 sayısında 14 Birincikanun [Aralık] 1940 tarihinde 6 sayfada yayınlamıştır.
Kitabın altıncı eki olan “Ali Canip’e Mektuplar” (s.180) ise Hülya Argunşah’ın hazırlamış olduğu “Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri, Şiirleri, Mensur Şiirleri, Fıkraları, Hatıraları, Mektupları” adlı kitaptan alınmıştır.
Tahsin Yıldırım Ömer Seyfettin’in “Balkan Harbi Günlükleri”nden hem önce hem de sonra yayınladıkları onun malumatfuruş olduğunu gösterir. Ayrıca Ömer Seyfettin haricinde Balkan harbinde aşırı bilgi vermiş, hem de ittihat ve Terakki gibi Ömer Seyfettin’in menfi bakmadığı bir kurumu ve mensuplarını menfi göstermiştir.Ömer Seyfettin’in günlüklerinde öne çıkarılması gerekenler gölgede kalmış, Tahsin Yıldırım’ın eklediği bilgiler öne çıkmıştır.