Devlet AĞDUR
devletagdur@hotmail.com
15 Temmuz’un ardından Fetö işgal girişimi ile ilgili yapılan uygulamalarda devletin en yetkili ağzı, at izi ile it izinin birbirine karıştığını ifade etti. zaten en son gözaltı sürecinde yaşananlar da gösterdi ki bazen maksadını aşan ve belli bir algıyı oluşturmayı amaçlayan tutumlar sergilenmiştir.
Burada şaşkınlığa sebep olan, bütün Türkiye’nin tanıdığı Türk milliyetçisi yazarlara isnat edilen suçlamadır. Ömrünü memleketine vakfedenler memlekete ihanet eden bir yapı ile ilintili gösterilmeye çalışılmıştır.
Burada her ülkücü, asi de olsa, baba gibi düşünmese de Devlet’inden bir beklenti içine girdi:
Türk milliyetçileri bekledi ki, Milliyetçi irade “ Biz kendi aramızdaki meseleleri teşkilat yapımız ve ülkücü geleneğimiz doğrultusunda çözeriz. Ama sarı öküzümüzü de vermeyiz.” Desin.
“Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz .” beklentisi içinde oldu…
Söz olsun ki; zor zamanda hakikati haykırsın.
Söz olsun ki; Sahibinden peyda olsun.
Söz olsun ki; Bozkurt gibi kükreyip Devlet olmanın güven ve huzurunu hissettirsin.
Söz o olsun ki; Bozkurt’un izinde olmanın gururunu yaşatsın.
Yani ülkücü olmanın ve ülkücü kalmanın ne büyük bir şuur ifade ettiği ortaya çıksın.
Hani demişti ya o söz, “Ülkücü ülkücünün öz gardaşıdır” diye.
…
İşte uzun zaman önce okuduğum “ÜLKÜCÜ OLMAK ÜLKÜCÜ KALMAK” başlıklı yazı tam da bunu hatırlatıyordu:
“Tarihin derinliklerine baktığımızda belli bir ideal çerçevesinde şekillenmiş hareketler daima çile, ıstırap, acı, gözyaşı ve mücadeleyi de beraberinde getirmişlerdir.
Üstelik pek çok kez de içinde bulundukları topluluklarca anlaşılmamış, öteki olarak gösterilmiştir.
Pek çok ideal sahibinin defalarca okuduğu Galip Erdem’in Ülkücünün Çilesi’ndeki şu satırlar da idealistlerin halini gayet net özetlemektedir:
“Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktur. Daimi bir mücadele içinde ömür tüketirler. Hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatıştıkları görülür. Arkadaşları ile, aileleri ile, hatta sevdikleri ile.. Belli bir ülkünün esaslarından ziyade politikanın değişen icaplarına uymayı tercih eden kudret sahipleri ile de sık sık ihtilafa düşerler. Çok defa, başlari belaya girer; gene de sinmezler. Bu halleri ” kalabalık”a göre, uslanmamaktır; kendilerine göre de, yılmamak.”
Bu alıntıda belki güncelliği ile alakalı olsa gerek ki şu bölüm daha da dikkat çekicidir:
“Belli bir ülkünün esaslarından ziyade politikanın değişen icaplarına uymayı tercih eden kudret sahipleri ile de sık sık ihtilafa düşerler.”
Evet!
Diyarlardan diyarlara koşanlar, sürgün yiyip, ceza alanlar, yapa yalnız kalanlar, en yakınları tarafından terk edilenler, ödenecek ne kadar bedel varsa ödeyenler ve ödemeye devam edenler.
Yani ülkücü olan ve ülkücü kalanlar.
Yıllarca şaşırdı pek çok zaman pek çokları, ülkücü olanlardaki bu, onlara göre “inatçı” ülkücülere göre “imanlı ve kararlı” tutuma…
Sonra gülüp geçtiler, “Bunlar dünyadan bi haber.” Dediler. Ülkücü olanlar da acıdı onlara, “Keşke bilselerdi, anlasalardı” diye…
Ardından zaman geçti. Niceleri nice gömlekler değiştirdi. Ne büyük(!) nimetlere kavuştular. O gücün cazibesi karşısında saflar yeniden netleşti.
Bir de baktık ki insanların değerlerine paha biçilir olmuş.
“Satılık” tabelaları revaç görmüş. Köle düzeni kurulmuş. Efendiler edinmeye başlamış kimileri…
Peki ya gerçekten Ülkücü olanlar?
Ne söylemeliydiler bu hal karşısında? Gidenler, gidilemeyenler, selam verenler, selam bekleyenler ve vefa…
Ülkücü olduğunu söyleyenlerin çok da ilgi duymadığı ama , Ülkücü olanlar ve ülkücü kalanlarla beraber olduğunda çok sık kullandıkları bir kavramdı bu vefa…
İyi de karşılık görüyordu bu yaklaşım. Basamaklar hızla tırmanılıyor hele isim ve soy isim de bazı şeyleri çağrıştırıyorsa, değme ülkücü görünenin keyfine…
Ama, artık…
Ülkücü görünenler söz sahibi edilmemelidir ülkücü olanlara.
Ülkücü kalanlar, cefaya, çileye, ezaya katlananlar, artık sırça saraylarda ülkücü görünenlerin tasallutu altında bırakılmamalıdır.
Zaten ülkücü kalanlar söz sahibi olursa ilgili yerlerde, o zaman ülkü de ülke de ikbale, yeni ufuklara, hayaldeki medeniyet tasavvuruna kanat açacaktır.
Öyleyse artık ülkücülüğü bir yaşam tarzı olarak gören ve ülkücü kalanlar, bir kadro hareketi anlayışı ile fitneye kapılarını kapatarak, beklentisiz bir şuur ile Yaşatma ideali adına söz sahibi olmalıdır sözün söylendiği yerde.
Varsa hala olmaması gereken mevkide ülkücülerden geçinenler, derhal kendilerine layık gördükleri yerleri mekan tutup seciyesinin gereğini ifa etmelidir.
Bilinmelidir ki, hareket kimseye makam kazandırmak, ikbal sahibi yapmak, basamak olarak kullanılmak için vermedi binlerce şehidini…
Unutulmasın ki, göz yaşları içerisinde uğurladığı yavrusunun şehadet haberini alınca “Neyleyim ki oğlum Allah davasının davacısıydı. Tek suçu ülkücü olmaktı. Ben de ülkücü kalacağım.” Diyen annenin evladı, ahde vefasızlık edilsin diye düşmedi toprağa…
Üstelikte bu memleketin ikbalinin de ülkücü olan ve ülkücü kalanlarla doğru orantılı olduğuna iman ediliyorsa artık ülkücü görünenler çeksin kirli ellerini hareketin üzerinden.