“Türk milletine savunma -3” başlığıyla yapılan yazılı açıklamada, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ şu görüşleri savundu.
“TÜRK MİLLETİNİN AKLI İLE ALAY EDİLMEKTE”
“Savcılara göre, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızan ve ilerleyerek Türk Ordusunda Genelkurmay Başkanlığına, örgütte de üst düzey yöneticiliğe yükselen, 26’ncı Genelkurmay Başkanı’na yöneltilen diğer bir suçlama ise şöyledir (Mütalaa sh:2038):
“Örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın açıklamaları ve değişik faaliyetlerle, devam eden Ergenekon Terör Örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü ve yazılı beyanlarda bulunmak…”
Böyle bir iddiayı ileri sürebilmek için insanın; Türk Ordusunu hiç tanımaması, anlamaması, Türk Ordusunu başka kuruluş ve yapılarla karıştırması gerekir. Bu iddia çirkindir, ağırdır. Bu iddia ile, Türk Milletinin aklı ile alay edilmekte, binlerce yıl geçmişi olan devlet anlayışı da yerle bir edilmektedir.
“SOMUT DELİLLERİ DE ORTAYA KOYMAK ZORUNDADIRLAR”
Bazı savcılar, böyle bir durumun olabileceğini çeşitli nedenlerle düşünebilirler. Ancak, bu düşündüklerini bir hukuki belgeye yazma noktasına gelmişlerse, bir hukuk devletinin gereği olarak, yazdıklarının dayandığı somut delilleri de ortaya koymak zorundadırlar.
En azından şunu söylemeleri gerekir; 26ncı Genelkurmay Başkanı bir türlü somut olarak ortaya konulamayan örgütün amaçları doğrultusunda bu şekilde hareket etme talimatını kimden, ne zaman, nerede, nasıl almıştır?
Mütalaada iddia edilen örgüte ilişkin hiçbir yapılanma bilgisi olmadığı gibi, elbette bu soruya cevap olarak ta hiçbir şey yoktur. Mütalaada, savcılara göre suç unsuru teşkil edebilecek iması yapılan özellikle arz eden bir iki örneğe ağırlık verilmektedir.
‘TRABZON’DAKİ KONUŞMAMDA ALEYHE VE YARGILAMAYI ETKİLEMEYE YÖNELİK BİR SÖZ YOKTU”
Bunlardan birincisi, 17 Aralık 2009 günü Trabzon’da yapılan konuşmadır. Bu konuşmadan sadece şu cümle alınmıştır:
“TSK’ye karşı yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekata değinmek için, özelikle Oruç Reis Fırkateyni’ni seçtim, bunun özel bir anlamı vardır, herhalde bunu herkes açıkça ne demek istediğimi de anlamaktadır.”
Ceza Muhakemesi Kanunun 160. maddesine göre, savcılar hem lehte hem de aleyhte olan delilleri toplamakla sorumludurlar.Ama, maalesef bu hukuki sorumluluğun yerine getirildiğine dair, mütalaada hiçbir şey yoktur. Savcılar, eğer Trabzon konuşmasına CMK’nın 160ncı maddesine göre baksalardı, ne kadar anlamsız bir işle uğraştıklarını kolaylıkla görebilirlerdi. Konuşmada söylediklerim:
“Son zamanlarda artan toplumsal olaylarda şiddete başvurulduğunu görmekteyiz. Bu olaylar hiçbir şekilde kabul edilemez. Herkes itidal ile hareket etmelidir. Toplumsal çatışma hiç kimseye ve ülkemize fayda sağlamaz.Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekata ilişkin bazı hususlara değinmek istiyorum. Ciddi hukuk devletinde imalı konuşmalara, dedikodulara yer yoktur. Türk Silahlı Kuvvetlerine haksız yere her gün gündemde tutarak, gerçek dışı olaylara, yalanlara dayalı, önyargılı olacak bazı çevreler tarafından asimetrik psikolojik harekat yürütülmektedir. Adli Makamlar, ihbar mektuplarına özellikle itirafçıların ve gizli tanıkların verdikleri ifadeler karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidir.Türk Silahlı Kuvvetlerinde, hiçbir zaman hataları örtme, suçluları koruma durumu olmamıştır. Gün, birlik, beraberlik ve bütünlük günüdür.”
Bu ifadelerde, ne hükümet aleyhine söylenmiş bir söz, ne de yargılamayı etkilemeye yönelik bir söz vardır. Aksine, itidal, duyarlı ve dikkatli hareket edilmesine tavsiye ve işbirliği önerisi vardır.
“KAFES- MANŞETİ İLE HABERDEKİ PERSONEL ADETA MAHKUM EDİLMİŞTİR”
Deniz Kuvvetleri personeline yönelik “Kafes eylem planı” ile ilgili soruşturmaya 5 Kasım 2009 günü başlanılmıştır. 19 Kasım günü de, gizlilik yine ihlal edilerek, bir gazete de kod adı Kafes manşeti ile soruşturmaya ait haberler sayfa sayfa yayınlanarak adı geçen personel adeta mahkum edilmiştir. 29 Kasım günü kadar geçen sürede de 29 Deniz Kuvvetleri personeli Poyrazköy davası nedeniyle ifadeye çağrılmıştır. Bu olayların Deniz Kuvvetleri personeli üzerinde olumsuz etkiler yarattığı ortadadır. Bu durumlara karşı bir Genelkurmay Başkanının sessiz kalması düşünülemez. O komutasında, Oruç Reis Fırkateyninde, 17 Aralık günü bir konuşma yapmasından da daha doğal bir şey olamaz. Burada esas doğal olmayan, isyan edilmesi gereken diğer olaylar vardır. Soruşturma safhasında, insanların teşhis edilmesi, aşağılanması ve yargısız infaz edilmelerine karşı ısrarla durmamıza rağmen, savcılar ne yapmışlardır?
“AĞIR İTHAMI KABULLENEMEYEN, ŞEREFLİ TÜRK SUBAYI İNTİHAR ETMİŞTİR”
Deniz Öğretmen Yarbay Ali Tatar, 5 Aralık’ta tutuklanmış, 16 Aralık’ta ise serbest bırakılmıştır. İşin garibi; Trabzon konuşmasından bir gün sonra 18 Aralıkta hakkında tekrar yakalama kararı çıkartılmıştır. Kendilerine yöneltilen suçlamalar arasında iddia edilen, kamuoyuna o şekilde yansıtılan, “amirallere suikast” davası da vardır. Böyle ağır bir ithamı kabullenemeyen, onurlu, şerefli Türk Subayı Ali Tatar intihar etmiştir. Geçtiğimiz günlerde ise, bu davayı yürüten Mahkemenin “amirallere suikast diye bir dava yokturö dediği basında yer aldı.
“SAVCILAR BU İŞLENEN İNSANLIK SUÇU KARŞISINDA NE YAPMIŞLARDIR”
Şimdi soruyorum, savcılar bu işlenen insanlık suçu karşısında ne yapmışlardır? Ne düşünüyorlardır? Mütalaada yer alan, suç unsuru olarak görülmeye çalışılan ikinci konu ise; bir gazetede yer alan röportajdır. Savcılar röportajdan şu kısmı almışlardır: “Ama işte bunlar sabrı taşırıyor. Bütün bunlar benim askerimin moralini bozuyor. Ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım.”
“BEN BUGÜN DE BU SÖZLERİMİN ARKASINDAYIM”
11 Şubat 2010’da yapılan röportajda şu konulara değindim:
“Deniz Kuvvetleri sürekli gündemde. Kendi Komutanına suikast yapmayı planlayan bir yapı olur mu? Deniz Kuvvetleri üzerinde ciddi bir karalama kampanyası var. Aşırı maksatlı. 5. İddianamede suikast suçlamasına yönelik ceza istenilmesi var mı? Yok. Aylarca suikast diye bağırdılar. Yokmuş, yeter yahu. Karadeniz’in önemi gittikçe artıyor. Doğu Akdeniz’deki zaten malum. Denizler önemli: Benim kaygım yok. Deniz Kuvvetlerimiz çok güçlü. Modern. Ama, son olaylarda Deniz Kuvvetlerindeki personelimizin moral durumunda ciddi sıkıntılar, ciddi sorunlar var. Hepsinin komutanı olarak bu beni rahatsız ediyor. Askerin morali sadece benim sorunum değildir. Bu ülkenin sorunudur. Morali bozuk bir Ordu, ülkenin sorunudur. Ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım.”
Evet, ben bugün de bu sözlerimin arkasındayım. Genelkurmay Başkanlığı görevinden ayrıldığım son dakikaya kadar, yetki ve sorumluluklarım çerçevesinde haksızlıklara karşı mücadele ettim, bu yapılanlara karşı hiçbir zaman sessiz kalmadım. Bu benim, Türk Ordusuna komuta eden bir Komutan olarak görevimdi, sorumluluğumdu. Aksini düşünenlere şaşarım.
“İKİ İDDİA DA TEMELSİZDİR”
Savcılara göre yapılan bu konuşmalarla iki suç işlenmiştir. Birincisi, Ergenekon Terör Örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmalar etkilenmek istenilmiştir. İkincisi, böylece devlet yöneticileri baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Konuşmalar ortada. İki iddia da temelsizdir. Ama hala bu konuda ısrar edilmek isteniliyorsa, şu sorulara cevap verilmesi gerekir.
Eğer bu konuşmalarda savcıların düşündüğü gibi iddia edilen suçlar işlenmiş ise, konuşmaların akabinde neden ilgililer tarafından gerekli yasal yaptırımlara başvurulmamıştır. Çünkü, bu konuşmalar doğrudan kamuoyuna aksetmiş, aleni şekilde yapılan konuşmalardır. Neredeyse 4 sene geçtikten sonra belirli amaç bu konuşmalara dört elle sarılmaya çalışmak, bir hukuk devletinde olacak birşey değildir.