
Stratejik Derinliği Olmayan Siyasetimiz
Siyaset, insanların insanlar üzerine uyguladığı en büyük çaplı ve en riskli işlem, en tehlikeli oyun olmakla, muhakkak ki dünyanın en zor san’atı olduğu gibi aynı zamanda en kirli zenaatidir. Bu sebeple en temiz şekliyle icra edilirken dahi kirlidir ve yine bu sebepledir ki krizi az olduğu nisbette de dünyanın en soylu san’atına dönüşür; keza, bunun içindir ki, adil ve dürüst-yani ne kadar adil ve dürüst siyaset kelimesinin etimolojisine dikkat edildiğinde dahi ne kadar netameli bir alanda konuşulduğu görülecektir. Batılı yazar Bernard Lewis’in bildirdiğine göre, dilimize Arapça’dan – Arapça’ya da muhtemelen İbranice’den – geçmiş olup, köken olarak “at terbiye etmek” manasına gelen “sase/sesusu” kökünden türetilmiş olan bu kelimenin Arapça’daki ilk kullanımı da at terbiyesi veya atçılık anlamına gelen “siyasetu’L-Hayl” şeklindedir ve kelimenin İngilizce’deki muadillerinden olan “management” kelimesinde de at terbiyeciliği manası vardır (Bkz.: Bernard Lewis, “Siyaset”., Bülten., Kasım 1990, s.3-4, Çeviren: Cengiz Kallek).
Batı dillerindeki siyaset kelimesi olan ‘Policy’nin kökeni ise ‘politei (şehir, devlet) olup, önceleri şehir yönetimi anlamında kullanılır olmuştur; ancak onda da hayvan gütme anlamı, içine gömülü olarak ber yerlerde durur. Söz gelimi ‘İdeal Politika’ filozofu Eflatun (Platon), tanınmış eseri “Devlet Adamı’nda (Politikos), devlet yöneticisini koyun güden ve emrinde, güttüğü koyunları zapturapt altında tutabilmek için köpekleri bulunan bir çobana benzetir.
Bu misaller daha da çoğaltılabilir ki hepsinde de insan ruhunun bütün yansımasını görmek mümkündür; insanoğlu, yaratılışı itibariyle kötüye, eğriliğe daha meyilli olduğu için onda dümdüz olan bir şey bulunmaz ve bu yüzden de eğri varlıkların eğri varlıkları yönetmesi, sevk ve idaresi demek olan siyasetin de zatı itibariyle dosdoğru bir iş olamayacağı kendiliğinden anlaşılabilir bir şey olur.
Ancak, bütün bunlara rağmen, aynı insan iyiliğe de meyillidir ve aynı insanda iyilik, doğruluk, güzellik, adalet ve hakkaniyet gibi fitri kabiliyet ve beceriler ve bunlara yönelik yetkinleşmeler de vardır; işte, bir cemiyetin kalitesini belirleyen insanın bu farklı yapısının niteliğidir, iyi bir cemiyet derken, kötülüğün hiç olmadığı değil, iyiliğin, ortalama olarak, kötülüğe galebe çaldığı bir cemiyet kastedilir, tıpkı “iyi siyaset” derken kastedilen anlamda olduğu gibi. Felsefenin en zorlu kavramlarından olan “iyi” ve “kötü”nün analizi ile vakit kaybetmeden, konumuz açısından, kısaca, ilkin yönetenlerin yönettiklerinin “sürü” olarak telakki etmediği bir siyaset tarzına “iyi siyaset” diyebileceğimizi söyleyebiliriz ki, bu siyasetin ahlaki tarafı olmaktadır.
İkincisi ise, “iyi siyaseti” başarılı olan siyaset ve bu iki şartı sağlayan siyaseti ise, yine çok kısaca “sıra-üstü siyaset” olarak tanımlayabiliriz ve tabiyatiyla, bunun karşıtı olarak da “sıra-altı siyaset”de tanımlanmış olmaktadır.
Sıra-altı siyaset diğer bir ifadeyle, “sığ siyaset”, yönetenlerin yönettiklerine karşı ahlaki davranmadıkları ve aynı zamanda başarısız da oldukları siyasettir.
Türkiye’de tatbik edilen siyaseti oldukça isabetli bir şekilde anlatan bir tanımlamaya ulaşmış sayılırız: Türkiye’deki siyaset, sadece günümüz itibariyle değil, en azından uzun zamandır hatırlayabildiğim dönemlerin çoğu için geçerli olan bir siyaset; ‘sığ siyaset’.
Niçin sığ ve niçin sonra altı?
Çünkü öncelikli ahlaki değil, sonrada başarılı değil. Burada “iyi” – yanı sıra – üstü yani ahlaki ve başarılı – bir siyasetin aynı zamanda cemiyetin kalitesiyle de alakalı olduğunu hatırlatıp şimdilik üzerinde durmaksızın sadece siyasetçi üzerinde odaklanarak ahlaki olmadığını, çünkü siyasetçi ahlaki olmadığını ve yine başarılı olmadığını, çünkü, insanımızın genellikle en kalitesizinin profesyonel olarak siyasetle istiğal ettiğini vurgulamalıyız.
Platon (Eflatun; “aydınlar siyaset ile uğraşmazsa, cahiller tarafından yönetilmeye mahkum olurlar.” sözü de bize bu hususta ibretliktir.
Tabi bu kadar olumsuzluk bir araya gelince de bundan gayrisi herhalde beklenemez olsa gerektirir; siyasetçi ahlaki davranmıyor, çünkü bir yandan cemiyet iyi siyasetçiyi de ifsad edebiliyor, ama asıl problem cemiyetten ziyade, Fransız siyaset sosyolojisi uzmanlarından “M. Duverger”in tabiriyle, “seçimle gelen Krallar” mesabesinde olan siyaset erbabında.
Yine siyasetçi başarısız, çünkü hemen çoğunun ufku sığ, siyasette stratejik derinliği yok, yönettikleri milletin, ne tarihini biliyorlar ne de siyasi tarihinden haberi var.
Türkiye’de uygulanan politikanın kalitesine ve Müslüman Türk milletinin vicdanını sızlatan siyasi olaylara ve yapılan “akil” işlere bakıldığı zaman karşımıza şöyle bir politik manzara çıkmaktadır;
Türkiye’nin, önce bölgesinde ve sonra da dünyada, kişilik ve irade sahibi, devlet olma geleneğine ve bilincine gerçek anlamda vakıf, devlet geleneğini zenginleştirerek geliştiren, kişilik, irade ve bilincini agresif olmayıp, bilakis, kendi – kendisini “tasfiye” sürecine girmiş, dışarıdan gelecek – özellikle İsrail ve ABD ve de AB’den her türlü telkin ve yönlendirmeye açık, “direnme ve milli gücü” ve kabiliyetinden mahrum hale getirilmiş, devlet olmaktan çıkmaya başlayan, milli ve dini bütünlüğünü kaybetmeye yönelik; bir gelecek tasavvuru, nevi şahsına münhasır bir medeniyet ideali ve projesi, gelecek yıllara ve hatta yüzyıllara uzanan “stratejileri” kalmamış bir ülke haline gelişi, O’Nun ciddiye alınır olmasını ciddi şekilde engellemektedir. Bütün bunların aksi varid olaydı, değilki Yahudi Barzani ve siyasi fahişe olarak tanınan Talabani, ümmi bir dağ çobanı dahi, bu coğrafya da böyle bir ülkenin varlığına rağmen racon kesmeye kalkışılamayacağını elbette idrak edecektir.
Binlerce Müslüman Türk milletinin evlatlarını katleden, İsrail-ABD ve AB’nin kurup, büyüttüğü, beşlediği kızıl faşist PKK’nin temsilcileri ve APO’nun bu ülkeye ve Türk milletinin devletine, Barzani ve Talabani gibi meydan okumaları, Amerikan ve İsrail tetikçisi Barzanistan karikatürünün kuruluşuna asıl sebep işte Türkiye’nin “sığ, sıra-altı ve stratejik derinliğe ve şuuruna sahip olmayan politikanın neticesidir de.
Tarihten ders almayanlar, tarihe gömülür; buyrunuz nitekim; bir taşra kasabasını dahi yönetmeye ehil olmadığı halde, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yönetimini ele almış tarih bilincinden ve stratejik ufuktan yoksun politikacılarının Kuzey Irakta’ki – Yahudi – Kürdisan/Barzanistan’ın kuruluşundaki ve akabinde gelecek belalardaki rolü, bir o kadar kabiliyetsiz İttihad ve Terakki erkanının Balkan faciasındaki rolü ile benzeşmekte ve özleşmektedir.
Şöyle bir hafızamızı yoklayalım:
II. Abdülhamit Han, Balkanlardaki devletler arasında birlik oluşmaması için, Osmanlı Devleti’nini korumak için, kiliseleri arasında çatışmaları, ajanları vasıtasıyla, Balkan ülkeleri arasındaki politik çatışmalara döndürmüştü. Ama cehalet örneği; İttihat ve Terrakki, rakipsiz olarak iktidara geldiğinde, ilk iş olarak, Balkan devletlerinin Türkiye’ye karşı ittifak etmelerindeki en büyük mani olan bu “Balkan kiliseleri” arasındaki – Abdülhamit’in çıkarttığı – ihtilafları giderip, aksine bu ihtilafı, Kiliseler ittifakını dönüştürmek suretiyle düşmanlarımızın birlik olmalarını sağlamış ve bunun acı faturasını, Müslüman Türklere ve Türkiye’ye, Balkan topraklarındaki varlığımızın iki yıl gibi kısa bir müddet zarfınan silinip yok edilmesine sebebiyet veren ve tarihe “Balkan Faciası” olarak geçen trajedi ile ödetmişti.
Evet tarihten ders almayana, tarihin sillesi çok ağır olur; Turgut Özal’ın Başkanlığı zamanında, Kuzey Irak’taki Barzani ve Talabani arasında çatışmalar varken, birbirleriyle didişip, ülkemize şerlerini sıçratmazken, Turgut Özal; “ne diye dövüşüyorsunuz, gelin birleşin ve ben sizlere de Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı pasaportu da vereyim” demesiyle, iki şer gücün birleşip ittifak yapmasına ve düşmanlıklarını Türkiye’ye doğru yönelttiler. Geçen asırdaki ittihatçıların işlediği hatanın aynısı işlenmiştir.
Bu şekilde Müslüman Türkler’in ve Türkiye’nin kan içici düşmanları birleştirilerek Kuzey Irak’ta ikinci bir Yahudi-Kürdistan temellerine Türkiye yöneticileri harcı koşmuş oldular.
Lafontaine’in tilkisi ağzından peynirini kaptığı kargaya “aptal aptallar olmazsa, iş kalmaz açık gözlere” der; siyasette de böyledir. Bir tilkiler vardır, bir de kargalar ve dahi kargaları kimse ciddiye almaz;
Tarihi şuurdan yoksun, siyasi strateji derinliğinden mahrum, bırak ufku görmeyi önündeki çukuru bile görmekten aciz politikalar yüzünden sıra Türkiye’nin parçalanmasına gelecektir.