Bugün, aklına gelen her türlü başarısızlığın faturasını Genel Başkana kesenlerin gözden kaçırdığı bir konuya değinmek istiyorum. Bu sadece MHP’nin meselesi de değil, siyasette adı konmamış bir “merkezi sorumluluk sistemi” var. Bazıları bunu, “karizmatik liderlik”le bazıları da “aşırı merkeziyetçilik”le açıklıyor. Ancak konu, her zamanki gibi biraz daha derin.
Eflatun’dan İbn Haldun’a, Yusuf Has Hacip’ten Yusuf Akçura’ya kadar “monarşi” dönemlerinin bütün düşünürleri, bugün bile bize ilham veren eserleriyle yaşıyorlar. Marks’ın 21. Yüzyıla kadar sürüklenen tezlerinin tamamı da Tarihin “monarşik” ve feodal hikayelerinden oluşuyor.
“Arkamızdaki Tarih monarşik diye” geriye bakmadan yürümek, Tarih içinde Tarihsiz yolculuk yapmak anlamına geliyor.
Tarihte bütün “genel başkanların” en büyük sorumluluğu “karar” vermek olmuştur. Osmanlı’da siyasi başarının ortak sorumluları, merkezde divan üyeleriydi. Eyalette ise Beylerbeyi, Sancak Beyi, Kadı, Sübaşı, Tımarlı Sipahiler ve köylerde Köy Kethüdası denilen muhtarlardı.
Doğubeyazıt’taki bir köy muhtarının, köylülerle birlikte sınırı geçip, bir Şii köyünü ateşe vermesi, bir Osmanlı-İran savaşına sebep olabilir ve devlet sonuçta Kars’ı, Van’ı ve Hakkari’yi kaybedebilirdi. Bu durum “siyasi yürütme” sorumluluğunun o kadar da “merkezi” olmadığını gösteriyor. Sınırdaki Tımar Beyini, veya Akıncıyı sorumluluğa davet eden, onu hatadan uzak tutan, padişahtaki kararlılık, yani O’nun, “tiz kellesi vurula” kararını vermekteki “yetkinliği”ydi.
İlçe Teşkilatlanmasının Tarihi Kökleri
Konumuz liderler değil, “ilçeler” yani kazalar!.. “Kaza” adı nereden gelir ve siyasi hareketlerdeki yeri ne kadar önemlidir? Bu bir uzmanlık sorusudur, lugat burada bir yere kadar fikir verebilir ve bu bahisten ciddi bir sonuç çıkarmak için yine tarihe bakmak gerekir.
“Adalet”i mülkün temeline alan Osmanlı Devletinde “yargı”nın “kaza-i askeri” adıyla öne çıkarılan felsefi bir boyutu vardı. “Kaza-i ilahi”ye, yazgıya nazaran yapılmış bu adlandırma, olgun ve ilahiyat merkezli bir devlet anlayışını yansıtıyordu.
“Kaza-i askeri” ilahi kazanın beşeri alternatifi olarak ortaya çıkmıştı. Medresedeki uzun tartışmalardan sonra yargıya bir ad vermeye sıra geldiğinde, “Türk asaleti” devreye girmiş ve “insanın yargıya ancak vesile olabileceğine” hükmedilmişti.
Devlet, “beşeri yargı”yı ancak Allah’a vekaleten kullanabilirdi. Her şey gibi, hayır ve şer gibi kaza ve kader de Allah’tandı. Askeri bir devlet olan Osmanlı, bütün resmi işlerini Allah’ın emrindeki “askeri” işler olarak gördüğü için dağıttığı adalete de “kaza-i askeri” demeyi uygun görmüştü. “Yargı”nın divandaki başı olan “Kazasker”in unvanı da işte bu “Kaza-i askeri”den geliyordu.
İletişim imkanlarının son derecede kısıtlı olduğu yüzyıllar boyunca vatandaş, devletine iki kalem hizmet etmiş, iki kalem de istekte bulunmuştu. Bu hizmetler “vergi ve askerlik” istekler ise “güvenlik ve adalet”ti.
Bin yıldır devletin asker ve vergi topladığı, adalet dağıttığı son nokta, “kadı”ların (devletin) tezahür ettiği “kazalar” yani ilçelerdir. İlçe, devletin vatandaşla, vatandaşın siyasetle ilk temas noktasıdır.
Bunu bir süpermarket zincirine benzetebiliriz. Vatandaş, Genel Merkezdeki bayat balık kokusundan rahatsız olup da sizden alışverişi kesmez. Ancak mağazanız, yani “halkla temas noktanız,” bizim konumuzdaki haliyle “ilçe teşkilatınız” her türlü kokudan, pislikten ve personel çekişmesinden uzak olmazsa; “genel müdürün evliya olması bile” iflastan başka bir sonuç getirmez.
İlçelerde faaliyet yoksa, çekişme varsa bir “il başkanı” kiminle çalışır? Böyle bir teşkilatla genel başkan nasıl çalışır? Bu soruların cevabı aranmalıdır. İlçeler köy kahvesinin eşiği, iller ise bizatihi birer “ilçeler birliği”dir.
Ankara’nın, İstanbul’un ve İzmir’in, Manisa ve Çanakkale gibi birer “merkez ilçesi” bile yoktur. Büyük illerin “metropolitan ilçelere” taksim edildiği yeni idari yapılanmada, siyasi çalışmalar, “İlçe odaklı” olmak zorundadır. Bu yüzden de Siyasetin halkla buluştuğu noktalar, “akınsız akıncılara, ehliyetsiz kadılara” teslim edilemez. Bu yöndeki özensizliğin ihanetten farkı yoktur.
AKP’nin uzayan hegomonyasının mimarı, tek başına Erdoğan değildir. Kimse liderin, şapkadan tavşan çıkarır gibi “tek kürsüden iktidar çıkarmasını” beklememelidir.
Şehitler yadigarı MHP, kendi haline bırakıldığında bile doğal sayısal artış sağlayan bir çiftlik değildir. Bu seçim maratonunda zaferin de, hezimetin de sorumluluğu “ilçelerin” olacaktır.