12 EYLÜL’LE HESAPLAŞMA VEYA ÖNEMLİ MESELELER
İş tıkırında iken demokrasi havariliği yapmak, Avrupa Birliği kriterlerini anayasallaştırmak kolay bir iş, hattâ ucuz kahramanlıktır. Veyâ seneden seneye bir defa 12 Eylül’ü hatırlayarak birkaç lâf etmek de çok şey ifâde etmiyor. Yahûd da “Yaygaracı Sol” gibi kitaplar düzüp, defterler açarak, ortalığı toza dumana katıp 12 Eylül’ün gerçek mağdurları olan “Ülkücüleri” kaatil ilân etmek de artık para etmiyor. İşin aslına bakın, esasını kavrayın artık! Basit ayak oyunları ve yıldırma politikaları ile hakikatı daha ne kadar hapsedebilirsiniz! Mağdur oldukları hâlde “yaygara” yapmayan sessizleri görmememezlikten gelemiyeceğiniz, hatta onlara şiddetle ihtiyacınız olan bir dönemeçtesiniz.
Şahsen bu satırların yazarı da bir 12 Eylül mağdurudur. 12 Eylül’ü yazan gençlerden, Adana Dâvâsı’nı tam ifâde edene rastlamadım. Anlaşılan sol görüşlü arkadaşlarımız da henüz hizaya gelmememişler ve geçmişten ders almamışlar ki, hâlâ benim gibi bir öksüzün sırtına 100 cinâyet vuruyorlar. Allah size biraz akıl versin, bu iş bu kadar kolay mı? Ben şaşıyorum biz nasıl adammışız diye.. Vallahi yıllarca kendimden şüphe ettim.. Yarini öldürmüş olmayı istesem de olmuyor ki..
Adana Olayları’ndan yargılanıp da cezasını çekip aramıza dönen ve bugünkü cemiyette başarıları ile öne çıkmış, 12.Eylül.1980 gününün ayakta olan gerçek kahramanları Kadir Akgöllü ve Şahin Bilgiç neden kendilerini, ifâde etmediler! Sahi MHP’deki politik hayatında başarılı olan Fatih Zorba çok şey bilenlerden ve başından çok şey geçenlerden. Bu üçlü ve daha aklıma gelmeyen, bizzat beraber olduğum ipe giderken eteklerinden tuttuğum ve yakın olduğum insanların başından geçenleri anlatmaya ve yazmaya eğitimleri de yeterlidir.Benim gibi işe yaramaz abileri geçin.. Bu kadar şişirilmeye rağmen bir iş becerememiş, hakikatten muzır olan birkaç kişiyi ortadan kaldıramamış, bir köpeği bile kovalayamamış, bunca yıl karnını bile doyurmaktan aciz bir adam ne yapabilir ki.. Aramızdan ayrılan yiğitlerden Muhtar Sezai ve Hacı Bayrak kaç yıldır susuyorlar. Delikanlıların gerçek ağabeyi Süleymen Koçel ”Rahmet-i Rahman” da bizi beklerken, diğer ağabey Mehmet Sakar ya ne iş yapar? Bunları şöyle bir gecede 500 sayfa yazsalar da bekleyenlerimize elimizde bir hediye ile gidebilsek !
Peki bizim siyâset ne yapıyor? Vallâhi ben o işi pek bilmem ama isteyerek ve gücümüz nisbetinde şu seçimler içinde bir işe yararsa böyle kırık-dökük yazmağa istekliyim. Tabii işe yaraması kaydı ile.. Yaramazsa benim kitap çalışması gibi başka işlerim var. Eh onlar da bir boşluk dolduruyorsa da doldurmuyorsa da evde 24 saat oturarak başka iş de yapılmaz! Siyâsette gördüğüm şu ki 1980 öncesinin destan kahramanlarını MHP sırtlamağa hazır.. Hamdolsun ki kaldıracak gücü de var.. Son genel seçimlerde yanılmıyorsam 6, mahalli seçimlerde ise 7 milyon oy almıştı. Şu anda durumun çok, çok daha iyi olduğu ifâde edilmektedir. Özellikle CHP’den MHP’ye akan gerçek dostlarla adam gibi kucaklaşmak şarttır.
MHP’nin, ülkücülere ne yapması lâzım? Kesinlikle şu “Eski-Yeni” ayrımını ortadan kaldırıp evvelâ ciddi bir imtihâna tabi tuttuktan sonra faal politikaya çekmeli ve yola “Eski Kurtlar”dan ziyâde genç “Bozkurtlar”la devâm edilmelidir. Yani kesinlikle, özellikle mahalli seçimlerde seçilecek sıralarda listelerde “Bozkurtlar”a yer verilmeli ve böyle canlı bir deneyin sonucuna göre genel seçimlerde “ülkücü adaylar” öne çıkarılmalıdır. Her ülkücü eğitim ve becerisine göre politika yapmaya hazır emireri gibidir. Eğer mahalli seçimlerde %100 ülkücü adam yoksa, çevresinde ve memlekette temizliği ile tanınmış; alınmayacak, satılmayacak sağlam kişiliği olan insanlar tercih edilmelidir. Yani artık şu parti yönetimlerini de böyle yenibir organizeye tabi tutma zamânı gelmiş hatta geçmektedir. Şöyle biraz mahsuru da göz ardı etmemeklidir ki, başkanlığa aday gösterilen kişilere “meclis üyeliklerini” babasının malı gibi tanzim hakkı de verilmemelidir. Böyle bir durum çok büyük hatalar ile sonuçlanmaktadır. Öyle ki genel merkezin parti polikasını tâyin ve tesbit etme hakkı elinden alınarak şahıslara devredilmiş, hattâ kiralanmış bir intibaa uyanmakta, zâten dedikoduya meraklı olan halkımız en küçük takrikle partinin aleyhine dönmektedir.
Gerçi sayın Devlet Bahçeli’nin bu husustaki hassasiyetini yakından biliyoruz: Şu “Cemaat” meselesi. Ben şahsen “Cemaatçilik”e karşı değilim. Nereye kadar? Tabii ki siyâsete direkt müdâhaleye kadar. Bugün değil, 10 seneden beri iç ve dış basından okuyarak öğrenip de emin oluyoruz ki “Cemaat” boğazına kadar siyâsete gömülmüştür. Hatta “Emniyet” gibi birçok devlet kurumlarının bunlar tarafından ele geçirildiği rahatlıkla konuşulup yazılabiliyor. Bütün bunların ötesinde “PKK-PYD” tarzı terörist organizeler ve dış politika da “İslâmi Organizeler” gibi belki de mahsumane düşüncelerle yapılan teşkilâtlanmalar oluğu da şöyle böyle bilinmektedir. Dikkat ediniz iktidar tarafından örnek alındığı ifade edilen “Osmanlı” zamanında bile “Cemaat”ların bu derece devlet ve millet işine bulaştıklarını göremiyoruz. Siz sonradan uydurmalara ve vaazlara fazla inanmayın. Bunlar hikayedir. Gerçekte “Hoca”nın insanımıza ters gelen fikirleri yoktur.. Ama ne yazık ki birçok ülkücü arkadaşımız “Cemaat” adı ve görüşleri ile evvela MHP’den koparılmış sonra da AKP’ye yapıştırılmıştır. Yanlış olan budur. MHP Cemaate ne yapmıştır ki bu muameleye maruz kalmıştır. Bir takım tatsız beyanlar da işte bu sebeble ortaya çıkmıştır.
Eskiden de “Cemaatler”in eğilimli olduğu siyâsi partiler vardı.Yalnız seçimden seçime ilgililer göriş bildirir ve ona göre 1 veya birkaç parça olarak bütün siyâsi partilere oyları dağılırdı. Şimdi öyle olmadığını en iyi görenlerden biri de Sayın Devlet Bahçeli’dir. Dolayısiyle partiyi ve ülkücülüğü beynelmilel siyasete bulaşmış bu denli görüş, hareket ve guruplaşmalardan kesinlikle koruyacak olan da odur. Sâdece genel başkan bulundukları için değil aynı zamanda sâde bir ülkücü olarak kendilerinden beklenen de budur. Sağlıcakla…