Tarihçi ve tarih araştırmacısı Murat Bardakçı benim iyi dostumdur. Yakın tarihimize hizmetleri her türlü takdirin üzerindedir.Yazdıklarında ve söylediklerinde abartı olmadığı gibi belgelerle konuşması ona kültür tarihimizde çok mümtaz bir yer kazandırmıştır.Bu yönü ile hizmetlerini devletimizi kuranlardan dedeleri Cemal Bardakçı’dan zengin hizmetlerine ilâve etmeliyiz. Zaten o düzgün seciyyenin başka türlü bir aksül-amelini herşeye rağmen ben düşünemem. Gerçi geçmişini inkâr eden çok torunlara rastlıyorsak da sağlam mayası ve fevkalade yetişmiş olması dolayısiyle bunu Sayın Bardakçı için düşünemem.
Bütün bu iyi özlelliklerine karşılık herşeyden evvel benim gibi “Gazetecilik” menşeyli olmasından ötürü onu bazen bühtanlara yönelmekten de demek ki kurtarmak mümkün olmuyor. Basit sandığımız hatalar ve irticalen yaptığımız açıklamalar demek bizi büyük yükümlülükler altında bırakabiliyor. İşte tam böyle bir hadise geçen cumartesi günü ilgi ile izlenen ve Murat’ın adı ile bayraklaşan “Tarihin Arka Odası” programında cerayan etmiştir. Sözkonusu yerleri tam izleyemedim ama Türkiye’nin en büyük kültür yayınevlerinden olan “Ötüken Neşriyat”, te’lif hakları ellerinde bulunan Rahmetli Nihal Atsız’ın eserlerini sansürlüyormuş.. Esasen hangi muzir mihrakın uydurması olduğu belli olan böyle kanaat “Türkçü” gençlerde de mevcuttur. Eminim ki Bardakçı dostumuz kendilerine gelen bir anlık böyle mesajı düşünmeden açıklamıştır. Çünkü aşağıda tamamını vereceğim, meselenin iç yüzünü o zaman Ötüken genel yayın yönetmeni olan Ağabeyimiz Erol Kılınç’ın açıklamalarından öğreniyoruz. Sayın Bardakçı’nın Erol Kılıç’ın da Atsız Beğ’in öğrencilerinden ve israrlı takipçilerinden olduğunu bileceğini sanmıyorum. Hatta onun “Damla Damla Yaşadıklarım”adlı yayıncılık ve Türkçülük yıllarına ait muhteşem hatıralarını gördüğünü de tahmin edemiyorum. Biliyor musunuz bu eseri yayına girmeden önce aciz kulunuz okudu ve birkaç gün sırf “Nihal Atsızlı” hatıralar yüzünden etkisi altında kaldı. Ama ne yazık ki daha iyi bir isim altında yayınlanmasına tesir edemediği için birçok münevvere ulaşmamasının önüne geçemedi. Sevgili Murat’ı daha fazla eleştirmeye kıyamıyorum. Çünkü onun elinde bulunanları ve kültür hayatımıza daha çok hizmet edeceğini düşünüyorum. Fakat lütfen yayın sırasında uydurma açıklamalara da çok aldırmamasını hasseten bir gönül eri olarak rica ediyorum. Kendilerine sayın Kılınç’ın açıklamalarını ve sitayişlerimi bildirdim. İnşaallah bizleri ve Ötüken camiasını ferahlatan bir açıklama yaparlar. Şimdi ben Erol Abi’nin açıklamasını kesintisiz olarak bu sütunlara taşıyarak bir hakikati birinci ağızdan pek dikkatli olan ilgililere arzediyorum:
“Biz Nihal Atsız’ın bizzat eliyle bize teslim ettiği metinlere sadık kalarak, kitapların son basımlarını yapmış bulunuyoruz. İrfan Yayınlarının yapmış olduğu baskılardan çok önce, 1973 yılında Nihal Atsız’ın eserlerini neşretmeye başlamıştık. Fakat, 80’li yılların ortalarında Buğra Bey, “Sizden birkaç misli fazla te’lif verecekler!” diyerek, telif hakkını bize vermeyip, Nezih-Erdoğan-Gündoğdu Saruhanlıoğlu kardeşlerin üzerine yayın hakkını verdi. Fakat Saruhanlı kardeşlerin oluşturdukları yayınevi kısa bir süre sonra iflas etti, kitaplar ortalıkta kaldı. Uzun yıllar, etraftan görüp işittiğimiz kadarıyla korsan olarak basılıp satıldı. Ama bu işi kimin yaptığı konusunda sağlam bir bilgimiz yoktu. Bir ara bu kitaplara yeniden el atalım diye düşünüp rahmetli gazeteci arkadaşımız Kemal Çapraz Beyi araya koyup Buğra Atsız Beyle irtibat kurmaya çalışmışsak da piyasada korsanı varken bununla mücadele edemeyeceğimizden çekinip vazgeçtik. Bununla beraber aradan birkaç sene geçtikten sonra İrfan Yayınevi’nin ortağı ve yöneticisi Şakir Bey’e (ki bu kitapları alıp sattığını görüyorduk) bu kitapları nereden alıp sattığını sorduk; ne yapacağımızı sorunca da niyetimizi açıkça söyleyip telifini yeniden Ötüken namına satın almak için görüşmek istediğimizi söyledik. Şakir Bey “Erol Ağabey, sen bu işe hiç girişme, boş ver, uzak durmanı tavsiye ederim…” yollu sözler sarf etti. Bu görüşmemizden çok kısa bir süre sonra, Hoca’nın eskiden Saruhanlıoğlu Kardeşlerce yayınlandığını bildiğimiz kitapları, aynıyla İrfan patentiyle çıkmaya başlayınca anlaşıldı ki, Şakir Bey, telifi kendi adına almış… Bize vaktiyle böyle söyleseydi, biz belki kendisine destek çıkardık; çünkü İrfan’ın sahipleri bizim dostumuz ve dostumuzun vefatından sonra da oğlu arkadaşımız, kardeşimizdi; biz kendisine daima samimiyetle yaklaşmış ve destek gereken yerde daima destek olmuştuk…
Velhasıl İrfan Yayınları’na geçti Atsız’ın eserleri. Bizden sonra yapılan baskılarda gerek Saruhanlıoğlu Kardeşler ve gerekse İrfan yayınevi kitapların içinde ne tür değişiklik yaptılar ya da yapmadılar, bilmiyoruz, fakat bizdeki son baskılardan romanlar ve Yolların Sonu ile Türk Ülküsü ve Türk Tarihinde Meseleler Atsız Beyin kaleminden çıktığı gibidir.
İşte biz Atsız Beğ’in kitaplarını yeniden yayınlama niyetiyle Yağmur Atsız Beğ’le görüşme yaptığımızda, hocanın kitaplarının çok kötü basımlarının ortalıkta dolaştığını kendisine hatırlatarak, bunlardan dolayı herhangi bir anlaşmanız bahse konu mudur? Veya bu süre içinde size gereken telifi ödemekte midirler? Bunları biz yine yayınlarımız arasına almak isteriz, ne dersiniz? Diye sorduk. Yağmur Bey, onlarla yıllar önce bir sözleşme yaptığını, ama uzun zamandan beri herhangi bir ilişkisinin kalmadığını, ödeme falan uzun zamandır katiyen mevzubahis olmadığını ifade etti. Bunun üzerine biz şöyle bir yayın yapacağımızı kendisine anlattık:
Romanlarını (Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor- ikisini, eskiden bizim Atsız Hoca’nın tasvibiyle yayınladığımız gibi “Bozkurtlar” adı altında tek kitap halinde yayınlamak istediğimizi; Ruh Adam ve Deli Kurt’u aynen (Ötüken’de Hoca’nın sağlığında nasıl ise aynen) basacağımızı; Yolların Sonu’nun keza aynen basacağımızı karşılıklı mutabakatla esasa bağladık. Z Vitamini, Dalkavuklar Gecesi’nde de herhangi bir eksiklik fazlalık olmayıp olduğu gibi basılacaktı.
Dört kitapta toplanmış olan Makaleler’e gelince: Yağmur Bey bu makalelerin bu şekilde yayınlanmasının hoş olmadığını, bunlar hakkında bir çalışma yapılmasının yerinde olacağını ve bazılarının bugünün şartlarında yayınlanmasının gereksiz olduğunu düşündüğünü ifade etti. Biz de bunun üzerine kendisine katıldığımızı, esasen bu konuda Atsız Beğ’in vaktiyle Türk Ülküsü adını taşıyan makalelerden oluşturulmuş kitabının ikinci basımında böyle bir uygulamada bulunduğunu, bu ayıklama işini nasıl yaptığını orada ortaya koyduğunu hatırlattık ki Hoca’nın l Ocak 1966 tarihli mezkûr Önsöz’ü aynen şöyledir:
“Türk Ülküsü’nün bu ikinci basımı, birincisine göre oldukça değişiktir. İlk basımdaki tarihe ve kalem mücadelesine ait yazılar bırakılmış, doğrudan doğruya ülkünün türlü konularını ilgilendiren yazılar alınmış ve bunlara yine ülkü ile ilgili yeni yazılar eklenmiştir. İlk basımda bulunup da bu ikinci basıma alınmayan türkolojiye ve kalem mücadelesine ait yazılar, yine yenilerinin eklenmesiyle, ayrı kitaplar olarak basılacaktır.
Burada toplanan 17 yazının üzerinde de düzeltmeler yapılmıştır. Düzeltmelerin bir kısmı dile aittir. Bir kısmı da yazıların ilk yayınlandığı zamana ait olup, şimdi lüzumu, hatta anlamı kalmayan parçaların çıkarılması veya değiştirilmesi şeklinde olmuştur.
Böylelikle kitap kısa bir zamana değil, uzun bir zamana seslenebilecek bir ülkün dergisi durumuna gelmektedir.
Maltepe, 1 Ocak 1966 Atsız”
İşte biz, Atsız Hoca’nın bizzat uygulayıp ortaya koyduğu bu kıstasa ve Yağmur Atsız Beyin bizim de katıldığımız düşüncelerine uygun olarak, Makaleler I-II-III-IV adı altında yayınlanmış kitapları tarayarak:
a) Tekrarlanmış olanları ayıklayalım;
b) Polemik konularıyla ilgili (Hoca buna “kalem mücadelesi” diyor) olup bugün için bir kıymet-i harbiyesi kalmadığını değerlendirdiğimiz makaleleri dışarıda bırakalım,
c) Hatta “Çingeneleri buralardan temizlemek lazım” yollu keskin ve hem Hoca’yı, hem de Atsız sevdalılarını yanlış/yersiz ithamların hedefi haline getirecek olan bazı makaleleri bu yeni yayın programında hariçte bırakarak, yeniden tasnif edip yeni bir düzen içinde yayınlayalım dedik. Yani bu konularda Yağmur Beyle mutabık kaldık.
Hatta Yağmur Beğ de bu mutabakatımızı Yine Türk Ülküsü’nün başına bir “Açıklama” koyarak, şöylece tescil etmiştir:
“TÜRK ÜLKÜSÜ kitabının 1966 Yılı’ndaki basımında, o gün artık kimseyi ilgilendirmeyecek türden bazı polemikler bizzat ATSIZ tarafından çıkarılmışdı. Bugün, aradan yaklaşık 40 sene daha geçtikten sonra Makaleler I-II-III-IV adlı kitaplardaki bazı metinlerin ve o metinlerde sözkonusu edilen şahısların da okuyuculara artık birşey ifade etmeyeceği düşüncesiyle birkaç makalenin daha çıkarılması kararına varıldı. Herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için ben şahsen bu ayıklama işlemine katılmayarak sadece sonunda yapılan elemeye mutabakatımı bildirmekle yetindim. Bu gözden geçirme işini, meselelere vakıf ve fevkalade titiz bir başka arkadaş üstlendi.
Yağmur Atsız”
Aslında bunlar, çeşitli dergilerden (Orkun ve Ötüken dergileri başta olmak üzere) herhangi bir araştırmaya, karşılaştırmaya tevessül etmeden, kabaca derlenip bir araya yığılmış makalelerden oluşuyordu, hatta tashih hataları, cümle eksiklikleriyle maluldüler. Hatta dergilerin geçmiş sayılarında yayınlanmış makalelerin başlığı veya ilk ibareleri hafifçe değiştirilerek sonraki sayılarında tekrar yayınlanmış oldukları halde, bu yazıları da ayrı bir makaleymişçesine kitaba almışlardı ki bunlardan iki defa, üç defa yayınlanmış olanlar vardı içlerinde; yani özensiz, yığma makalelerden oluşuyordu. Bu da ….. Kardeşler’in bu işten yeteri kadar anlayan kimseler olmadıklarından kaynaklanıyordu… Her neyse.
Bunun üzerine Dört Makaleler kitabını taradık. Ve sonuçta:
-Tarihle ilgili bazı makaleler Türk Tarihinin Meseleleri kitabına alındı,
-Ülkücülük ve idealistlikle ilgili makaleleri Türk Ülküsü’nü oluşturdu,
– Edebiyat ve Türkçeyle ilgili makaleleri Türk Edebiyatı Tarihi’nde toplanmağa çalışıldı,
– Tarihle, tarih şuuruyla ve kültürle ilgili olanları Tarih, Kültür ve Kahramanlar’ı teşkil etti,
– Dış Türklerle, Dünya Türklüğü ile ilgili makaleleri de Turancılık, Millî Değerler ve Gençlik adlı kitabına konularak yayınlandı.
Bu tarama ve tasnif sırasında makalelerin hiçbirinin içeriğine dokunulmamıştır. Yani sansür, bazı lafızların/ibarelerin yok edilmesi, silinmesi, saklanıp gizlenmesi, yayınlanmaması demekse eğer, böyle bir ameliye yapılmış değildir. Üstad bildiğimiz bir büyük şahsiyetin öğretisini teşkil eden (bizim de inandığımız) ifadeleri değiştirmek bizim haddimiz değildir; aklımızdan da geçmez. Esasen bizim bu kitapların dışında bıraktığımız makaleler, okuyuculardan, kamuoyundan gizlenmiş şeyler değildir; gerek kitap haline gelmiş metinler olarak, gerek eski Ötüken ve Orkun dergilerinin koleksiyonlarında, hatta başka muhtelif yerlerde tekrar tekrar basılmış olarak mevcuttur.
Kaldı ki, Atsız Beğ sağlığında, makalelerinin tamamının yayınlanması hususuna sürekli karşı çıkmıştır. Sadece Türk Tarihinde Meseleler ve Türk Ülküsü kitaplarında bizzat seçtiği makalelerin yayınlanmasına müsaade etmiştir. Hatta kardeşi Necdet Sançar, Atsız’ın haberi olmadan Türk Ülküsü kitabının ilk baskısının içine “Türkçülüğün Partisi Olmaz” isimli makalesini alınca çok kızmış ve kitabın ikinci baskısında bu makalenin o dönem MHP’ne zarar vereceği gerekçesiyle çıkartmıştır.
Şimdi bizi Atsız Beğe sansür uygulamakla itham edenler, aynı zamanda para hırsıyla ve ticarî endişelerle onun eserlerini yayınladığımız gibi bir iddiayı da zımnen öne sürüyorlar ki, bunu anlamak mümkün değildir. Zira bu makaleleri hiç zahmet çekmeden eskisi gibi yığma bir şekilde yayınlayıp kalın kitaplar halinde daha iyi bir kazanç sağlayabilirdik; halbuki biz yığma makaleler ve bazıları iki, bazıları üç kere tekrarlanmış makalelerle şişirilmiş kitaplarla okuyucuyu istismar etmek yerine, zahmetine katlanıp iyi bir hizmet sunmak için böyle bir tasnifle, zikredilen kitapları okuyucuya sunduk. Bunların yanı sıra, ansiklopedilerdeki maddelerini, kıyıda köşede unutulmuş, hafızalardan adeta silinmiş ilmî çalışmalarını
Türk Tarihi Üzerine Toplamalar,
Türk Ansiklopedisindeki Yazıları
Birgili Mehmed Efendi-Ebussud Efendi-Gelibolulu Âli Bibliyografları,
Üç Osmanlı Tarihi (Oruç Beğ Tarihi, Ahmedî ve Şükrullah Tarihleri)
Aşıkpaşaoğlu Tarihi,
Evliya Çelebi Seyahatnamesinden Seçmeler (iki cilt idi, tek kitapta topladık.)
Adları altında nefis kitaplar halinde okuyucuya sunduk.
Bizi sansür yapmakla itham edenler, takım halinde Atsız’ın bütün eserleri diye piyasaya çıktıklarında, yukarıda adı geçen kitaplaştırılmış çalışmalarının hiçbirinin yayınlanmasına yıllar boyu tevessül bile etmemişlerdir. Çünkü bunlar ilmî ağırlığı ve ağırbaşlılığı olan kitaplardır ve para getirisi az, yayını ciddiyet ve titizlik gerektiren çalışmalardır ki, Atsız Hoca’nın ilmî kişiliğinin ortaya çıkarılmasında Ötüken’in gayretini kimse inkâr edemez.
Bunlar Atsız Hoca’nın sevenlerinin biz yayınlayıncaya kadar bazılarından hiçbir bilgileri/haberleri olmayan kitapları/ çalışmalarıdır ki, bu hizmetimizi ona sansür uyguladığımızı söyleyenler “balçıkla sıvamaya” kalkışıyorlar… Oysa, yaptığımız yayınlarla, tasniflerle, ortaya çıkardığımız kıymetli çalışmalarıyla Atsız Hoca’nın işporta tezgâhlarında sürünen ve kaçak olarak basılmaları sebebiyle çamur gibi bir tertip ve baskıyla Atsız-severlerin vicdanlarını sızlatan – varislerine de hiçbir kazanç temin etmeden satılan- kitaplarını, layık olduğu özen ve düzen içinde temiz bir basımla okuyucuya sunduk. Bundan dolayı da pek çok tebrik ve teşekkür aldık, Atsız’ın eserlerini, layık olduğu şerefli mevkie yakışır bir neşriyatla günümüze taşıdık… Üstelik bastığımız kitaplardan dolayı telif bedellerini de kuruşu kuruşuna ödemek suretiyle Yağmur Bey’in şahsında Hoca’nın varislerinin hukukuna da hassasiyetle riayet ettik.
Aslında burada “sansür” lafı son derece gereksiz ve hakikatten saptıran sansasyonel bir tuzak-tabirden başka bir şey değildir. Bizim yaptığımız şey, makale yığınlarını tarayarak bunların içinden belli konulardan bahsedenleri o başlıkların altlarında toplayarak, gençler ve okur için daha cazip kitaplar halinde okuyucuya sunmanın – Atsız Hoca’nın da uyguladığı- pratiğe uygun bir usulünü uygulamaktan ibarettir. Yani bu usulde, istenildiği takdirde –tabii ki mükerrer makaleler ayıklanarak- mevcut tasnif sonucu oluşturulan kitaplara girmemiş makaleler, hatta polemikleri bile, ayrı bir veya birkaç başlık altında toplanarak, yayınlanan kitaplara önümüzdeki süreçte yenileri de eklenebilir. O zaman, bu tasnif işini “sansür” diye niteleyenlerin ne söyleyeceklerini çok merak ediyoruz.
Velhasıl, bizi itham edenler, bir bizim yaptığımız neşriyata baksınlar, bir de bizim bu işe el atmamızdan önceki iç karartıcı kitaplara baksınlar da ellerini vicdanlarına koysunlar, öyle hüküm versinler.”