Emir Timur bizim tarihimizin en renkli kişiliklerinden biridir. Üç-beş günden beri Yeniçağ’da Arslan Tekin kardeşimiz, mevzuu ile ilgili birkaç yazı yazarken Haber-Türk’ten Murat Bardakçı, 15 Aralık 2013 günü enfes tespitlerle onu günümüze kadar takip etmiştir. Bu yazıdan vurgulu bir biçimde öğreniyoruz ki, günümüze kadar devam eden Timur soyundan Prens Bedirbah, eşi Prenses Begüm ile birlikte Batı Bangladeş’in başkenti Kalküta’da bir barakada “Çaycılık” yapıyormuş. Yeni Türkiye’nin kurulmasıyla Osmanlı Hanedanı’nın başına gelenler düşünülecek olursa, her şeye rağmen onların durumu Timuroğulları’nın yanında hafif kalmaktadır. Çünkü şartlar ne olursa olsun Osmanoğulları, her zaman bir “Osmanlı” gibi kalmışlardır. Şimdi ise şerefle aramızda yaşamak hakkına sahiptirler. Bu karşılaştırmayı her ikisinin de ırkımız ve ecdadımız olduğunu vurgulamak için ortaya koymak gereklidir.
Peki, bugün Türkistan’ın her tarafına Emir Timur heykelleri diken Özbekler, neden Son Timuroğlu’nu hatırlamazlar. Tıpkı son Buhara Emiri Âlim Han’ın torunlarının Gaziantep ve Amerika’da unutulmaları gibi. Özbekler, “Basmacı” liderlerine de, en azından neşriyat ile sâhip çıkıyorlar; faaliyetlerini milli mücadele diye tarif edip ders kitaplarına dahi alıyorlar ama yine de, geçen yıllarda Şir Muhammet Bek heykeline bir yer bulamadılar. Hâlâ Sovyet korkusu memleket üzerinde âdeta karabulut gibi. Eh, siyaset bu kime niyet kime kısmet!
Emir Timur tam anlamıyla bir Türk’tür. Kendi tarihçilerinin Moğol bir şecereye imalarının tamamen bir zorlamadan ibaret olduğu, hatta babasının Cengiz Han’ın komutanlarından birisi gösterilmek istendiği iddiadan öteye gitmemekte olup “Barlas”lık izafesi ve bu kavmin Moğol olduğu da ispata muhtaçtır. Tıpkı bunun gibi, onun “Mutezile”ye yakın İslami görüşleri dolayısıyla onu ilerideki “Şii” cereyanların göbeğine itmek de çok büyük hatadır. Çünkü gerek Herat’ta ve gerekse Dımaşk’da ısrarla “Ehl-i Sünnet Vel Cemaat” beyanları ortadadır. Esasen en büyük hata, Emir Timur’un Türk ve İslâm duygularını çok dar bir çerçeveden görmektir. Onun makul gördüğü insanlar, daima kendi benliğinde bulunan “Hâkimiyet” düşüncesinde olanlardır. Aynı eğilimi neslinden gelen Babür’de de açıkça ve kuvvetli çizgilerle görebilmemiz mümkündür. Fakat ne olursa olsun Timur düşüncesi, Ali Şir Nevâi ve Hüseyin Baykara döneminde Türkçülük olarak gerçek zeminine oturmuştur.
Yayılmacı bir siyaset izleyen Emir Timur’un, tıpkı Osmanlı ve diğer Türk İmparatorluklarında olduğu gibi, tabiî olarak “Türklük” gibi bir argüman kullanması mümkün değildi. Bu sebeple Fars kültürüne yapışmış ve Karahanlılarla zamanını doldurup, Türkistan’da Samanoğullarının inkırazı ile silinen bu kültürü yeniden diriltmiştir. Bugün “Tacik Kültürü” olarak ifade edilen bu öğreti, Türklük çemberi içinde ne kadar mütalaa edilirse edilsin, Türkistan’da son Türk Devleti Buhara Emirliği’nin tıpkı Timur İmparatorluğunda olduğu gibi, resmi lisanın “Farsça” olması bir handikap olarak sırıtmaktadır. Çünkü daha Timur hayatta iken Fars Kültürü âdeta hortlamış ve devlet hayatında Türklükle arasına mesafe konmuştur. Karakoyunlularla Timuroğulları’nın bugün bile İran jeopolitiğinde ezeli ve ebedi depişmesinin gerçek sebebi budur. Emir Timur, Çin Seferi’ne çıkmadan son Karabağ aile meclisinde âdeta bir vasiyetname niteliği taşıyan, oğulları ve torunlarına yaptığı nasihatta; bu coğrafyada Bağdat hâkimi Celâyirlilerden çekinilmemesi gerektiğini, biraz da aşağılayarak, çünkü onların netice itibariyle bir “Tacik” olduklarını ifade ederken, en büyük tehlikenin Karakoyunlu Türkmenlerden gelebileceğini üzerine bastıra bastıra anlatmasıyla, bir gerçeği ortaya koyması da, onun hakiki düşüncelerini dışarıya vurmasıdır. Fakat sonuç ne olursa olsun Safeviler devrinde “Türkmenlik”in arı bir kültür olarak Şah İsmail’i yaratıp Türkistan’a kadar göndermesinin ilgi ile değerlendirilmesi şarttır. Ne yazık ki Maveraünnehr’e bozkır kültürü gibi hazırlıksız ve medenî olmayan dönellerle inen Özbekler de, Şah İsmail’in ikazına rağmen Türklük katamamış, Türkmenler dâhi daha kötü ve kötürüm duruma düşmüştür.
Emir Timur’un Fars kültürüne yapışması ve Türklüğü bir İmparatorluk ideolojisi olarak fazla kullanmaması doğru mudur? Esasen onun Deşti Kıpçak’a giderken bir Fars menkıbesi olan Firdevsi’den etkilenerek “Turan” argümanına yapışarak böyle bir anıt diktirmesi sonucu Altınordu’yu yıkmasına ne dersiniz? Aynı pencereden baktığımızda Bâyezid’e yaptıkları ne anlama gelir? İki Türk ve Müslüman imparatorluğu da son verirken buralara Fars merkezli düşünceleri götürmemesini de anlamak mümkün değildir. Hele hele “Turan” gibi bir dünya devletine soyunan karakterin, işgal ettiği İmparatorlukları dönüşüme zorlamayıp anarşi içinde bırakması da çok dikkat çekicidir. Moskova’nın içine bile girmeyip, kendinden evvel Türk Moğol orduların birkaç defa buraları talan ettiği ortada iken bugünkü Rusların Timur düşmanlığı karşısında Cengiz Han hayranlığı da, derin bir izaha muhtaçtır. İşte sırf bu sebeplerle Timur ölür ölmez İmparatorluğu darmadağın olmuştur.
Emir Timur’un Otrar bileşkesini de iyi okumak lâzımdır. Çünkü ona “Moğolluk” izafe edenlerin, hayatının sonuna kadar Timur’un bunlarla korkunç bir mücadele verdiği nedense göz ardı edilmektedir. Gerçekten Çin Seferi’nin gerçek sebebi Türkistan üzerinde Karahıtay’lı Moğol tazyikleridir. Kendinden sonra Özbekler devrinde de, bu zorlama uzun zaman devam etmiş, bu sebeple Taşkent bir Buhara ve Semerkant gibi İslâm diyarı olamamıştır. Babür’ün Hanım tarafının Taşkent Hâkimi Yunus Han’ın kızı olduğu ve Moğol hâkimiyetinin bu zamanda da devam ettiğini biliyoruz. Bu sebeple Timur’un Çin Seferi’ni de, selefi olduğu Cengiz Han’ın dört başı mamur Çin işgali ile en azından niyet bakımından bir tutamayız. O sebeple Timur Ordusunun son seferi Moğollarla kavgadan sonra nihayet bulmuştur.
Hayatında İslam bayraktarlığını elinden bırakmayan Timur’un Otrar’da aşırı şarap içmekten ciğerlerinin parçalandığını da, zamanın kaynaklarında ve verilen hekim raporlarında açıkça görmekteyiz. Sırf bu sebeplerden ötürü devâsa ordu şark yerine garba dönmüş ve yağmalama ile taht mücadelelerini fütuhata tercih etmiştir.
Timur’un Altınordu, Osmanlı ve İran Türkmenleri ile mücadeleleri de pek önemlidir. Gerçi Arslan Tekin, bir makale çerçevesinde Anadolu’da onun İzmir’i fethetmek gibi mühim bir hizmeti gerçekleştirdiğini yazıyorsa da, kırdıklarının yanında bu önemli iş pek zayıf kalır. Bir yıl dolaştığı Orta ve Batı Anadolu’da, kendi toprağının ürünü olan Hz. Mevlâna’ya bir selâm bile vermediği düşünülürse Onun İslami inançlarının hâkimiyet düşüncesinden ne kadar sonra geldiğini anlayabiliriz. Fakat şurası unutulmamalıdır ki, Osmanlı ve Altınordu gibi her iki Türk İmparatorluğunu yıkarken dönüştürmenin akıldan geçmemesi onu kendinden sonra gelen muhteşem Türk İmparatorlarından ayırmaktadır.
Bütün bu açıklamalardan sonra, zihinleri karıştırıp Timur düşmanlığına soyunmak istemiyorum. Hâfızaların tazelenmesinden ve geniş düşünmekten yanayım. Hiç şüphesiz ki, Emir Timur muhteşem bir Türk’tü. Onun lehinde yazacak ve büyüklüğünü ortaya koyacak kadar kesin bilgilere sahibiz. Fakat kusurları da görmemiz şarttır. Aksi takdirde Cengiz Han’ın, Türkistan’da başını doğradığı 10 milyona yakın Türk’ün katline alkış tutmamız gerekecektir. Emir Timur’un belki de gözden kaçan en önemli başarısı Moğolları Türkistan’dan kovmasıdır.
Türklerin Horasan’da emekleri çok fazladır. Bugün buraların her zerresinde Türklük görmemiz gerekirken sanıyorum, hem sayı hem de kültür bakımından pek zayıf durumda, hatta küsurat olarak ifade ediliyoruz. Nedense Hindistan’da Babür’den kalan sadece Bangladeş ve Pakistan’daki insanların Türklük alâkasıdır. Bu sebeple Bardakçı’nın buluşu asar-ı antika gibi yüreklere serpilmiştir. Selçuklu, yüzyıllarca İran coğrafyasındaki hâkimiyetinde kullandığı Farisi argümanlar sebebiyle bugün tamamen bir Türk Farsçası ortaya çıkmış ve bu lisanla Sasani metinleri bile çözülemezken, Timur’un doğru da yanlış da olsa “Tüzükat”ını Farsça metinlerden nakletmemiz hazin sonun belgesidir. Sırf bu sebeple, İran yayları Türklük ile yatıp kalkarken Timur İmparatorluğu’nun, esas vatanı olan Türkistan’ın arka bahçeleri olan Afganistan’da olduğu gibi “Abdali” veya benzer unsurlar tasallutunu sürdürmektedir. Ve verilen mücadeleler de bu yanlışlığın bunalıma dönüşmüş sonuçlarıdır.
Ne derseniz deyin, ben bu yazıyı ufkunuzu genişletmek için yazdım. Mutlaka böyle değerlendirmelisiniz. Bunlar bir makale boyutunda ancak böyle ifade edilebilir. yerde maksadı aşan görüşler belki “Türkmenlik”in ağır basmasıdır ama ne yapalım ki kültür ve devlet hayatımız böyle inişli yokuşludur. Bu hali ile kabul edip önünde eğilmek de bir mecburiyettir.
Sağlıcakla kalın.